bildirgec.org

deadcall

11 yıl önce üye olmuş, 8 yazı yazmış. 28 yorum yazmış.

My Life Without Me

deadcall | 10 June 2008 12:14

My Life Without Me

Ann(Sarah Polley) daha çok gençtir. Annesinin bahçesinde bir karavanda eşi ve 2 çocuğuyla yaşamaktadır. Bir gün gene hamile olduğunu düşüncesiyle hastaneye gider. Kanser olduğunu ve 2 aylık ömrü kaldığını öğrenir. Kendisine ölmeden önce yapması gerektiği düşündüğü şeylerden bir liste yapar. Bir yandan listedekileri yaparken, diğer yandan hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam eder. Isabel Coixet yönetmenliğindeki film acıyı ve neşeyi birlikte işliyor. Mutlulukları bulabileceğiniz bir film. Görüntüler ve müzik gerçekten çok iyi. Herkeze şiddetle tavsiye edebileceğim bir film. İyi sehirler

Ölüm allahın emri, ayrılık olmasaydı

deadcall | 10 June 2008 12:03

Orhan Veli’nin kitabe i seng i mezar adlı şiirinin bitişi. “Ölüm allahın emri, ayrılık olmasaydı.” Aslında sadece bir şiirin sonu değil, başlı başına bir şiir. İçindeki anlam derinliği o kadar geniş. Örnek olarak benim biraz sonra anlatacaklarım.
Kız arkadaşımla nette konuşuyoruz. Ama içimde öyle bir sıkıntı var ki, beni boğuyor, nefesimi kesiyor, kalp atışlarımı dengesizleştiriyor. Ona içimdeki sıkıntının böyle şeylere inanmasam bile pek iyi olmadığını söylüyorum. O da bana saçmaladığımı söylüyor hatta böle bir şeye benim inanmış olmamdan ötürü şaşkınlık duyuyor. Ben ise tekrarlıyorum, “Bir yer de kötü bir şey oluyor”. Kendimi bu anlamsız ruh halinden sıyıramadığım için yatıyorum. Ertesi gün tekrar kız arkadaşımla konuşuyoruz. Bu sırada onun telefonu çalıyor. Konuşmadan telefondaki kişiyi dinliyor. Suratı birden değişiyor. Daha önce hiç görmediğim bir ifadeye bürünüyor. Sessizce iki kelime fısıldayıp telefonu kapatıyor. Bana titrek bir sesle : “kendini asmış” diyor. Dün bana o saçma gelen kalp çarpıntım sırasında sevgilimin arkadaşı boynuna ipi geçirmiş. Acaba hangi kelimemde tekmeyi vurdu sandalyeye? Evet çok mantaksız ama acı bir tesadüf. İnanmaya bilirsiniz ya da benim gibi tesadüf diyebilirsiniz. Ama önemli olan bu değil.

Küçük Mutluluklar

deadcall | 03 June 2008 10:06

İnsanları anlamak zor.
Küçük şeylerle mutlu olabileceğimizi bildiğimiz halde neden mutlu olmuyoruz. Ufak şeylere çok çabuk sinirlenebiliyor fakat küçük şeylerden mutlu olamıyoruz. Devamlı bir mücadele. Öyle bir mücadele ki gırtlak gırtlağa. Bir adım çıkabilmek için gerekirse 10 başı eziyoruz. Küfür ediyor, aşağılıyor ya da susuyoruz. Paylaşmak için değil, bir şeyler koparmak için uğraşıyoruz.
Böyle davranıyoruz çünkü hayat gerçekten zor ve pis. Böyle davranıyoruz çünkü ezilen taraf biz olmak istemiyoruz. Onlara kızarken onlar gibi oluyoruz. Çarkın dişlilerine katılıp yağlanıyoruz, yağlıyoruz. Zamanla aynadakinin kim olduğunu kendimize sormaya cesaret edemiyoruz. Aynaya bakmaktan korkuyoruz. Ama hala pis değilmiş gibi davranmaya devam ediyoruz. Aslında bunu düşünecek zamanımız bile olmuyor. Çünkü hızla dönen bu çarkın dişlilerinden biriyizdir artık. Nereye gittiğimizin, ne hale geldiğimizin farkında bile olmuyoruz. Hayattan keyif almayı, eğlenmeyi, sevmeyi ve sevilmeyi unutuyoruz. Yaşamayı sadece hayatta kalmak sanıyoruz. İşte o zaman aslında yaşayan cesetler oluyoruz. Gömülü olanlardan tek farkımız nefes alıyor oluşumuz. Belki de yatacak mezarımız olmadığı için hala nefes alıyoruz.

Varg Vikernes

deadcall | 30 May 2008 12:53

Varg Vikernes

Mahkemede, 21 yıl cezaya çarptırıldığı an
Mahkemede, 21 yıl cezaya çarptırıldığı an

Bebek yüzlü şeytan. Black Metal’in babalarından. Arkadaşını defalarca bıçakladıktan sonra alnının ortasına bıçağı saplayabilecek ve bunu da soğuk kanlılıkla anlatabilen bir adam. Norveç’in en büyük cezası olan 21 yıl ağır hapis cezasını aldıktan sonra da gülebilen biri.
Varg Vikernes’in gerçek adı Kristian’dır. Fakat bu ismini asla kullanmamıştır. 11 Şubat 1973’te Norveç’in Bergen şehrinde doğdu. Birçok grupla çalışmalar yaptıktan sonra tamamen kendine ait olan Burzum’u kurdu. Yaptığı müzik kesinlikle farklı ve karanlıktı. Sadece black metal değil, dark ambient çalışmaları da oldu. Black metal dinleyen biri olmasam bile Burzum kendisini bana bile dinlettirdi. Çünkü gerçekten farklı çalışmaları var. Gecenin bir yarısı karanlık bir ortamda dinlendiğinde cidden insanının psikolojisini etkileyebilecek bir müzik olduğunu kabul etmek gerek. Bu kadar karanlık bir müzik yapan adamın kendi düşünceleri çok daha beter.
Kendisi bir Neo-pagandır ve hristiyanlıktan gerçek anlamda nefret etmektedir. Varg suçlu bulunamasa bile, 12. yy. dan kalma Fantoft stave Kilisesi 6 Haziran’da kundaklandıktan sonra, Aske EP adlı albüm kapağına bu kilisenin kundaklandıktan sonraki fotoğrafını koymuştur.

The Crow (1994)

deadcall | 29 May 2008 11:20

The Crow, yönetmenliğini Alex Proyas‘ın üstlendiği, başrollerinde Brandon Lee ve Michael Wincott‘un paylaştığı 1994 yapımı film. Brandon Lee filmde rock gitaristi Eric Draven’ı canlandırmaktadır. Nişanlasına tecavüz edildikten sonra ikiside öldürülür. Fakat Eric geri dönecek ve intikam alıcaktır. İnanışa göre; dünyada bazı işlerini tamamlayamadan ölenlerin ruhları bir karganın bedeninde tekrar dünyaya gelirler. Ve ancak kendilerine yapılan yanlışları düzelttikten sonra diğer tarafta huzur bulabilirler. Sıradan bir konu gibi görünmesine rağmen film gerçekten etkileyici. Sevginin gücünü anlatmaya çalışan bu filmde, Michael Wincott kötü adam olarak karşımıza çıkıyor. Ve benim fikrim hakkını da veriyor.
Filmin üzücü tarafı ise, film çekimleri sırasında Brandon Lee’nin ölümü. Filmde kuru sıkı kullanılması gerekirken, gerçek silah kullanılıyor. Filmin geri kalan kısmı ise bilgisayar yardımıyla yapılıyor. Benzeyen birini bulup, Brandon’ın yüzü bilgisayarda ona aktarılıyor.

Nanking Katliamı

deadcall | 29 May 2008 10:03

Nanking katliamı, 1931 de Mançurya’dan başlayan Japon işgalinin kanlı Nanking durağıdır. Japonya’nın bu yüz karası insanlık suçu gerçekten şok edici boyutlarda olmuştur. 300,000 den fazla Çinli’nin katledildiği bu katliamda, 20,000 den fazla kadına tecavüz edilmiş ve bunların çoğu ne yazık ki çocuk yaşlarındadır.

Japonya 1937’de Nanking’e girdi. Sadece esir aldıkları askerleri değil, sivil, çocuk, kadın, yaşlı ayırt etmeden katletti. Öldürme yöntemleride çok vahşi boyutlardaydı. sadece 155,000 tane yanmış ceset bulundu. Yaptıkları işkenceler insanının kanını dondurucak cinstendi.

Det Sjunde Inseglet

deadcall | 29 May 2008 09:36

Det Sjunde Inseglet

Yedinci Mühür, usta yönetmen Ingmar Bergman‘nın 1957 yapımı bir klasiğidir. Başrollerini Gunnar Björnstrand (Jöns) ve Bengt Ekerot (Death) paylaşmaktadır. Filmde haçlı seferlerinden dönmekte olan Jöns’ün karşısına ölüm çıkıcaktır. Jöns hayat ve tanrı kavramını sorgulayan biri olduğundan ölmek için çok erkendir. Jöns, Ölüm’ü stranç oynamaya davet eder. Ve yolculukları boyunca yaşadıkları olaylardan, hayat ve tanrı kavramlarını sorgular. Siyah beyaz olan bu film‘de Max von Sydow‘da Antonius Block rolünde karşımıza çıkıyor.
Ölüm, sanat, hurafeler, savaş, din ve hayat kavramlarını sorgulayan bu filmde herkezin kendi görüşünü çıkarması mümkün. Eski bir film olmasına rağmen değindiği konular her zaman güncel olan konular ve çok çağdaş bakış açılarıyla irdelenmiş. İçine şeytan girdiği düşünülen kız yakılmadan önce Jöns’ün kızla olan dialogu hafızalardan silinmeyecektir.
Benim görüşüm; hiç bir teknolojiyle yakalanamıyacak atmosferi, felsefenin dibine inmiş sözlerleri ve yönetmenliğiyle tam bir şaheser. Çok ağır konulara deyinmesine rağmen film kesinlikle akıcı. Sadece bazı cümlelerden sonra düşünmeye kalkarsanız filmin birazını kaçırıyorsunuz. Ama sıkılmadan defalarca izlenebilecek bir film olduğu için bu eksiği de ortadan kalkıyor. Kesinlikle herkezin izlemesi gereken bir film. İzleyecek olanlara tavsiyem filme tam anlamıyla odaklanmaları.

Grigori Yefimoviç Rasputin

deadcall | 28 May 2008 10:15

Grigori Yefimoviç Rasputin

Kâhin ya da şarlatan olabilir ama kesinlikle kolay ölmeyen biri. Kendisine kurulan birçok suikastten kurtulduğu bilinir. Zehir ve kurşunla ölmediğine inanılan bu Çılgın Papaz’ın penisinin de 30 cm olduğu ve St. Petersburg müzesinde sergilenmekte olduğu da gerçektir. Şimdi biraz daha yakından tanıyalım.

Grigori Yefimovich Rasputin 22 Ocak 1869 yılında, Ural Dağları’nın eteğindeki Pokrovskoye köyünde dünyaya merhaba dedi. Jefim Jakoviç’ten olma Anna Wasiljevna’dan doğmadır. Ailesi, kendisine ait topraklarda çiftçilik yapardı.