bildirgec.org

buddhala

11 yıl önce üye olmuş, 124 yazı yazmış. 787 yorum yazmış.

4

buddhala | 02 July 2007 11:18

Odanın penceresine yöneldim ve aşağıdaki çocuklara gözüm daldı. Topu arabanın altına kaçmış, çıkarmaya çalışan; sırtında yazan isimlerden yola çıkarsak, Tuncay, Appiah, Necati ve Carewler çok şirin görünüyordu. Ardından Tuncay’ ın topu arabanın altından çıkarması, topu kaleye sürmesi ve kaleye şut çekmesi. Gol çığlıkları… oyun tek kale oynanıyordu. Bu zamanda da kimse kaleye geçmek istemiyordu. Kaleye geçmek istemeyenler… bu aklıma babamın küçükken söylediği erdemli sözleri getirdi. Dayımla babam aynı takımdayken, kaleye geçmek istemeyen dayımla atışmasından geliyor bu karakter tahlilleri. Kaleye geçmek istemeyenler, askere de gitmek istemezdi. Mezun olup baba parası yiyenlerin çoğu, küçükken kaleye geçmek istemeyenlerdi. Dayım da onlardan biriydi. Sınavlarına bir gün kala çalışanlar da kaleye geçmek istemeyenler diye sınıflandırılabilir. Kaleye geçmek istemeyenler, yenilginin faturasını kaleciye çıkarırdı; hırslı, topu kaybettikten sonra sorumsuz, bencil ve küfürbaz olurdu. Aşağıda top oynayan çocuklardan bu kimliğe uygun birini aradım ama bulamadım. Çünkü tek kale oynanıyordu. Teke tek oynanıyordu. Yenilen kaleye geçiyordu. Top uzağa giderse, yenilen çocuk topu getiriyordu. Genelde kavgalar, su birikintisine girmiş topun, “Kirlenmek güzeldir.” in aksine, birine çarpıp üstünü çamur etmesi sonucu doğuyordu.

Kayıp Haşemayı Bulma Duası

buddhala | 25 June 2007 10:21

-Beyler, kim önce atlayacak?
-Hakan atlasın, ondan çıktı fikir.
-İyi de ben yüzme bilmem.
-Oğlum, ben de bilmiyom.
-Kerim de bilmiyo.
-Eee, kim biliyo?
-Kimse!
-Uff, atla ya! Öğreniriz gibime geliyo.
-Hüseyin böyle öğrenmiş yahu! Tutmuşlar iki kolundan, atmışlar suya.
-Tamam ben atlıyom o halde.
Cufubss!!!
-Dur ben de geliyom.
Floşssş!
-Hakan, Kerim su soğuk mu?
-Hakan, hadisene oğlum!
-Kerim???
-İmdat, Ömür yardım et!
-Ömür yardım et, ne olur!
-Oğlum, ben yüzme bilmem!
-Ömür Abi, ölümü öp, yardım et bana!
-Oğlum Hakan suya bi girdi çıkmadı, sen ona yardım et hele!
-Ömür Abi boğuluyorum…
-Kerim sen Hakan’ ı tut elinden!
-Anne, baba!
-Anne yardım et?
-Dur Kerim, atladım kardeşim!
Floşsuss!
-Kerim tut elimden!
-Tuttum ama Hakan’ ı çekemiyorum ağır…
-Dur çekme beni aşağıya Kerim su yutuyorum!
-Be.. de yutuyo… Haka.. ağırla… beni aşa.ğı a… aşağ.. aşağı çekiyor.
-Kerim çekme beni aşağı, su yutuyorum. Anneeee!
-Ömür Abi kurtar bizi!
-Kerim saki.. sakin ol! İmdat!!!
-Ömür A.. bıra.. bıra.. bırakma bi.. bizi!
-İmdatt! Anneee, baba!

12

buddhala | 21 June 2007 10:12

anne

Anneme, beni görünmeyen bir sineğin ısırdığını söyleyince gülmeye başladı. O hep gülüyordu söylediklerime son zamanlarda. Banyo yaparken gülüyordu, aynanın karşısında saçını toplarken, fırından yemeği çıkarırken, babam kalçasını okşarken, gazete okurken, kanal değiştirirken…

Çamaşır mandallarından robot yapmama da gülmüştü. Altıma işedikten sonra, beni yıkarken de gülüyordu. Kardeşimin önlüğünü ütülerken de, babamın gömleğini ütülerken de aynı tebessüm vardı. Onun ağladığı anı görmek, beni mutlu edecekti sanki. Daha fazla takip ediyor, daha fazla ona bakıyordum. Sırf o ağlasın diye gereksiz yere ulu orta yerde ağlıyordum bazen ama tık yok, büyülü bir şekilde gülmeye devam ediyordu. Ona, onu sevmediğimi söyleyip, mutsuz etmeye çalıştım. Başımı göğsüne bastırdı ve beni sallamaya başladı. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda, beni dudağımdan öptü. O an ben de gülüyordum ve annem de gülüyordu. Yalan söylediğimi anlamıştı, blöf yaptığımı. Oyuna gelmemiş, yine gülmüştü.

Moda

buddhala | 15 June 2007 09:52

İçten gelen birşeyleri, hayal ederek yapmak. Gözünüzü kapayınca hemen bütünleşebilmek.
Sabahlamak yılın şu zamanlarında güzel oluyor. Toprağın uykudan uyanırken etrafa verdiği taze koku ve gündüz ile gece arasındaki geçiş esintileri. Huzur veren ezan sesi…

Başımdan geçen iki olay var. Bazı şeylerin ne kadar sahtekarca yapıldığının, mukaddes kitapların ezbere okunduğunun ve başların göstermelik örtündüğünün örneği. Yazı sonunda yine saflara bürüneceğiz ama amacım o değil. Birşeyleri içten yapmanız, varlığına inandığınız şeyleri gözünüzü kapatıp bir kere de hayal ederek ibadet etmeniz sadece.

13

buddhala | 05 June 2007 09:59

Yapacak birşeyim olmadığına karar verdim. Hava yağmurlu ve sabah, güneşli havaya aldanıp son anda almaktan vaz geçilen şemsiye geldi aklıma. Şemsiyeyi alsaydım hava açardı belki. Son sınavdan çıkmış, rahat rahat kara kara düşüneceğim bir bank aradım. Yağmur umrumda değildi. İnsanlar bana deli mi diye bakabilirdi ya da ilgi çekmeye çalışıyor deyip, umarsızca yanımdan geçebilirdi. Merak ediyorum, eğer bir amip olsaydım yine aynı ruh haline sahip olur muydum? Köşeye sinip diğer amipleri incelemeye başlar mıydım?

Değişik yaşam formları, değişik insan yaşamları, değişen insan yaşamları, değişen insanlar ve değişen ben. Lineer bağımsız ben. Normal şartlar altındaki (NŞA) baskılar. Matematik’ i seviyorum, bu yüzden. Tek sevdiğim ve uğraşınca emeğime, gösterdiğim ilgiye cevap veren Matematik kaldı. İçindeki bilinmeyenler yüzünden, korkutucu gelen birkaç diferansiyel problemi. Ameliyat masasında kurtarılmayı bekleyen bir kız gibi. Neşter gibi sıkı tuttuğunuz kalem. Kızın göğüsleri düzensiz inip kalkmaya başlıyor ve gittikçe daha yavaş nefes alıyor sanki. Hemen müdaheleye başlamalısınız. Problemde birkaç kapalı fonksiyon var ama. Sırayla açıyorsunuz kalemle. Kızın asık ve yorgun yüzüne renk gelir, çözdükçe soruyu. Kızın asık yüzüne baktığınızda; korkutucu gelen soru, birkaç operasyon sayesinde sıcakkanlı, neşeli bir hatuna dönüyor. İşte problemleri böyle çözüyorum ben. Kızlar yanağıma 25 puanlık öpücüğü kondurup gidiyorlar tabi.

Ceylan Dutu

buddhala | 01 June 2007 19:20

Frambuazlı Turta, Frambuazlı Çikolatalı Pasta, Frambuazlı Dondurma… Demek tahmin etmeye başladınız hemen. Bu yazının konusu Frambuaz. Evet devam ediyoruz. Can Dündar soruyor, Neden Frambuaz? Çünkü bu sual, benim yediğim şeyin ne olduğunu merak etmemden geliyor. Frambuaz deyince aklıma cahilliğimi mazur görün, 1/3 çilek, 1/3 vişne ve 1/3 ölçeğinde böğürtlen geliyordu. Aslında hala öyle aynı görüntü geliyor. Kırmızı olduğu aşikar ama iş tartışmaya açılınca durum değişti.

Herşey okulda arkadaşımın “Frambuaz nedir?” sorusuyla başladı. Yok, merak etmeyin evrenin başlangıcından bahsetmiyorum. Öyle kalakaldım bu soruyu duyunca. Bana biri kırmızı bir ineği işaret edip,

Aha, Frambuaz!
Aha, Frambuaz!

“Aha bak, bu işte tadından kulaklarının şınav çektiği frambuaz abicim. Biz bunu pastalara, dondurmalara ve bildiğin çoğu tatlılara katıyoruz. Bak bunlar da belgelerim, bu da çoğu siteye olan konuyla ilgili bağlantılar, tıkla ve gör! Öyle sadece yemekle olmuyormuş, yaaaa!” dese elimde delil yetersizliği olduğundan kabul edecektim. Frambuaz, sadece dondurma ve pastada yediğim ama dokunmadığım, pasta tariflerinde zengin işi diye geçtiğim çoğu pastanın yanında ismi kadar görüntüsüyle de entel duran bir meyveymiş. Aynı şey Avokado‘ da başıma gelmişti. Yazarken bile özel isimmiş gibi yazıyorum dikkatinizi çekerim. Üç memeli Migros’ tan meyve diye almıştık ama eve gelince dolması yapılabilen, ardından Migros’ a; tanesini 1 küsür liraya sattığı için, ev arkadaşıma ve Avokado’ ya saydırmama sebep olan, birşey çıktı. Başımdan geçen bu olay, Frambuaz’ a temkinli yaklaşmama sebep oldu. Neymiş bu Frambuaz? Nerde yaşar? Kaç çocuğu var? Kime oy verir? Hangi gazeteyi okur? Tuttuğu takım, dinlediği müzik türü, gelecekten beklentileri…

frambuaz
frambuaz

Sıradan Talebe

buddhala | 24 May 2007 10:59

Masada profesyonel biçimde hile dağıtır gibi kartları dağıtıyordu. Bir yanımda kart seçemeyen körler, diğer yanımda rest çekemeyen dilsizler. Kucağımıza oturup, erotik dansıyla elimize şans getiren uğur böcekleri de cabası… Bana gelen seride kartların hepsinin toplamı epsilondan küçüktü. Oyun tek el oynanacaktı. Herkes diğer elini, oyun başlamadan önce özel bir aşıyla hissizleştirdi. Ve suni teneffüs ziliyle oyun başladı.

Bende de diğerleri gibi dört kart vardı. Elimdeki kartlardan biri canlı bomba, biri eşit ağırlıkta sayısalcı, biri günah gibi özenle işlenmiş kilim ve sonuncusu fotosentez yapan takvim yaprağıydı. Hepsini toplayınca epsilondan küçük ediyordu. Tüm epsilonlar herhangi bir pozitif doğal insana tekabül ediyordu.

Kazandibi Hardcore

buddhala | 22 May 2007 11:39

Aslında çok önceden bu konu aklıma gelmişti. Tartışmıştım birkaç kişiyle, bana dar kafalı diyenler de vardı. Görüşleridir, belirtmekte özgürlerdir, saygı duyarım.

Bakkalda, manavda, bildiğin esnafta zılgıt çeke çeke reklamı yapılıp, bimbir gırtlak eseriyle satılmaya çalışılan memleketimin kendine has ürünleri, üstüne birkaç yabancı amblem yapıştırılınca, yok satmaya başlıyor! Hem de esnaf bey amcamın koyduğu Lidya lirasından daha fazla liraya…

Ayşe Kadın Fasulyesi’ ni gören oldu mu aranızda son zamanlarda… Mrs. Knorr Fasulyesi için sıraya girdi belki? Ayşeler de yesin diye…