bildirgec.org

elfiya

11 yıl önce üye olmuş, 44 yazı yazmış. 154 yorum yazmış.

Şemdilli, Yüksekova, Hakkari Hattı! Irak’ın Kuzeyi, Türkiye’nin Güneyi.

elfiya | 16 November 2005 23:27

Farklı kültürleri, toplumları ve mahalli birimleri birarada tutan ve bir millet yapan toplumsal bağları, ulus devlet kurma süreci ile paramparça ettik. Bağından boşanan herbir toplulukta kendi ulus bilinci uyandıran bu süreç, Kürtler’de başdöndürücü bir gelişme sağladı. Diğerlerini saymaya lüzum bile yok. Yedisinden yetmişe her bireyiyle, “Kürdüm, Kürt Milleti’ndenim, Kürt Devleti isterim” ifadesinde hayat bulunan “ulusal uyanışla” ihya edilen bu toplum, tarih boyunca idaresi altına girdiği otoritenin kimliği ile kendini tekrar tekrar diriltmiştir. Bugüne kadar Abbasiler, Selçuklular, Memlükler ve Osmanlı idaresinde kimi zaman mazlum kimi zaman baştacı, kimi zaman yoldaş olmuşlar. Bugünlerde ise Irak’ın Kuzeyi’nde fiili bir devlete sahip soydaşları ve arkasındakiler başka bir yol gösteriyorlar; bu ifadeden sonra bugünlerde hangi kimlikle kendilerini diriltikleri rahatça anlamak daha kolay.

batı: ırkçılığın ve vahşetin en mümtaz banisi!

elfiya | 09 November 2005 23:18

Fransa’da çıkan son olaylar Batı dahil herkesi şaşkına çevirmiş (!) durumda. Çoğulculuğun, ulus devletin, modern hukukun beşiğine ateş düşmüş. Ateşi yakan ve küreleyen yine o kara derili, müslüman vb. “ötekiler“. En hafif resmi ifadesiyle -pislikler- ve -serseriler-. Batı, umudumuz, geleceğimiz; “ötekinin” aradığı dünya cennetinin dört başı mamur kimliği. Ateşe verilmiş ötekiler tarafından…

Çarpık Çağ

Alevilik İslam’ın dışında( mı)dır?

elfiya | 21 September 2005 16:39

Son yıllarda Aleviliğin İslam dışı bir felsefe ve yaşam biçimi olduğu iddiaları gündeme getirilmekte. Hz. Ali dahi sonradan eklenmiş biz cüzdür bu felsefe için.

İşte yeni bir haber daha. Bu haberde geçen şu ifadeyi nasıl yorumlamak gerek? “…1982 Anayasası’nda da din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili hükümler yer almasına karşın bütçeden sadece İslam anlayışına para aktarıldığını …”

Bir devlet kurumunun yanlış uygulamaları, yada bir devletin bir ilkeyi ruhuna aykırı olarak ve paradokslar yaratacak şekilde uygulaması, yada bir meşrebin siyasallaşma yolunda kendi aslını yozlaştırması, yada küreselleşmenin mikro sosyal yapılara özerklik kazandırma dinamiğinin bir örneği, yada Türkiye ölçeğinde devlet ve millet olma niteliğini tesis eden ortak paydaların ortadan kalkması sonucu ayrışan bir başka alt kültür yapısı… vb. gibi cevaplar olabilir.

Hasta Türk’ün töresi: Dosta şahin, düşmana güvercin!

elfiya | 13 September 2005 10:21

Ömer Lütfi Mete’nin güzel bir makalesi var aşağıda. Özünde uygulamayı değil değerlerimizi ve değerlerimizle olan ilişkilerimizi irdeleyen makale birey ve toplumumuzun kültürel çarpıklığı ortaya koyması açısından dikkate değer görünmektedir.

Hasta Türk’ün töresi: Dosta şahin, düşmana güvercin!

Martin Bouma adlı felçli bir Hollanda vatandaşının A. Ü. Tıp Fakültesi’nde Profesör Haluk Deda’nın gerçekleştirdiği kök hücre nakli ile yürümeyi başarması, ülkede ve çevrede bunca kötülükler yaşanırken iç açıcı bir haber. Sağlığına kavuşan bu misafirimizin bir sözü ise eğer yaygın gerçeği yansıtıyorsabüsbütün ferahlatıcı: – Ülkemde bir ‘ vaka ‘, Türkiye’de ise ‘ insan ‘ olarak görüldüğüm için yürüyor, konuşuyor, tat alabiliyorum. Yıllar yılı hep neden şikâyet ettik? – Devlet vatandaşları adam yerine koymuyor. – Memurlar halka hor davranıyor. – Hastalarımıza insan muamelesi yapılmıyor. Özellikle bu sonuncu maddeyi ne kadar işlemişizdir? Hele Batı ülkelerindeki hastanelerin temizliğinden başlayan mukayeseci öykülerimiz neredeyse bir destan kültürü oluşturmuş, oralardaki tıp insanlarını tanımayanlarımıza melek gibi göstermiştir. Doğrusu şahsen bu mukayeseleri çürütecek değil, aksine büyük ölçüde onaylatacak türden gözlemlere sahibim. Buna karşılık, ömrüm ülkemin hastanelerinde ‘ insan yerine koymayıcı’ uygulamalarla boğuşarak geçmiştir. Öyleyse bu Hollandalı Martin Bouma başka bir diyardan mı bahsediyor? Yoksa zaman ve mekân algımızda bir bozulma mı var? Zihnimiz alt üst oluyor ve geriye bakıyoruz; batı ülkelerinde akıl hastaları yakılırken atalarımızın onları musiki ile tedavi ettiklerini görüyoruz! Bazı Avrupalı seyyahların hatıralarına kulak veriyoruz; ‘ on bin Türk camiden dağılırken en küçük bir kargaşa ve gürültü yaşanmıyor ama bizde on tane Alman bir araya gelse ortalık velveleye boğulur’ diyenlerin şaşkınlıklarını duyuyoruz. Rüyada mıyız, neyiz; bu Hollandalı gerçekten Türkiye’den mi bahsediyor? Hollanda’da sadece ‘ vaka’ muamelesiyle karşılaşan kişi burada ‘ insan’ olarak görüldüğü için sağlığına kavuştuğunu söylüyorsa neye hükmedeceğiz? Çok kısa zamanda mucizemsi bir değişimle aslımıza mı döndük? Tek bir hastanede ve bir kürsüde yaşanan ileri düzeyde insancıl bir istisnai tıp etkinliği ile mi karşı karşıyayız? Yoksa değişen bir şey yok da, sadece bir Avrupalıya uygulanan özel muamele mi söz konusudur? Elbette bir Hollandalıya bunu söyletebilmek hoş. Hatta sadece ona söyletebilmiş de, başkalarında genellikle aksi duygu uyandıramamışsak dahi hoş. Fakat bu örnek, bizim gerileme sürecimize damgasını vurmuş temel kişilik zaaflarımızdan ‘ kendi insanına şiddetli, başkalarına yumuşak’ davranma huyumuzun bir yansıması ise hoş değil, boş bir haber! Şüphesiz yabancıya, özellikle de misafire karşı olabildiğince iyi davranmak hem töremizin, hem de dinimizin gereği! Ancak bu yönde duyarlı davranabilirken kendi insanımıza sevgisiz ve saygısız yaklaşmamız ağır bir hastalık değil mi? Kur’anı Kerim Müslüman kişiyi tanımlarken ‘ kafirlere (düşman ettiklerinde) karşı şiddetli, kendi aralarında ise yumuşak’ ifadesini kullanır, ‘ inananlara karşı alçakgönüllü, inanmayanlara karşı mağrur’ diye ölçü koyar. Oysa yüzde 99’u Müslüman (?!) bilinen bu toplumda ‘ el iyisi’ olma dürtüsü derin ve sinsi bir kasırga gibi herkesi etkiliyor. Kendi insanına hor bakıp başkalarına şirin görünme hastalığı öylesine yaygın ki, kitlelerin nabzını çok iyi tutabilenleri bile pençesine alıyor. Mesela Erdoğan, Diyarbakır ziyaretinde kendisine pankart açan PKK’lılar karşısında ‘ daha fazla demokrasi’ vaatlerinde bulunacak kadar hoşgörülü davranabilirken, başka bir yerde ‘ fabrika istiyoruz’ diyen vatandaşa ‘ devletin sırtından geçinme devri bitti’ diye fırça atabilmektedir. Oysa PKK’lılar her durumda ona düşmandırlar, beride fabrika isteyen vatandaş ise ya taraftarı veya taraftar adayıdır. Belki de Batı’nın üstünlüğü, Kur’anı Kerim’in ‘ birey tanımı’ndaki hikmeti kendine uyarlamasındandır: – Başkalarına karşı şahin, kendi insanına güvercin. Bizim alçalışımız da, kendi hikmetimizi tersyüz etmemizden: – Başkalarına karşı güvercin, kendimize karşı şahin!