bildirgec.org

exorientelux

11 yıl önce üye olmuş, 72 yazı yazmış. 350 yorum yazmış.

Lars and the Real Girl

exorientelux | 08 February 2010 13:48

Lars and the Real Girl‘ü izlerken ilk başlarda biraz sıkılıp izleyip izlememe arasında kararsız kalmıştım. Sonra birden konu öyle bir hâl aldı ki filmin sonunu getirmeden hayatta uyuyamam dedim, iyi ki de demişim.

Lars Lindstrom, oldukça çekingen, insanlarla ilişki kurmakta zorlanan biridir. Abisi ve yengesi Lars’ın bu durumuna üzülmekte, onu insanların arasına karışması için cesaretlendirmeye çalışmakta fakat pek başarılı olamamaktadırlar. Birgün Lars’ın onları kız arkadaşıyla tanıştırmak istemesiyle önce çok sevinir sonrasında da şok olurlar. Çünkü Lars’ın internette tanıştığını ve adının Bianca olduğunu söylediği kız arkadaşı, porno sitesinden sipariş edilmiş cansız bir mankendir. Ve Lars, onun canlı bir kadın olduğuna ciddi ciddi inanmakta ve öyle davranmaktadır. Geçirdikleri şoku henüz atlatamadan Lars’ı hemen doktora götüren abi Gus ve yenge Karen, doktorun sözleriyle bir kere daha ne yapacaklarını şaşırırlar zira doktor Lars’ın hastalığının ciddi olduğunu, terapi süresince Bianca’ya gerçek bir kadınmış gibi davranmaları gerektiğini söyler. Aile içinde belki tolere edilebilecek böyle bir durumu çevrelerine açıklamak ve onların iş birliğini sağlamak da böylece Gus ve Karen’a düşer elbette. Acaba kasaba halkı Lars’ın bu durumuna nasıl bir tepki verecektir?

Utanç / Buda As Sharm Foru Rikht

exorientelux | 31 January 2010 13:30

Okula gitmek için yollara düşen küçük bir kızın bir gününü anlatan Utanç / Buda As Sharm Foru Rikht, bu filmi çektiğinde henüz 19 yaşında olan Hana Makhmalbaf‘ın ilk uzun metraj filmi. Filmde Baktay adındaki küçük kız, küçük kardeşine bakması gerektiği için okula gidememektedir. Erkek ve kızların ayrı ayrı okuduğu Afganistan’da kızlar okulu da çok uzaktadır zaten. Komşularının oğlu Abbas’ı okuyor görmek minik Baktay’ın okuma hevesini iyice depreştirir. Annesinin evde olmadığı birgün okula gitmek üzere yola çıkar. Fakat önce okulun nerede olduğunu bulması, ondan da önce okulda kullanacağı defter kalem gibi araç gereci tedarik etmesi gerekmektedir. Hiçbir şeyi olmayan küçük kız için bu basit sorunların üstesinden gelmek kolay olmaz. Üstüne üstlük Amerikan askeri rolü yapıp bütün teröristleri öldürmeye niyetli bir grup çocuğun savaşçılık oyununu da atlatması gerekecektir.

The Man Without A Face / Yüzü Olmayan Adam

exorientelux | 24 January 2010 11:33

Mel Gibson‘un 1993 yılında çektiği ve ilk yönetmenlik denemesi olan The Man Without A Face / Yüzü Olmayan Adam, oyuncunun nice bilindik filmlerinin gölgesinde kalmış olsa da bence en güzel filmlerinden biridir.

Isabella Holland‘ın 1972’de yayımlanan aynı adlı romandan uyarlanan film 1960’lı yıllarda geçmekte. Justin McLeod (Mel Gibson), yıllar önce geçirdiği bir trafik kazası sonucu yüzünün ve vücudunun bir bölümü yanmış bir adamdır. Aslında öğretmen olduğu halde kazada arabada bulunan öğrencisinin ölmesi üzerine kendisini hiç affetmemiş ve bir kasabada inzivaya çekilip insanlardan uzak, kendi halinde yaşamaktadır. Chuck (Nick Stahl) ise askeri okul sınavlarına hazırlanan br öğrencidir. İkilinin yolu kesiştiğinde ise (McLeod, Chuck’ı sınavlar için çalıştırmaya karar verdiğinde) kasaba halkına ve Chuck’ın ailesine rağmen hem birbirlerini tanımaları hem önyargılarını yıkmaları için uzun bir yol kat edeceklerdir.

Günışığı Temizleme Şirketi / Sunshine Cleaning

exorientelux | 23 January 2010 15:46

İnsan gençken hayatının hep daha iyiye doğru gelişeceğini düşünür değil mi? Belki de bu umuttur yaşatan insanı, geleceğin şimdiden daha iyi olacağı umudu. Ama çoğu insan için yıllar sonra geldiği nokta hayal kırıklığı olur. Yaşıtlarını daha iyi yerlerde, daha iyi imkanlara sahip olarak görür. Pelki ama bir insanın değerini belirleyen şeylere ölçüt olarak mesleğini, parasını, kocasını/karısını almak ne kadar doğrudur? Şimdi size bahsetmek istediğim film, bu soruya cevap veriyor bana göre.
Sunsine Cleaning, Türkçe mealiyle Günışığı Temizleme Şirketi, Christine Jeffs‘in yönettiği, baş rollerde Amy Adams, Emily Blunt, Alan Arkin‘in yer aldığı 2008 yılı yapımı, oldukça hoş, izlemesi keyifli bir film.

Kaç Para Kaç

exorientelux | 21 January 2010 13:38

Yönetmenliğini Reha Erdem‘in yaptığı “Kaç Para Kaç“; paranın, normal vatandaşı nasıl da anormale çevirdiğini abartmadan, karikatürize etmeden anlatan yönetmenin ikinci filmi.
Filmin baş karakteri Selim, sahibi olduğu dükkanda erkek gömleği satmakta, etliye sütlüye karışmadan yaşayıp gitmektedir. Bir gün bindiği takside, içinde yüklü miktarda para bulunan bir çanta bulur. Selim önce paranın sahibini bulma telaşı içine düşse de, gazetede çalıştığı bankadan para çalan bir adamın haberini okuyup bulduğu paranın çalınan para olduğunu anlayınca, telaşı paranın sahibine ulaştırılma telaşı olmayacaktır artık. Selim, sahip olduğu bu büyük ganimeti hayatına yavaş yavaş yedirmeye çalışır, ama farkında olamadığı şey parayla beraber kendi kişiliği ve etik değerlerini de harcamaya başladığıdır.

Three Amigos

exorientelux | 16 January 2010 10:18

Bazı filmleri, çocukluğumuzun tatlı anılarında nadide bir yere sahip olduklarından herhalde, hep sevmişizdir. Şimdiki neslin büyük ihtimalle bilmediği Three Amigos filmi de benim için sinemasal değeri ne olursa olsun izlediğim en güzel / komik filmlerden biri olarak kalacaktır.

Yönetmenliğini John Landis‘in yaptığı ve baş rollerde Steve Martin, Chevy Chase, Martin Short‘un yer aldığı Three Amigos’un kötü adamı da Alfonso Arau. 1910’lu yıllarda Three Amigos adlı sessiz film serisiyle Hollywood’da oldukça iyi iş çıkaran üç kafadar, zaman geçip de eskisi gibi iş yapamayınca kapının önü koyulur. Bu durumu oldukça içerleyen aktörlerimizin yüzü, Meksika’dan gelen bir mektupla güler. Kendilerine iş teklifi yapıldığını sanıp Meksika’nın bir köyüne doğru yola koyulan amigolar, köylülerin onları köylerine musallat olan bir çeteden korumak için çağırdıklarını anlayınca oldukça müşkül bir duruma düşerler. Zira köylülerin zannettikleri gibi onlar usta silahşörler değil, sadece mış gibi yapan aktörlerdir.

Karamazovi

exorientelux | 15 January 2010 12:34

Dostoyevski denince akan suları durduranlardansanız, size izlerken mest olacağınız bir filmden bahsetmek istiyorum, Karamazovi.

2008 yılı Çek yapımı, Petr Zelenka‘nın yönettiği Karamazovi adlı film, bir tiyatro grubunun, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler adlı romanının tiyatro uyarlamasının provalarını yaptıkları bir günü anlatmakta. Bahsini ettiğim tiyatro grubu Polonya’da bir festivalde oynamak üzere davet edilir. Festivalin özelliği oyunun sahnede değil bir fabrikada oynanacak olmasıdır. Böylelikle seyirciyle oyun ve oyuncuların iyice bütünleşmesi amaçlanmıştır.Oyuncular fabrikanın kullanılmayan bir bölümünde provaya başlarlar. Böylelikle biz eşşiz bir romanın usta oyuncuların elinde canlanmasını keyifle izlemeye başlarız. Prova ilerledikçe orada çalışan güvenlik görevlisiyle oyun arasında gizemli bir örtüşmenin de yaşandığına şahit oluruz.

Deli mi, dahi mi? DAVID HELFGOTT

exorientelux | 14 January 2010 12:47

“Dahilikle delilik arasında ince bir çizgivardır” derler. Her dahi biraz da delidir. Ama yanılmıyorsam dahilere atfedilen bu az buçuk delilik, onların yaratıcılıklarına ve sıradışı özelliklerine gönderme niteliğinde bir iltifattır da aynı zamanda.

1947 yılının 19 mayısında Melbourne‘de dünyaya gelen David Helfgott da, müziğe olan yeteneği sayesinde küçük yaşta bir dahi olarak nitelenmişti. Babası Peter Helfgott’un öğretmenliğinde beş yaşında piyano çalmayı öğrenmiş, onlu yaşlarına geldiğinde de yarışmalarda başarılar göstermeye başlamıştı bile. Ama bu geleceği parlak görünen dahi çocuğun “deliliği” ise bir iltifat değil, ne yazık ki uzun yıllar onu piyanosundan eden psikolojik bir hastalık olarak kayda geçecekti.

David ve babası Peter Helfgott
David ve babası Peter Helfgott

Müziğe yatkın, müzik eğitimi almak isterken buna engel olunmuş bir babanın, kendi gerçekleşmemiş isteklerini oğluna yaptırmak istemesiyle başlayan bir süreçte, babası David’i hep başarılı olmaya zorlar; başarısızlıklarında onu küçümser, sevgisinde hastalıklı, kızgınlığında cezalandırıcıdır. David’in, düyanın çalınması en zor bestelerinden biri sayılan Rachmaninoff‘un 3. Piyano Konçertosu‘nu çalabileceğine inanabilecek kadar gözü dönmüş baba, oğlunun Amerika’da müzik eğitimi almasına engel olur.