bildirgec.org

bgunay

11 yıl önce üye olmuş, 10 yazı yazmış. 5 yorum yazmış.

İbrahim Fanon, Cezayir, Irak…

bgunay | 17 June 2008 14:25

frantz fanon
frantz fanon

Farkında değiliz ama Irak orada kanamaya devam ediyor…

Öte yandan, ABD’de Demokrat Parti’nin adaylık yarışında Obama öne geçti. Bayan Clinton yenilgiyi nihayet kabul etti. Ne ilginçtir ki sermayeyi ve Yahudi lobisini de arkasına almış bu yarı Hristiyan yarı Müslüman, yarı siyah yarı beyaz, kara kuru avukat çocuk ülkede ve hatta dünyada yeni bir sayfa açacak… Hep birlikte göreceğiz açılacak sayfanın diğerlerinden ne kadar farklı olabileceğini, siyah bir başkanın ne kadar siyah davranabileceğini… Herkes biliyor ki gerçek anlamda bir değişiklik olmayacak. Obama şimdiden muktedirlerle iyi anlaşıyor, öyle olmak zorunda, Kennedy ile aynı kaderi paylaşmak istemiyorsa dengeleri kollaması, kelimenin hem mecazı hem tam anlamıyla hem İsa’ya hem Musa’ya yaranması gerek. Eğer ölmez sağ kalırsa Obama üçüncü defa kan ve yalanlar üzerine kurulacak bir Cumhuriyetçi parti iktidarının yerine gelen ehveni şer olacaktır, Bill Clinton döneminden daha fazlasını beklememek gerek Obama’dan.

İşte tüm bunlar olurken, Irak orada kanamaya devam ediyor. ABD elini değdirdiği heryeri dağıtıp yangın içinde bıraktı. Afganistan, Irak, Lübnan, Filistin, Afrika, liste saymakla bitmez, hepsi çok uzun zamandır dünyanın avuçlarında birer alev topu…

Cezayir bağımsızlık mücadelesinin babalarından Frantz Fanon‘un İran’da Ali Şeriati, Güney Afrika’da Steve Biko, Küba’da Ernesto Che Guevara ve başka devrimci önder ve teorisyenlerin yapıtlarında başlıca etkisi görülen kitabı Yeryüzünün Lanetlileri Afrika postkolonyalizmi hakkında bir çalışmaydı. Fanon’un kitabında ortaya attığı fikirler hala geçerliliğini koruyor. Fanon’un bazı teorilerini, ulusalcılık ve postkolonyal devletlerde ‘mücadele’, ‘dava’ literatürünün rolü üzerine bazı sözlerini dikkate alırsak, ölümünden neredeyse yarım yüzyıl sonra Irak’ın durumunu tahlil etmek ve tartışmakta hala capcanlı yol gösterdiğini hayretle görürüz.

Asil mi vahşi mi?

bgunay | 05 April 2008 14:21

Bir dönem Avrupa’da avlanmak yalnızca asillere verilen bir imtiyazdı. İngilizcede belki de bu yüzden “noble savage”, yani “asil vahşi” ifadesi kullanılır, bozulmamış, medeniyetten uzak yaşarken doğuştan gelen bilgeliği ve masumiyetini korumuş avcı toplayıcı birey olarak tanımlanabilecek bu ifadenin Fransızca karşılığı ise yalnızca “bon sauvage” yani “iyi vahşi”dir. Kültür, yani adı üstünde “ekin” tarımla başlar, göçebe, avcı toplayıcı insanlar toprağa hükmetmeyi öğrendiklerinde yerleşik hayata geçerler ve “medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” işte bu noktada doğar…

Noble Savage” teriminin ilk kullanıldığı yer İngiliz John Dryden’in 1672’de yazdığı oyunu “Grenada’nın Fethi”dir. Ardından iyi vahşi neredeyse ikiyüz yıl boyunca Batı dünyasında gözden kaybolur, ta ki 1859’da Londra Etnoloji Topluluğu Başkanı John Crawfurd tarafından yeniden keşfedilene dek.

Gerçekten vahşi bir lezzet! Foie gras…

bgunay | 18 November 2007 12:00

meyvelerle süslenmiş foie gras tabağı
meyvelerle süslenmiş foie gras tabağı

Fransa’da her yıl 30 milyondan fazla kaz ve ördek boğazlarında metal bir tüple, ishal ve sirozla boğuşarak, aşırı beslenmekten patlayarak can veriyor! Bazı belli kaz ve ördek cinslerinin aşırı beslenmesiyle elde edilen ve normal kaz ciğerinden 46 kat daha ağır hale gelen kaz ciğeriyle hazırlanan “Foie Gras” (fonetik: [fwa gʁɑ]) kimileri için kutsal bir gurme yiyeceği, çıldırtıcı lezzette bir aperatif, kimilerine göreyse yalnızca vahşet. Foie gras için bazı çiftliklerde kazlar makineler yardımıyla zorla beslenirken bazı çiftliklerde ise hayvanların göç içgüdüleri kullanılarak, yorucu bir göçe hazırlanır gibi vücutlarında yağ depolamaları sağlanıyor. Foie gras üretme tekniklerinin M.Ö 2500 yılının Antik Mısır’ına dek uzanan bir geçmişi var.

Klasik dönem sonrası Orta ve Batı Avrupa’sında foie gras üreticileri çoğunlukla Yahudilerdi. Akdeniz’deki zeytinyağını, Mezopotamya’daki susam yağını Avrupa’da bulamayan Yahudiler, yemeklik yağ çıkartmak için kaz yetiştirirlerdi, foie gras’yı ise ne yiyip yiyemeyeceklerini belirleyen dini kurallar silsilesi “kaşerut”a aykırı olduğu için kendileri pek sık tüketmezlerken, Hristiyan’lara bolca satmakta sakınca görmezlerdi. Kaşeruta uygun et hazırlamak için etin kandan tamamen arıtılması gerekliliği nedeniyle Yahudilerin kaz ciğeri pişirmekte farklı yöntemleri vardı. 1570’te, Papa’nın aşçısı Bartolomeo Scappi aşırı besili kazlar bulabilmek için Bohemia Yahudilerinin gettolarında köşe bucak geziyordu.

Kırmızının en derini “beni no hana”: Bir çiçeğin peşinde Japon edebiyatına giriş…

bgunay | 28 August 2007 17:05

Yaz ortasında, Yamagata’nın dağlarında tarlalar parlak turuncu çiçeklerle dolar. Bu gösterişsiz “benibana” çiçekleri aslında Japonya’nın en değerli bitkisel boyalarının kaynağı ve Japon kültürünün önemli öğelerinden biri. Benibana’dan üretilen koyu kırmızı bir boya çeşidi olan Kurenai bir zamanlar öyle imrenilen bir lüks tüketim maddesiydi ki altından bile daha pahalıydı. Kozmetik ürünlerinde de kullanılan, özellikle de rujun ham maddesi olan çiçek, kadın zarafeti ve güzelliğini sembolize eden bir tutkuydu. Her anlamda “benibana”nın Japonya’da köklü bir tarihi ve heyecan verici bir öyküsü var…

Japonca’da “benibana” ve “beni no hana”, İngilizce’de “safflower”, Türkçe’de ise “aspir” ya da “yalancı safran” ismiyle bilinen bu çiçek papatyagiller (Asteraceae) familyasına ait. Anavatanının Mısır ya da Arabistan yarımadası olduğu düşünülmekte. Genellikle 80–100 cm arasında boylanabilir. Görünüşü devedikenini andıran çiçeğin yapraklarında keskin dikenleri var.

The Interpreter: Kar üzerindeki kan damlaları gibi Afrika’nın sesleri

bgunay | 15 August 2007 12:13

Türkçe adıyla “Çevirmen”… Sonuçta bir Holywood filmi olmaktan vazgeçemiyor… Ama sırf Nicole Kidman’ın kar beyazı dilinden Afrika’nın seslerini duymanın cazibesi için seyredilir… Kısmen Amerikan propagandasından da uzak durduğu söylenebilir filmin, daha çok Birleşmiş Milletler’in tarafında görünüyor (sanki ABD ile BM birbirinden çok bağımsız yapılarmış gibi!..) Her ne kadar çeşitli önyargılardan, bazı Holywood klişelerinden kurtulamasa da keyifle izleniyor.

Nanking katliamı ve Iris Chang

bgunay | 15 August 2007 09:37

Nanking katliamı Japon yakın tarihinin en kanlı ve karanlık sayfalarındandır. Katliam çoğu zaman atom bombasının kullanımını haklı göstermek için de telaffuz edildiği için söz edilmesi Japonları öfkeden deliye çeviriyor. Japon hükümetinin olay hakkındaki politikası da çelişkili, özellikle 90’larla birlikte katliamı tümden reddetme gibi bir yola sapıldı. Katliamda ölen kişilerin sayıları, sivil olup olmadıkları, katliamın olup olmadığını tartışmak bile her iki taraf için de hala tabu.

1937’de, Japonya ile Çin’in savaş içinde olduğu sırada, Japon işgali Mançurya’dan başlayarak en son kale olan Nanking‘e doğru ilerliyordu. Mançurya’dan ve Doğu Çin’deki Japon işgalinden kaçan Çinlilerle kalabalıklaşan şehir, fazla direnemedi ve Japonlara 25 Kasım 1937’de teslim oldu. Japonlar şehri kısa bir kuşatma sonunda aldılar ve Çinlilere büyük işkenceler yaptılar. Ele geçirdikleri yerlerdeki kadınlara tecavüz ettiler. Bazılarını ordu birlikleri için Comfort Women (rahatlatıcı kadın) adı verilen fahişelere çevirdiler. Nanking ve Şangay gibi şehirler bombalandı, hatta kimyasal gaz kullanıldı. Olaylar 1937 Aralık ayından 1938 Martı’na dek sürdü. Aynı dönemde yine Japonlar’ın Mançurya’da Birim 731 isimli laboratuarda insanları korkunç deneylerde kullandıkları, biyolojik – kimyasal silah ürettikleri de bilinmektedir.