bildirgec.org

c.b.

11 yıl önce üye olmuş, 8 yazı yazmış. 2 yorum yazmış.

Bir enteresan Vapur Mes’elesi

c.b. | 25 April 2006 19:33

Otobüs yenileneceği zaman bir alkış tufanı kopar da neden vapurlarda bir sorun var?www.ibb.gov.tr deki yeni vapur modellerinin sergilendiği ankete eski vapurların kalması şeklinde bir seçenek koysalardı,eskiler mi kazanırdı?
Vapuruyla bütünleşmiş halkıma selam olsun ammavelakin sorunun neden vapurların yenilenmesinde olduğunu anlayamadım.Yeni modellerde de kuşları hamur işi ürünlerle besleyebilmek için yeterli yer ayrılmış durumda.Vapurda sigara yasaklanacağı haberlerinin çıktığı dönemde,gazetemden nasiplenen adam bu uygulamaya da küfür etmişti.Hayır,ileriye doğru atılan adım neden bu kadar rahatsız eder ki?Çok romantikiz madem,Şirket-i Hayriyye’den hatıra vapurlarla sağlayalım deniz ulaşımını.Zamandan tasarruf etmenin,sabahın ilk saatlerinde vapura koşan insanlar için önemini,sıcak yatakta geçirilen 5 fazla dakikanın insana ifade ettiklerini anlatabilirsem birilerine,onlar da eskileri kalsın demeyecekler.
Eğer vapurların yenilenmesinde bir sorun varsa- ki neyazık var-
o da vapurların neden Norveç’e yaptırıldığıdır.Türkiye’deki tersaneler ve ana haber bültenlerinde çıkan zenginlerinin yatlarını ucuz olduğu için Türkiye’de yaptırdıkları haberleri,Norveç’te yapılan vapurlara karşı kötü hisler oluşturuyor içimde ben yapmasam da başkaları kazıyacak nasılsa aşklarını,toplu taşıma araçlarının çeşitli köşelerine.
Ne düşünüyorsanız bu konuda,ister olumlu ister olumsuz yine de www.ibb.gov.tr ‘ye girip oyunuzu mutlaka kullanın,hiç değilse
ilerde kullanılacak vapurlarda sizin de fikriniz alınmış olur.

Nizam ve Osman

c.b. | 25 April 2006 19:11

Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın başveziri Nizam-ül Mülk idi.Alparslan öldü,Nizam-ül Mülk Alşparslan’ın oğlu Melikşah’ın yanında görevine devam etti.”Ata” deniliyormuş bazı kaynaklara göre kendisine,Melikşah tarafından.
Bunları niye mi yazıyorum.Selçuklu devleti İran’a da hakimdi,Anadolu’dan da geçerdi,Bağdat’a da uzanırdı.Nizam-ül Mülk Türk değildir,İranlıdır.İranın yetiştirdiği biri olmasına rağmen,Selçuklu devletini bizzat kendisi şekillendirmiştir.En önemlilerinden biri hiçbir zaman devlete karşı harekette bulunmamış,devlet ve millet de hiçbir zaman ona “İçimizdeki Yabancı” muamelesi yapmamıştır.
Gelelim günümüze,Osman Baydemir mes’elesine,hakkındaki suç duyurularına,çevresindekileri yatıştırmasına ve bir Türk olarak yazacaklarıma…
Selçuklu gittiği yerde,bölgelerinde sevilenleri yerel yönetimde kullanıyordu,içlerinden başarılı olanlar da devlet kadamelerinde yükseliyorlardı.Biz,yerinde yöresinde sevilen bir adamı,halkının öfkesini dindirebilmek için uğraşırkenki davranışları yüzünden suçluyoruz.
Aslında doğru olan Selçuklu İmparatorluğu’nun sistemidir.Osman Baydemir gibi kişiler,lanetlenmek yerine;hem kendisi hem halkı hem de devleti için olumlu olan neyse,onu yapmaya teşvik edilmelidir.

okullarda yaralama üzerine….

c.b. | 19 April 2006 21:27

sömestr tatilinde “iqra”(oku!) emrini bıraktım, “imşi”ye uyarak yürüdüm, yürüdüm; hedefim internet kafeydi. orta okulun ilk sınıfında, hem de okulda müptelası olduğum half-life’ı oynamaktı tüm amacım, 2 senedir oynamıyordum, paslanmıştım ama hala çok güzel adam öldürüyordum. şartlamıştım kendimi, pusudaydım; gelirse biri işi bitecekti. o kadar konsantre olmuştum ki, yanımda oturup sigara içenin kim olduğuna dikkat dahi etmedim. 2,5 saat geçmişti, kalkma zamanı gelmişti; nasıl bir sigaraysa o tüttü de tüttü ben oynamaya çalışırken. giderayak ilk kez gittiğim bir yerde kavga çıkarmak istemezdim, ama uğraştıktan sonra sigarayı üstüme sindirmeyi başaran kişiyle tanışmak istedim. 8 yaşında olduğunu duyduğumda,tabii ki de güldüm; “ne oğlum o sigara,habire içiyorsun?” diye çıkıştım doğal olarak, kolay avdı 8 yaşında bir çocuk ama yaşından beklenmeyecek bir ciddiyetle “sanane” dedi. o ciddiydi ama davranışı ve sigarası o bedende komik duruyordu. anlatmaya çalıştım. o artık büyümüştü, zaten “banane”ydi ve arkası vardı. 8 yaşında bir çocuk tarafından tehdit edildim. yapacak birşey yoktu, güldüm.

Büyüyünce GANGSTER olacağım…

c.b. | 19 April 2006 21:24

“1930’ların gangster ve mayfa dünyasında geçen oyun statüye, paraya ve saygıya dayanır. Oyuncular suç işleyerek, araba çalarak ve arkadaşlarını hapisten kurtararak kıdem puanı alırlar. Hatta kendi organize suç zincirinizi kurarak banka soyabilir ve sessiz yollarda arabalara bile el koyabilirsiniz. Karanlık suç dünyasının derinlerine indikçe, birçok oyuncu kumar, kaçak içki satışı ve hatta uyuşturucu satıcılığı gibi başka iş olanakları bulabilir.”
Bu paragraf bir oyundan alıntı.Oyun demek,böyle bir içeriği barındıran saçmalığı masumlaştırmaktan başka birşey değil.Ne yazık ki,popüler olan birkaç internet oyunundan biri.

irak ta iki ates arasinda kalan gencin olum ani

c.b. | 19 April 2006 21:22

36 Saniyelik bir videoda Irak’ta Yaşamak …

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer,

Sonra bu kuş,bu bahçe,bu nur.

Diyarların anasıydı Bağdat.Oradaki kuş,bahçe ve nur hayat ışığıydı oranın insanına.Sonra işgaller,yağmalar,savaşlar,dikta yılları yüzyıllarca kovaladı Irak insanını.Başka kıtaya geçildi:

Ve gönül Tanrısına der ki:

–Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm yeter ki

Gün eksilmesin penceremden.

Her şeye rağmen yaşamak güzeldi,kolay vazgeçemez insan ki her seferinde lanet ettiği hayatından.Hakkıydı Hakka tapan Iraklının yaşam.

Otobüs kuyruğunda akla gelenler…

c.b. | 19 April 2006 21:20

Otobüse binerken ilk aklından geçen,sol arka koltuğu kapmak.Olmadı,kenara bir yere geçerim,öğrenci olduğum kıyafetime dikkat edilmeden,beceriksizce uyuyor numarası yapan toy halimden de anlaşılabilir.
Yok,geç kalmışsam ya da kuyruğa son anda girmişsem,asla kuyrukta gerçek yerimi alamayacağımı biliyorum.”İskele verilmeden atlamayınız” yazısına baka baka uçan adamlar gördükçe,otobüs sıralarında itilmeyi de kanıksıyor insan.Zaten öğrenci olduğum için oturma hakkım da yok,umursamıyorum öyle zamanlar.
Çok düşündüm,”evladım kalk ayağa amcan otursun” cümlesini hayatının mottosuymuş gibi dillendirenler,hiç “biz insan yerine konulmuyoruz” diye düşünmüşler midir?Yoksa hayatlarındaki tek aktivistlik bu cümleyi söyleme suretiyle rahat bozmak mıdır?Bunlar bir 19F otobüsünde aklıma gelenler.Suçumun genç bir vücuda sahip olmak olduğu otobüs.Ayaktayım,pazardan gelmiş bir kadının sebze poşetleriyle kucak kucağa.Biz birbirimizi ezerken,hala “ilerleyelim” diyen muavin,yaptığının farkında mıdır,”bugün de kimse uyanmadı” cümlesiyle şükretmiş midir tanrısına acaba?
Haksızlık derken,kaç kişi iki bilet verilen otobüsleri düşünerek adamakıllı sövmüştür?Tek biletin parasını ucu ucuna yetiştiren adamın oturma hakkı yok mudur?
Bir gün birilerinin sesi çıkacak umarım.Kadıköy’e eşya taşıyan adamın bavuluyla kardeşçe gidiyorum bazen.Tutacak bir yer bulamadığımdan,bavulla beraber senkronize sallanıyorum otobüste.Hayır,ben bavuldan farklıyım ve diğer insanlarında pazar poşetlerinden farklı olduğunu hatırlatmak adına,insan gibi yaşabilmek için birşeylere karşı çıkmak gerektiğini söylemek istiyorum.Ama birbirine benzeyen bir sürü yüz,”böyle gelmiş böyle gider”cesine bakıyorlar.

Dünyada insanlığını bilmekten,insanca yaşamaktan daha güzel,daha doğru bir iş yoktur

c.b. | 19 April 2006 21:18

“Dünyada insanlığını bilmekten,insanca yaşamaktan daha güzel,daha doğru bir iş yoktur.” diyordu Montaigne “yaşama” sanatını betimlerken.
Yaşamayı bir sanat olarak belleyenlerden Çetin Altan da bu konuyu irdeler durur:Etli,şaraplı,kadınlı,kahkahalı hayatlar ve diğerleri.Bir tarafta “ölmeden önce yaşamı değerlendirmeye odaklanmış medeniyet” öbür tarafta “öldükten sonra ödüllendirilmeye odaklanmış medeniyet”,bir tarafta “yaşam kalitesi” açısından dünyanın bir numaralı şehri Zürih’te “etli şaraplı,kadınlı kahkahalı bir deneyim”,öbür tarafta “rensiz,kadınsız,kahkahasız,baskılı bir dünya”
Birbiriyle çarpışan iki farklı kültüre ayrı ayrı sahip olan ama ikisinden de doğruları alarak kendine göre sentez oluşturmaktansa,birlikteliklerinden doğan kaosu ayrı bir kültür belleyenlerin ülkesine yeni bir haber geldi geçen hafta:Kuveyt tarihinde ilk kez kadınlar,ara yerel seçimde oy verdiler.16 bin kadın katıldı seçime,annelerine ninelerine nasip olmayanı,yaşadıkları ülkede tatmanın keyfiyle.
“İnsanca” yaşamanın ilk adımıdır bu ara yerel seçim.Yönetici kesimin belirlenmesinde fikri alınarak ilk kez “insan yerine” koyuluyorlar,yani hakkettiklerini alabiliyorlar,zaten bundan dolayı “kadınların zaferi” diyerek sunuluyor haber.
Türk kadını ile Kuveytli kadın arasındaki farkı gözümüze sokulan “iki Ahmet farkı” temalı fotoğraflardan da anlayabiliriz.Bizim “Ahmet”imizin daha albenili olması doğduğu ülkenin liderinden ileri gelir.22 Kasım 1916 tarihinde günlüğünü aldığı notta gizlidir Atatürk’ün:
“Gece saat 9’a kadar Erkanıharp Reisiyle örtünmenin kaldırılması ve toplumsal yaşamın düzeltilmesi hakkında sohbet;1)güçlü ve hayata vakıf anneler yetiştirmek,2)kadınlara özgürlüklerini vermek,3)kadınlarla bir arada bulunma,erkeklerin ahlakı,düşünceleri,duyguları üzerinde etki yapar.”
Batılılaşmayı batılı standartlarda yaşamak yerine fes takıp gezmek olarak görmeyen Atatürk’ün,bırakın kadınların,tüm insanların dışarıya çıkmaya korktuğu bir zamanda,savaşın tam ortasında yazdığı son madde;bakana kız çocuğunu okula göndermeyeceğini fütursuzca söyleyen adamdan daha muhafazakarların yaşadığı bir dönemde,Çetin Altan’ın belirttikleriyle birebir uyuşur.
Toplumdaki herhangi bir aksaklığın geneli ele verebileceği düşüncesinden hareketle;kadınların olmadığı sofra,bu sofradaki renksizlik tanımı ile “Eşitsizlikten bunalıp ameliyatla erkek olan 5 Suudi kadın” haberi her daim aklımızda olsun.
İki gerçekli,iki “Ahmet”li bir dünyada Kuveyt gibi geç bir açılım yapmaktansa şansı sayesinde Atatürk gibi bir lidere sahip olup,kadınlarına bu hakkı modern Avrupa ülkelerinin çoğundan önce veren Türkiye,dilerim ilerde kız çocuklarının okuma hakkını elde etmek için ana haber bültenlerine çıktıkları günler yerine,eşitliği ve erdemini tam olarak kavrayabilmiş insanların “şen,kahkahalı” yaşadıkları günlere sahip olur.

Kadınlar, kadınlarımız…

c.b. | 19 April 2006 21:13

“8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri organizasyonlar ve eylemlerle kutlanırken, Karabük’ün Safranbolu ilçesi ve Çankırı Belediye Başkanlık koltukları bir günlüğüne meclis üyesi kadınlara bırakıldı.” Yine bir 9 Mart haberi. “Yine” diyorum, henüz liseye giden birinin hafızasında önemli gün ve haftalar, öyle rutin bir şekilde yerleşmişse bıkkınlık da normal oluyor. İçerik bakımından gülüp geçilecek, belki de bir daha akla gelmeyecek bir haber. Ama işin içinde 23 Nisan’da “Başbakan olursan n’aparsın?” durumuna düşürülmüş bir kadın meclis üyesi olursa, gülüp geçmesi o kadar da kolay olmuyor. Olsun, bir günlük de olsa saltanat saltanattır diye düşünmek daha mantıklı geliyor insana, ne de olsa bakire olmadığı için babası tarafından telle boğularak öldürülen kızlar yaşadı, yaşamaya çalıştı bu ülkede.
“Kadınlar, kadınlarımız; yemek tuzlu olduğunda tabağı kafasına fırlattığımız kadınlar, kadınlarımız” şeklinde şairane bir cümleyle de girebilirdim söze ya da okunduktan sonra akılda kalmayacak birkaç istatistikle. İşimiz istatistiklerle olmamalı, istatistiği istatistik yapan sayıların, insanların her biriyle ayrı ayrı ilgilenmek gerek. “Karılarımı alıp götürün ama tavuklarımı bırakın” diyen adama kızamayan güruhu uyandırmak lazım öncelikle. Tavuklarının karılarından daha önemli olduğunu öyle belirgin anlatıyor ki adam, kimse çoğul ekini fark etmiyor; karısını değil, karı-lar-ını.
Doğunun batısında, batının doğusunda olarak iki arada bir derede kalmış, iki tanımdan da bıkıp kendini “köprü” olarak nitelemiş canım ülkem, artık nerede olduğunu belirlemeli. Kadın milletvekili oranından da buraya gelebiliriz Türkiye-İran kıyaslamasıyla. Babası tarafından başlık parası için evlendirilen, üzerine kuma getirilen, kumayı getiren pişkin koca tarafından bir süre sonra kovulan ve babası tarafından tüm bunların suçlusu olarak görülüp evin yanındaki küçük ahırda altı yıl yaşayan kızla, Katar’da, hükümdar babasının istemediği bir adamla evlendiği için 2003’ten beri ev hapsinde olan kadın arasındaki kıyaslamayı yapmak daha gerçekçi. 30 yaşından küçük kadınların kararlarının eşi ya da babası tarafından alındığı Katar gibi bir ülke olmamalı ilk olayın yaşandığı ülkem, Türkiye.