bildirgec.org

buddhala

11 yıl önce üye olmuş, 124 yazı yazmış. 787 yorum yazmış.

Cardman

buddhala | 29 November 2006 16:12

Gelmişim 33′ üme. Elimde iki diploma var. Dilimde üç yabancı. Hala dönemsel çalışıyorum. Bazen bakıyorum arkama; “Ben ne yaptım?” diye tek müspet birşey yok. Lise ve üniversitedeki hormonal ilişkilerden başka, görüp de aşık olduğum ama yanına bile yanaşamadığım kızlar, annemin yaşım geçiyor diye öncesinde aşk cv si ile başvurumu benden habersiz yapıp, ardından buluşturduğu tanıdık kızları… hala bekarım. Bu bana koyuyor mu, koymuyor tabiki. Ama bazen geceleri gelen karabasanlarda aniden yataktan fırlayınca sana su getiren birinin olmaması ve tekrar uyumaya çalışırken sıkı sıkı sarılacağın örtülü bir meleğin yokluğu da hissediliyor.
Bazen de önüme bakıyorum; “Ben ne yapacağım?” diye. Tek bir umut yok. Kendime çok fazla kulvar, meziyet açmışım diye övünürken, hiçbirinde bir halt olmadığım sonucuna varıyorum. Bu somut bir kaybediştir. Ben kaybetmeyi severim doğrusu. Kaybetmeyi kabul etmek de bir meziyet sayılırsa, bu konuda alanımın önde geleni sayılabilirim.
Dost bildiklerime dert yanmayı sevmem. İçime ata ata da içim çürüdü yahu. Rakı balık sofralarında en uzaktaki yıldıza dalıp arkadaşlarım hayal kurarken, ben o yıldıza gidemedikten sonra niye orda diyecek kadar rahatsız mıyım? Şu yaşıma geldim hala yaşam sebebini soruyorum. Bol bol kitap okuyup bu sorunun cevabını giderebilir miyim, onu da bilmiyorum. Arkadaşlarıma söyleyince bu konuyu, bana abazalık başına vurdu herhalde deyip gülüyorlar. O an burnumdan soluyorum işte. Onları küçümsüyorum ve kapatıyorum tüm kapılarımı. Onlar benim gözümde, tek duyu organı penis olan, hatta yumurtalıklarından küçük beyinleri olan, bankacılık mağduru monitör kafalar. Sadece onlar mı peki? Tüm aylığını, doğacak bebeklerine birikim yapmak yerine, platin saçlarına ve made in Paris yazan takunya ve misvaklara harcayan karıları da öyle.
Tüm bu hesaplaşmadan sonra benim mükemmel olmam gerekiyor. Sonra posta kutuma bakıyorum tabi. Ruh ve beden halimin aylık nümerik dökümü. Bankalar hala kibarca uyarıyor beni, ödememi yapmam için. Faturalar da, bir var bir yok gidiyor. Bir de kredi kartlarının yeni üye işyerleri ilanları. Düşünüyorum da her bankanın böyle ekstre ve ıvır zıvır gönderdiğini. Sonra da Doğu’ da kalem, defter yokluğu çeken çocukları. Tüm bu ekstre ve ilan kağıtlarını toplayıp onların birkaç senelik defter ihtiyacını karşılarız sanırım. Ne kadar hayırsever bir insanım.
Evet doğru hayırseverim. Hayatımda o kadar “Hayır!” cevabını duydum ki. Artık bakış açımı da değiştirmeye karar verdim. Hayata bakış açımı. İş aramayacağım mesela. Şuan ucundan bir işim var ama onunda pili 2 ay sonra bitiyor. Yine yedek elemanlık yapamam. Şayet annem bana aşk “cv” si yerine iş “cv” si doldurursa ve kabul edilirsem belki.
Herşeyi annem yapıyor yerime, bir ara bunu fark ettim. Belki bu yüzden hiçbirşey yapmıyormuşum gibi hissediyorum. Aslında yeni bakış açım bu olabilir. Annemsiz hayat. Annemi artık sadece haftada bir ziyarete gideceğim. Ayda dört kez. Yılda kırksekiz kez…
……….

Papa’ yı Ajdar öldürecek!

buddhala | 28 November 2006 17:27

Papa’ yı Ajdar öldürecek(!). Tahminimce Ajdar, Papa için bir şarkı besteler önce. Sonra canlı yayında hristiyan olmak istediğini belirtir. Bu durumda Ahu ve Meriç de Ajdar’ a karşı Müslümancı bir kimliğe bürünür ve halkın sempatisini kazanır. Ardından Tülin, Caner’ e Papa’ nın imzalı tişortünü getirirse evlenebileceğini söyler ve Semra Hanım bu duruma el koyar. Papa’ yı görmek istediğini belirten Semra Hanım ve Ajdar Papa’ yı beklerken birbirlerini görüp aşık olur ve Papa’ nın yönettiği bir düğünde Fener Rum Patrikhanesinde dünya evine girerler. Çocuklarının ismi, Papa 1, Papa 2 ve … şeklinde limit sonsuza giderken Papa sıfıra yaklaşır. Meriç ve Ahu’ nun arası ise, Meriç’ in, Ajdar’ ın Papa için beslediği şarkıya dans etmesi sonucu bozulur. İşte şarkıdan birkaç mısra,

Kaygılıyız!

buddhala | 21 November 2006 20:56

Bu haberde KKTC deki Rum evlerini, arsalarını alanların 7 yıl hapis istemiyle yargılanacağı yazıyor.
Mevcut dış işlerinin yapacağı potansiyel açıklama: “Kaygılıyız!” canım benim…
Bu haberde de kendisine tecavüz eden adamı öldürdü diye 10 yıl hapse mahkum olan bir kadından bahsediliyor. “Endişe verici!”
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Hasankeyf için “Hasankeyf’in tarihi değeri kalmamıştır” demiş. Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Dönem Sözcüsü Ercan Ayboğa ise durumu kaygıyla izlediklerini belirtmiş.
Fransa, Ermeni soykırım tasarısını meclisten geçirdi. Mr. RTE: “Kaygılıyız!”
ABD, Kuzey Irak’ taki sözde Kürtlerin Türkmenleri katline ve tehcirine ortam sağladı. Mr. Gül: “K. Irak ta olanlar için kaygılıyız!”
Kim neden kaygılı acaba?

Şarap kazanmak ister misin?

buddhala | 18 November 2006 16:44

World Wide Wine… Sitenin üstünde koca koca yazıyor. Hayyam.com Şarap kültürü üzerine kurulmuş güzel sitelerimizden biri. Ayda bir yaptığı ödüllü iki soruluk bir yarışmada kalecik karası, öküzgözü, boğazkere, merlot un rubaili tadından kazanıyorsunuz. Şarap genel kültürüne güvenenler katılsın, kültürünü arttırmak isteyenler de siteye ufak bir göz atsın…

İki klip birden!

buddhala | 17 November 2006 21:45

İki tane klibi huzurlarınızda paylaşmak istiyorum. John Lennon un şarkısının yeniden yorumu A perfect Circle – Imagine ve Tool un The Pot şarkısının resmi olmayan klipleri. Özellikle Imagine klibi güncel konulardaki iki farklı ucu gözler önüne seriyor. The Pot ise yapanın ellerine sağlık!

İstanbul’ da Deprem

buddhala | 12 November 2006 16:15

Ablam gelmiş uzaklardan. Hava soğuk, dertleşe dertleşe uyumuşuz mışıl mışıl. Kolu boynumda, en son saate baktığımda gece 1:30 gibiydi. Kedinin kumu tepeleme sesleriyle dalmışım ben de sonradan. Bir ara kapıyı tırmalamayıp yemek ricasında bulunmuş sanırım ama ben uyumaya devam etmişim…
Üst kattan gelen adım sesleri beni ürkütünce, tam gözlerimi açacaktım ki, her yer kalp atışıyla senkronize bir şekilde sallanmaya başladı. Gözümü biraz aralayıp, üstteki kitaplığın hayat üçgeni oluşturmadan karnımızın üstümüze düştüğünü gördüm. Ablam yanımda çığlık çığlığa. Herkes feryat figan… Birden üstümüzdeki kolonun da çökmeye başladığını gördüm. Çatırtı sesleri ve toz, toprak. Ablamın kolunu kaldırmaya çalışıyorum ama o kadar ağırki, cansız gibi. Yastıkla yüzümüzü koruyup, olası göçükten sağ çıkma planı kuruyorum o halimle ama kolu kaldıramıyorum. Kol boğazımı sıkmış, zor nefes alıyorum. Bir hamleyle yastığı başımın altından çekip, ablamla benim yüzümün üstüne koyuyorum. Tam o anda kolon çöküyor. Ağzımdan kanlar geliyor. Ablamdan ses soluk yok. Kolonla sınırlı kalsa, koca bina çöküyor. Kediden de çıt yok, bir ara mouvlamaya devam ettiyse de.
O an bilincim yerine geliyor. Kalbim küt küt atıyor. Titreyen bedenim yeni bir deprem mi kuşkusu uyandırıyor, hayır titreyen sadece benim. Karnımda bir yük, kolumu hissetmiyorum. Ama ablamın kolu yok ortada. Ağzımın kenarında hafif bir ıslaklık. Gözümü aralamaya korkuyorum, ya tüm olanlar gerçekse. Yüzümün üstünde yastık yok. Kolum eski haline dönüyor. Yastığın altına koyup yattığım için kolum, hissizleşmiş. Gözümü açıyorum, gök mavisi tavan. Kitaplık yerinde. Ağzımdaki sıvıyı kontrol ediyorum. Beslenmem bozuk diye, ağzıma gelen salyadan başka birşey değil. Herşey normale dönüyor. Peki ya deprem olursa? Saate bakıyorum, 3:18. Ezan sesini duyup içime huzur dolar belki ama ezana daha çok var. İçime kurt düşüyor sonra. Haberlere bakmak istiyorum. İlla İstanbul’ da mı deprem olacak, belki başka yerde olmuştur. Babama, ablama çağrı atayım diyorum. Belki ailemin, ablamın orda deprem olmuştur? Saat gelince aklıma bu fikirden cayıyorum, gecenin bir vakti herkes telaşlanır. Gözüm kitaplığa dalmış, kitaplığın yerini değiştirmeyi kafaya koyuyorum sabah uyanınca. Uyuyup uyuyamayacağımı bilmiyorum bu ruh haliyle ama yataktan çıkmayacağım kesin. Kendi kendime soruyorum, kendini o kadar değersiz görüyordun, niye bu önlem? Bazen ölmeyi arzularsın da, ölmek ayağına gelmişti hani neydi o telaşın? Ablanın koluyla debelenirken, ağlayacak gibiydin ne oldu? Kendimi azarlamaya başladım. Ölmek çözüm değil ama ölürsem üzülürüm tabi. Kendime mi; hayır, aileme bir de birkaç kişiye… Hemen hoşlandığım kıza ilk gördüğümde açılmayı kafama koyuyorum. Madem böyle bir tehlike var, içimdekileri ona söyleyim bari, ne kaybederim? Dönüyorum kendime tekrar, “çok basitsin!” diyorum. Bu rüyaları önceden de gördün kaç kez! Hala kitaplığın yerini değiştirmedin. Hala o kıza açılmadın! Hem basitsin hem de sözdesin. Kendimle böyle tartışırken tekrar uykuya dalmışım…

Papa geliyor papa yalelel, yalelel!

buddhala | 11 November 2006 20:48

Papa’ nın geleceği önceden burada duyurulmuştu ama bu sefer Papa’ nın ziyaret programı belli olmuş. Papa’ nın uğrayacağı yerler arasında Anıtkabir de var. Bundan önce de Türkiye ye gelen nümerik papalar neden Anıtkabir e uğramadı o ayrı bir konu ama bu gelişin bence başka bir anlamı var. Uğrayacağı diğer stratejik yerlerin yanında Papa göz boyuyor olabilir mi? Bir söylenti ama Papa Fener Rum Patriği Bartholomeos’ u ekümenik ilan eder ve bunu aylık Vatikan gazetesinde duyurursa ne olacak? Ayrıca aklıma takılan başka bir soru Papa’ nın hangi sıfatla Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’ i ziyaret edeceği? Aranızda ne kadarınız biliyor bilmiyorum ama Papa hiçbir zaman bu ülkeye davet edilerek gelmedi. Hep ziyaret amaçlı geldi. Kötü niyet yok ama zorlama, kendi varlığını zorla kabul ettirme var gibi!
Kendimi Kurtlar Vadisi psikolojisinde gördüm canım…

Kırmızı Şarap, ölümsüzlük iksiri mi?

buddhala | 05 November 2006 13:30

Ntv deki habere göre, Harvard Tıp Okulu bilim insanları yaptıkları deneylerde obezleştirilen denek farelerine kırmızı şarap özütü verildiğinde, organlarının kendini yenilediği, glüko ve kalori yakımının düştüğü ve ömürlerinin uzadığını ortaya koydu. Bu gözlem sonucu elde edilen bulgulara inanmak için birbirlerine çimdik atmayı bile düşünen araştırmacılar, insanlar üzerinde yapılacak denemelerle, gelecekte sağlıklı ve uzun yaşam haplarının yapılması umuluyor. Bilim insanları, şarabın içinde bulunan ‘resveratrol’ adlı molekülü ölümsüzlüğün sırrı olarak niteliyor. Şimdi de kırmızı şarapta bulunan ‘resveratrol’ün insanlar üzerinde etkilerini araştırılacak.

Başkan Topbaş ve Danimarkalı işadamları el ele…

buddhala | 05 November 2006 01:26

Eski yazılarımı anımsamadan edemedim bu haberi görünce. Fransa’ ya protesto amaçlı kendisine verilen nişanı iade eden Teziç in alkışlanacak eyleminden sonra Rtük ün aldığı eylem şekline gülüp geçmiştim. Fransa ya Başbakanımızın ve halkın yüzde 30 unun katılımıyla başa gelip bunların içinden yüzde 40 ının seçimiyle tek başına iktidar olan hükümetin net tavrı tartışılırken araya bir balyoz girdi ki sormayın! Ortada ne Fransa kaldı ne de Papa… Balyozun hikmeti olsa gerek. Putperestliğe meraklı Akp li bir milletvekili onu Akp nin kutsal emanetler müzesine götürmeyi bile akıl etti, helal olsun. Şimdi de Müslüman aleminin Hz.İsa için asla akla getiremeyeceği karalamayı akıl edip, Hz. Muhammed e leke süren bir karikatüriste açılan davada beraat kararı veren bir hukuka sahip Danimarka nın işadamlarıyla görüşen Başkan Topbaş, onları bu topraklarda yatırıma teşvik etmeye çalışıyormuş. Bunlar Papa yla da kısa zamanda masaya oturur. “Al bakalım çok istediğin ekümeniklik, hadi bana biraz kasadan kadrolaşmamı sağlayacak sermayeyi sağla!” Ya da Fransa ile, “Hadi bak, millete sözde soykırımla ilgili oluşan tepkiyi yatıştırdım, alcatele de pazarda biraz daha esnek davrandım. Şimdi sıra sende, hazır seçimlerde yaklaşıyor. Cumhurbaşkanlığı da var ufukta. Göreyim kıyağını Fransa!”