bildirgec.org

creme brulee

11 yıl önce üye olmuş, 3 yazı yazmış. 14 yorum yazmış.

hes be annem!

creme brulee | 30 June 2010 10:35

dünyamız milyonlarca yıl önce, henüz sadece bir toz ve gaz bulutuyken, başına gelecekleri bilse yine de insanoğluna yaşama fırsatı sunar mıydı acaba?

niye mi?

dünyanın iklimi hızla değişiyor.

denizler hızla kirleniyor, tatlı su kaynakları tükenmek üzere.

hızla tükenen kaynaklara fosil yakıtlar da ekleniyor. çeşitli kurumlarca yapılan projeksiyonlar, mevcut enerji politikalarının ve enerji arzı tercihlerinin devam etmesi durumunda dünyamızın birincil enerji talebinin 2007 – 2030 arasındaki dönemde yüzde 40 oranında artacağını gösteriyor.

alternatif enerji kaynaklarına ihtiyacımız olduğu kesin. kesin ama bu kaynakları dünyaya yeni zararlar vermeden nasıl bulacağız, kullanacağız? fosil yakıtların neden olduğu sera gazları küresel ısınma ve iklim değişiklerine yol açıyor; nükleer enerji kaynakları toplumsal, çevresel ve ekonomik açıdan yüksek maliyetli.

her biri birbirinden beter binlerce küresel felaket senaryosu kapımızda. her gün bir yenisini öğreniyoruz kitle iletişim araçlarından. peki ama ne kadarı gerçekçi öngörülere sahip? bunu anlamak için fazla da bilimsel olmadan ve kafa ütülemeden gelin minik bir beyin jimnastiği yapalım.

kendi kendine yetebilen kaç tarım ülkesinden biriydik siz ilkokul sıralarında okurken? kaç sene öncesine kadar evinizin musluğundan su içebiliyordunuz? mart-nisan-mayıs ayları sizce de hala ilkbahar ayları mı? metrekareye düşen görülmemiş yağış miktarları hakikaten bir daha görülmeyecek mi?

dünyanın çığlıklarını hala mı duymadınız?

dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ilgi bütün bu sayılan sebeplerle artıyor. büyük devletler araştırma kaynaklarının büyük kısmını bu alana kaydırmaya başladı bile. fosil yakıtların tükenebilirliğinin anlaşılması, yol açtıkları büyük iklimsel felaketler bu alanda çoktan rekabet yaratmaya başladı. bugün dünyada büyük çevresel felaketlere neden olan birçok ünlü firma bile bu konuda arayışlarda, çünkü buradan da büyük ekmek var.

peki ya yalnız ve güzel ülkem tüm bu işlerin neresinde?

hadi o zaman bir soru daha.

avrupa’da rüzgâr enerjisi potansiyeli bakımından en zengin ülkelerden birisi; jeotermal enerji zenginliği yönünden dünyada 5. sırada; yıllık ortalama toplam güneşlenme süresi 2.640 saat ki günlük toplam 7,2 saate karşılık düşüyor ancak güneş ışınımının sadece yüz binde ikisinden yararlanıyor, acaba kimdir kimdir desem?

bingo. bildiniz, türkiye.

yenilenebilir enerji konusunda büyük bir potansiyele sahip olmakla birlikte türkiyenin son beş yılda elektrik enerjisi tüketim artışı yüzde 43. söz konusu artış dünya ülkeleri arasında gerçekleşen en yüksek artışlardan biri. ancak, hamdolsun teğet geçen ekonomik krizin, elektrik enerjisi talebindeki artışı frenlemesinin beklenen elektrik enerjisi krizini birkaç yıllığına ertelediği konuşuluyor. türkiyenin 2008 yılında enerji hammaddeleri ithalatına ödediği rakamsa, tüm ithalat tutarının yüzde 24’üne eşit.

kadere de inanmıyorsan daha da senle tartışmam!

creme brulee | 22 May 2010 16:35

Ali İhsan Çam ile Ali Kazan muhtemelen hayatlarında hiç karşılaşmamışlardı. en sevdikleri yemek de aynı değildi belki, dünya görüşleri de. ama ikisinin de hayatları boyunca tahayyül edemeyecekleri bir ortak noktası vardı adına “kader” denilen. Ali İhsan Çam, ikibinsekiz yılında tuzla tersanesinde hayatını kaybeden tersane işçilerinden biriydi. Ali Kazan ise ikibindokuz yılında bursa mustafakemalpaşa maden ocağında meydana gelen bir grizu patlamasında hayatını kaybetti. onların ölümlerine neden olan asla ihmal, çalışma şartlarının iyileştirilmemesi, rant, para, hırs ya da yoksulluk değil tamamen kaderin bir cilvesiydi. tıpkı sağ olsun babamız sayesinde imza attığımız iş sözleşmeleri gibi. gerçekte hepsinin de alnında “babam sağ olsun” yazıyordu. kiminde minnetle, saygıyla; kimindeyse bananeyle, bahaneyle.

eyjafjallajökull’de mahsur kalmış 21.yüzyıl don kişotlarına..

creme brulee | 06 May 2010 17:24

içinde kopan fırtınalar, izlandada o adını kimsenin telaffuz edemediği yanardağın tepesinde kopanlardan çok da farklı değildi. yanardağın acımasız kül bulutları insanları gittikleri yerde kalmaya zorlarken, don kişot da o insanların bian önce gitme isteğinden başka bir isteğe sahip değildi. bununla beraber o insanlarla arasındaki fark; onlar felaket karaborsacılarına normal fiyatın beş, on kat fazlasını ödeyerek herhangi bir araçla olay mahallinden tez elden uzaklaşmaya bakarken, don kişotun bütün servetini verse de kaçacak bir delik bulamamasıydı. ne de olsa kaçacağı yer ben, bizzat, kendim dediğiydi. kül bulutları peşi sıra don kişotu kovalarken, o hala etrafındaki insanları korumaya, önemsemeye, sevmeye ve anlamaya çalışmaktaydı. bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır şiarıyla büyüyen bu beden, vefanın istanbulda bir semt ismi olduğundan hala bihaber yaşamakta; anlamsız hareketlere kendince anlamlar ararken bi adet navigasyon cihazına ihtiyaç duymaktaydı. cihazın pahalılığından değil de gürültü kirliliğinden muzdarip bünyeler için isviçreli bilim adamları acil bir cihaz geliştirmeliydi. yoksa hayatı anlamaya, anlamlandırmaya, tanımlamaya çalışan daha çok beden bu uğurda heba olacaktı.