bildirgec.org

escritor

11 yıl önce üye olmuş, 14 yazı yazmış. 36 yorum yazmış.

Gavrilo Princip Dünya’nın En Şanslı Suikastçisi

escritor | 11 June 2007 11:23

Prinçip'in yakalandığı an
Prinçip’in yakalandığı an

1. Dünya Savaşı’nın başlama sebeplerine dair herkesin bildiği gerçek nedenler ülkelerin birbirlerinin topraklarına göz dikmesi, hammadde arayışları, siyasi zıtlaşmalar, tarihi bir takım etkenler, ülkesel veya kıtasal bunalımlar ve hep daha fazlası tabiki. Ancak bir de hepimizin okullarımızda öğrendiği ve ilk olarak sebep olarak tanıdığımız bir paravan olay var tabiki. Bu olay da Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ve eşinin 28 Haziran 1914’de Saraybosna‘ya olan ziyaretleri sırasında Sırp Milliyetçisi Gavrilo Princip ve üç arkadaşının düzenledikleri suikast. İnternette dolaşırken geçtiğimiz hafta işte tam da bu suikast çıktı ve okudum, açıkçasını söylemek gerekirse bu suikastin tamamen şans eseri yapıldığını ise daha yeni öğrendim ve en azından henüz ayrıntısını bilmeyen arkadaşlarla paylaşmak istedim. Derinine inersek aslında çokça uzun bir süredir Osmanlı İmparatorluğunun yönetiminde olan Saraybosna 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması gereği geçici olarak yönetim değiştrimişti, bu yeni yönetim Avustura-Macaristan İmparatorluğuydu. Sonraki yıllarda önceden Osmanlı İmparatorluğunun başına gelen ayaklanmalar ve çeşitli cinayetler tabiki Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun da başına geldi, zira Bosna’nın , milliyetçiliğin en yoğun yaşandığı topraklardan birisi olan Sırp topraklarına ait olduğunu düşünen Sırp Milliyetçisi Saraybosnalılar’ın ve bağlı bulundukları “Kara El” ve “Genç Bosna” gibi lokal örgütlerin tek düşüncesi bu esaretten kurtulmaktı. Neticesinde 1900’lerin başında Osmanlı İmparatorluğu’nda yoğun olarak baş gösteren iç karışıklıklardan da yararlanarak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı 1908 yılında topraklarına kattı. Yukarıda anladığım örgütlere üye olan Sırp Milliyetçileri’nden biri de hepimizin ismini hatırladığı Gavrilo Princip’ten başkası değildi. 25 Temmuz 1894’te dünyaya gelen Gavrilo Princip sadece 24 yıllık hayatına esaretle geçmiş boş yıllar, terkedilmiş fabrikalarda örgütlü bir gençlik ve tabi bir Dünya Savaşı Sebebi sığdırdı. Çok fazla uzatmak istemiyorum, 28 Haziran 1914’de sıcak bir yaz günü eşiyle birlikte şehir turuna çıkan Arşidük Ferdinand ve eşi aslında öncelikle Gavrilo Princip’in saldırısına muhattap olmamışlardı. Aynı gün içinde iki suikast yaşayan Arşidük bunların ilkinde Gavrilo’nun 3 arkadaşından biri olan başka bir Sırp Milliyetçisinin el bombalı saldırısına maruz kaldı, bulundukları arabanın çok yakınına düşen bu bomba onlara bir zarar vermedi ve kalacakları otele yöneldiler. Bu arada ilk suikastçi önceden söz verdikleri gibi yakalanması ihtimaline karşılık siyanür içti ve dereye atladı. Hayat budur ya suikastçiyi ne az dozda aldığı siyanür ne de yaz sebebiyle iyice çekilmiş nehrin suları öldürebildi, suikastçi yakalanmıştı. Hemen bunun ardından bu başarısız girişimden sonra paniğe kapılan ve arkadaşlarıyla birlikte şahir merkezine inen Gavrilo yemek ve sakinleşmek için bir restaurant’ı tercih etti. Bu sırada kendisine yapılan uyarılara aldırmayan ve tehlikenin geçtiğini düşünen Arşidük eşiyle birlikte suikastin hemen arkasından şehir turuna çıktı. Yemeği biten Gavrilo Princip mekanın çıkışında her ne hikmet veya şanssa bir anda karşısında Arşidük’ün arabasını gördü, işte tam o sırada “şeytanın gör dediği” oldu, müthiş bir dürtüyle silahını çekti ve Arşidüke doğrulttu, hemen arkasından ateşlediği mermi önce Arşidük’ün oradan da çıkarak eşinin ölüm sebebi oluverdi. sonuç olarak olay yerinde yakalanan Gavrilo 20 yaşından küçük olmasının verdiği şansla Prag yakınlarındaki Theresienstadt hapishanesine götürüldü. Burada 4 yıl sonra 1918’de Tüberkiloz‘dan ölen Gavrilo Prinçip böylece belkide Dünyanın en şanslı suikastçisi sıfatını da takmış oldu. Silahların Sırbistan tarafından verilmesi sonucunda fitiller ateşlendi ve Avustura-Macaristan Sırbistan’a savaş açtığını duyurdu, milyonların ölümüne neden olan Savaş’ın ateşini oldukça şanslı sayılabilecek ama tam manasıyla sebep sayılamayacak ufak tefek bir adam yakmış oldu. O adamın adı Gavrilo Princip’ti ve o sanırım “Dünyanın En Şanlı Suikastçisi” idi.

Nadal yine Şampiyon

escritor | 11 June 2007 10:14

şampiyonların kahvaltısı
şampiyonların kahvaltısı

2007 Roland Garros şampiyonu yine Nadal olmuştur, üst üste 3. kez bu kupayı kaldıran genç İspanyol tenisçi Final’de yine Federer’i 3-1’lik sonuçla geçmeyi başarmıştır. Geçtiğimiz sene de aynı skorla Dünyanın 1 numarasını yenmeyi başaran NAdal bu sonuçla toprak kort hakimiyetini bana kanıtlamıştır. Gerçekten bu çocuğu oyun içinde yaptığı bazı kişisel kendini beğenme hareketlerinden dolayı sevmiyorum ancak toprak kortta herhalde kimse yenemeyecek bu adamı, en azından Paris’te. Ama herşeye rağmen tam bir Federer hayranı olarak Wimbledon’u alacağına eminim, bana göre zaten en prestijli ve izlenesi grand slam kesinlikle Wimbledon‘dur.

çin’de bir kedinin kanatları çıktı, doğal mutasyon mu başladı?

escritor | 26 May 2007 14:33

Çin’de Shaanx bölgesinde yaşayan bir kadının kedisinin kanatları çıktı. Bilim Dünyasında hızla araştırılmaya başlayan bu olay birçok insana bir fare’nin sırt kısmında çıkan insan kulağı kıkırdağını hatırlatırken doğal mutasyonu savunan bilim adamlarında da haklı bir heyecan yarattı. Her koşulda doğal ya da yapay, mutasyon insanların ve hayvanların alışılagelmiş görüntülerinin oldukça dışında sahneler sunuyor. Bir İnternet sitesinde tamamen genetik bir mutasyon olarak açıklanan bu olay hepimizin ilgisini çekecek nitelikte. Tabi komik olan başka bir nokta ise köpeklerin şarkı söylemesine ve seni seviyorum demesine bile alışmış olan birçoğumuzun bu olayı da bir kaç gün içinde unutacak olmamız. Sonuç olarak bir kedide kanat çıktı ve uçmasa da gezmese de o kanat kedinin kanadı, insanoğlunda ne zaman kanat çıkacak bu ise merak konusu, bir diğer merak konusu durum ise kedinin ileride uçmayı öğrenip öğrenemeyeceği.

placebo etkisi kanseri yenecek mi?

escritor | 25 May 2007 18:32

Belki de son dönemde beni en çok etkileyen konu şu malum placebo etkisi ve bunun sonucunda aslında bizim hayatımıza etkisi. Öncelikle bilmeyenler olabileceği kanaatiyle Placebo nedir onu belirteyim. Placebo herhangi bir farmakolojik etkisi olmayan, insan anatomisinde kimyasal bir değişikliğe sebep olmayan ilaçlar ya da tedavi yöntemlerine tıpta verilen isimdir. Ancak bu sadece tıp bilimine değil, hayatın her alanına uygulanabilir. Psikoloji biliminde de Bireysel Algı içine alabileceğimiz bu etki nelere mi deva oluyor? Örnek verecek olursak, yapılan deneyler öncelikle depresyon hastalarına yönelikmiş, deprsyonda olan 50 hastaya verilen Placebo ilaçlarının bu hastaların 35’nde etkili olduğu ortaya çıkmış, tabi böyle bir durumda da konuyla ilgilenenlerin zihinlerinde bir ‘acaba’ sorusu belirmiş ancak şunu da belirtmeliyim ki Arkeolojik kaynaklara göre bu etki aslında Antik Bergama Sağlık Merkezleri’nde uygulanıyormuş. Nasıl mı? Şöyle ki; Antik Bergama’da Sağlık Merkezlerinin kapısında hastalar kahinler tarafından kapıda kontrol edilirdi. Bunun sonucunda kendilerinin deyimine göre sadece iyileşebilecek durumda olanlar içeri alınırdı, tabi bu durum içeri girn hastaların algısında ‘herhalde iyileşeceğim’ sonucunu uyandırırdı. Evet gerçekten de mantıklı ve gerçekleşmesi 21. yüzyıl’da da mümkün bir yöntem olabilir kimimize göre ama asıl soru nasıl? Olayı depresyondan biraz sıyırıp İnsanlığın en büyük düşmanlarından biri olan ‘kanser’ hastalığına dayandırmak istiyorum. Erkeklerde Prostat, Kadınlarda meme ya da vajinal hastalıklar, erken yaşlarda kan hastalıkları ve tabiki hepsinin babası, bir metastas klasiği Akciğer. Kanser henüz çözümünü tam anlamıyla üretemediğimiz en büyük düşmanımız belki de, üstelik sadece sigara içenlere değil herkese potansiyel bir tehdit oluşturuyor. Bu hastalığı yenebilmek adına acaba Placebo Etkisi dediğimiz bu şeye başvurmamız mümkün olur mu? İncelediğinizde göreceksiniz ki bu tarz büyük hastalıklara yakalanan kişilere doktorlarının ilk tavsiyesi ‘önce kafanda bitirmelisin, inanmalısın’ oluyor. Bu da açık seçik ifade etmeseler de aslında bu etkinin varlığını kabullendikleri anlamına geliyor, gerçekten de sadece kanser değil birçok hastalıkta öncelikle psikolojik tutum ve beynimizin çıkarttığı sonuçlar bizlere yardım etmekte. Sizleri derinden etkileyeceğini düşündüğüm çok ilginç bir olayı da burada paylaşmak istiyorum. Amerika’da Texas Eyaletine bağlı bir hapishane’de çok cesur bir idam yöntemi gerçekleştirilmiş geçtiğimiz yıl ve bu olaya akredite olan bir Türk tarafından da belgelenmiş. Texas’da cinayetle yargılanıp ölüme mahkum edilen bir hastaya acısız bir ölüm isteyip istemediği sorulduğunda cevabı evet olmuş. Bunun sonucunda idam günü koltuğa bağlı bir şekilde ölümü bekleyen mahkumun açık bileğine ılık su damlaları akıtılmaya başlamış, telki yöntemiyle de bileğinin yeni çıkan acısız bir makineyle kesildiği ancak canının acımayacağı belirtilmiş. Tüyleri diken diken edecek nokta ise mahkumun tam 37 dk sonra kalp atışlarının durduğu ve öldüğü gerçeği tabiki. Mahkum yavaş yavaş kan kaybından öleceğine inandırılmıştı, kan akışı ılık su damlatılarak dikte edildi ve adrenalin zehirlenmesi ya da herhangi bir etki yüzünden bu kişi kendi kendini hem de acısız bir şekilde öldürmüş oldu. Peki bu noktada beyin gücümüzle kendimizi öldürebiliyorsak acaba ölümden de kurtarabilirmiyiz. Belki bazı popüler dizilerde olduğu gibi uzayı bükemeyip, uçamayabiliriz, ya da maddeleri oynatamayadabiliriz ancak en doğal hakkımız olan yaşama hakkımızı bu şekilde koruyup kendimizi kurtarabilirmiyiz? İşte esas soru bu, tıpkı Bergamalı Hastalar gibi, tıpkı depresyondakiler gibi, tıpkı idam mahkumu gibi, düşünerek yaşayabilirmiyiz? Şu anda hafife alınamayacak kadar fazla kişi tarafından merakla beklenen sorunun yanıtı nedir? Neresinden bakarsanız bakın bu etkiyi hayatımızın her alanında hissediyoruz, hatta birbirimize inanmak başarmanın yarısıdır diyebiliyoruz. Ama inanmak başarmanın tamamı olabilir mi acaba, sadece inanarak birşeyleri değiştirebilir miyiz acaba, ya da herşeyin ötesinde kendimiz yapamıyorsak inandırabilir miyiz acaba. Şimdilik belki büyük hedefler için biraz uzaktayız ancak sadece olabileceğine inanarak da bir alt placebo etkisi yaratıp moralimizi tazeleyebiliriz bence. Yazıyı yazmamım sebebi bu konuya olan merakım ve sizlerinde düşüncelerinizi merak etmem. Sonucunda bazılarımız değilmiyiz iyisiyle kötüsüyle yaşam süremizi doldurup şöyle bir iskelede veda etme niyeti olan, kendi kendimizi sonumuzun geldiğine inandırarak, tebessümle.