bildirgec.org

baharali

11 yıl önce üye olmuş, 14 yazı yazmış. 145 yorum yazmış.

Bir Soru da Benden

baharali | 29 December 2008 14:41

Baktım ki bilmece sormak moda. Bir soru da ben sormak istedim. Sevdalımhayatın sorusuna benziyor ama çok daha zor. Bana ilk sorduklarında cevabı yoktur bunun diye düşünmüştüm ama var.

Elimizde içi 10 tane bilye ile dolu on adet torba var. Torbalardan 9 tanesinin içindeki bilyeler 10 gr. Bir tanesinin içindeki bilyeler ise 11 gr. Sadece bir kere tartarak hangi torbadaki bilyelerin 11 gr olduğunu bulmamız gerekiyor.

Bakalım bulan çıkacak mı?

HARAM

baharali | 07 December 2008 11:46

http://www.taraf.com.tr/makale/2988.htm

Sonbaharda Yedigöller

baharali | 24 November 2008 09:42

Hafif’e ilk yazdığım yazı Bolu il sınırları içinde bulunan şu takvim yapraklarından bildiğimiz Yedigöller ile ilgili idi. Puslu bir nisan gününde ilk defa gittiğim Yedigöller’in büğüleyici güzelliğini sizlerle paylaşmadan edemememiştim. Birkaç hafta önce bir kere daha bu sefer bu sıradışı doğa parçasının sonbaharına gittim ve bambaşka bir manzara ile karşılaştım.

Hava durumu raporları her ne kadar yağmurdan buluttan bahsettiyse de gittiğimiz gün hava günlük güneşlikti. Önceden çisireyen hafif bir yağmurun ardından çıkan kuvvetli güneş, son baharın renklerinden oluşan bir diğer gökkuşağının içinde canlı renkleri ile belirgin bir gökkuşağı görmemize de vesile oldu. Fotoğraflayamadım ama tek kelimeyle muhteşemdi.

İNCİR

baharali | 19 September 2008 15:34

Çekirdeği ehemmiyetsiz işleri tasvir etmek için kullanılsa da en sevdiğim meyvelerden birisidir incir. Ve ne kadar kalori içerdiği umurumda bile değil. Birbuçuk metrelik boyuma kilolar bağlayıp yusyuvarlak olmaya razıyım amma bu cennet meyvesinden vaz geçmeye asla. Kurusu ayrı , yaşı ayrı güzel. Hiçbir meyvenin reçeline ve yahut aromasına tahammülü olmayan bendeniz incir reçelinin kavanozu ile günlerce yatıp kalkabilirim. Havuçlu kekin içine cevizle birlikte bolca kuru incir koyarak yarattığım lezzet devriminin ise mideyle kalp arasında -ne yolu- on şeritli otoban inşa ettirebildiğini ayrıca belirteyimki tecrübeyle sabitir.

Bizim incire latin sosyetesinde “Ficus carica” diyorlarmış. Anavatanı içinde cennet yurdumunda olduğu doğu Akdeniz ve güneybatı Asya. Ve evet cennet yurdum incirin dünyadaki bir numaralı üreticisi.

yaprak
yaprak

İncir ağacının boyu 3m ile 10m arasında olabilir. Bazı türleri erkek çiçeği de dişi çiçeği de üzerinde bulundurur. Bazı türlerininde ise erkek ve dişi çiçeği üzerinde bulunduran ağaçlar ayrı ayrıdır.Bu türlerde bay inicir ağacı ” Ficus carica varyete caprificus” bayan incir ağacı “Ficus carica varyete domestica” olarak isimlendirilir. Yaprakları 12–25 cm uzunluğunda ve 10–18 cm genişliğinde olup Adem babamızla Havva anamızın da vaktiyle yaptığı gibi zaruret durumunda biraz kasılıp esvap niyetine de kullanılabilir. Yaprakların derin girintili beş lobu vardır.

Meyvesine gelince o bir fenomendir. Elmaya, armuda benzemez. Zaten meyve diye yediğimiz o sarıdan mora çeşitli renklerde olabilen 3-5 cm uzunluğundaki harika şey aslında ağacın meyvesi değil çiçeğidir efenim çiçeğidir. Mübalağa etmiyorum hakketen. Dışta gördüğümüz yeşil-mor olabilen kısım aslında dişi çiçeğin tablasıdır. Özelleşerek bir kese halini almıştır. Minik minik yüzlerce çiçekcik bu keseciğin içine sığınmış meyve olabilmek için erkek çiçekten gelecek polenleri beklemektedir.

aşk böcükleri
aşk böcükleri

Erkek çiçek ise başka bir ağacın üzerindedir ve polenlerini o keseciğin içine ulaştırması hiç de kolay değildir. Bir elma bir armut gibi dişisi- sevdiceği- hemen dibinde değildirki polenlerini şöyle bir silkinip atıversin üzerine. Bu sebeple bir ulağa ihtiyacı vardır ve mazı böceği onların aşk böcüğü olur. Erkek ağaçta çiçek tablasının ağzına yakın kısmında polenleri taşıyan erkek çiçekler bulunur. Daha derinde ise mazı çiçeği denen ve mazı böceğinin yumurtalarını içine yerleştirdiği çiçekler vardır. Larvalar yumurtadan çıkar ve olgunlaşıp mazı böceği olduklarında erkek çiçeği üzerine polenleri de alıp terk ederler. Dişi ağaca yolları düştüğünde de dişi çiçeğin oluşturduğu kesenin ortasındaki delikçikden girerek içindeki yüzlerce küçük çiçeğe polenleri ulaştırır.. Zaman içinde bu keseyi oluşturan çiçek tablasının çeperi ile taç yaprakları etlenir ve lezzetlenir, böylece bizim yediğimiz yalancı ve leziz meyve hasıl olur.Asıl meyveler hani şu incir çekirdeği diye hor gödüğümüz, itip kaktığımız, işe yaramaz ehemmiyetsiz şeylere misal gösterdiğimiz çekirdeğimsi minicik şeyler var ya onlar işte.

Su Aşkına

baharali | 30 July 2008 17:17

Çocukluğumun ancak allak bulak hatırlayabildiğim zamanları… Önümde içi su dolu mavi bir leğen. Elimde bir tas. Üstüm başım su içinde… Huysuzluğumun tavan yaptığı zamanlarda annemin ortalığın batmasını göze alarak uygulamaya koyduğu sakinleştirme ve oyalama yöntemi.
Suya olan aşkım işte o aklımın ermediği zamanlardan beri aşikar. İnsanların zevklerini, heveslerini içinde bulundukları çevre şekillendirmez bence. İnsanlar huyları ile, zevkleri, sevgileri, tutkuları ile doğarlar. İşte o yüzden zar zor yürüyen, gak guk konuşan 1 yaşındaki bir insan evladı su deyince ‘akan suların durduğunu’ anlatabiliyor annesine.
Bir kara insanıyım oysa. Denizi ilk on iki yaşında bir sınav için saat beşte kalkıp 3 saatlik bir tren yolculuğundan sonra götürüldüğüm Zonguldak’da gördüm. Deniz kenarında parke taşlı bir yoldaydık. İyice kenara yaklaştım. Denize atık su taşıyan kocaman bir borunun yanıbaşında tanıştım denizle. Pisti ve kötü kokuyordu. Suya aşık olan ben bir sınav sabahı, bir atık su borusu eşliğinde tanıştığım denizden nefret ettim.

EŞEK

baharali | 08 July 2008 09:02

Biliyorum gözümüzde itibarının pek fazla olduğu söylenemez. Hatta insanlığı pek yakıştıramadığımız bazı homo erectusları anlatırken kullandığımız bir sıfattır eşek. – eşek herif veya eşoğlu eşek gibi– Yüz yıllarca insanlığın yükünü sırtında taşıyan zavallı eşekcikler kabalığın, vurdum duymazlığın, cehaletin sembolu olagelmişlerdir.

“Adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir altın da olsa çulu”
“Eşeğe altın semer vursan gene eşektir”
“Eşek hoşaftan ne anlar, suyunu içer tanesini bırakır”

Oysa ilk evcilleştirildiği zamanlardan motorlu taşıtların bulunduğu döneme kadar geçen 6000 senede bu güzel gözlü yaratıklar insanoğlunun hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuşlar. Hatta 6000 sene önce Mısır’da ilk evcilleştirildiklerinde atlar kadar olmasa da havalı şeylermiş. At bugünün Mercedes’i ise eşek de en azından bir Toyota veya hundai edasına sahipmiş. Öyle herkes değil soylular filan binebiliyormuş eşeğe.

Latincede havalı bir ismi var: Equus asinus. Kuzeydoğu Afrika’nın geniş çöllerinde az bir gıda ile idare edip özgürce dolaşan gününü gün eden eşeklerin makus talihleri m.ö 4000 yılında Mısır’da insanların eline düşüp evcilleştirilmesi ile başlar. Komşusunda gören kendinde de ister. Alışkanlıklar yayılır ve m.ö 1800’lerde Orta Asyada da “eşek olanın sırtına binilir” yani evcil eşek keşfedilir. Buzul çağının sonlarına doğru eski kıtada – yani Afrika, Asya ve Avrupa’da- eşek bir yük hayvanı olarak, tarımda tarla sürme işlerinde ve nadiren de sütünden yararlanılan bir hayvan olarak yaygınlaşır. Keşfiyle birlikte Amerika’da da 15.yy’da boy gösterir.

sıpam benim ;))
sıpam benim ;))

Peki neden kaba saba, aptal ve vurdumduymazdır eşek? Okadar vurdumduymazsa nasıl yaşamışızdır, neden katlanmışızdır yüzyıllarca bu meymenetsiz yaratığa? Ya da gerçekten bu kadar kötü müdür? Yoksa biz mi yanlış anlamışızdır onların hayata tutunmak, yaşamak için gösterdiği inadı ve direnci. Bence sabırlıdırlar. Herşeye karşı erdemli ve bilmiş bir sabırla sessiz bir direnç gösterirler.

Bilirsiniz eşekler inatları, koca kocaman kulakları ve “aaaaiiiiiii” şeklinde çıkardıkları ve 3 km öteden rahatlıkla duyulan sesleri -anırmaları-ile hatırlanırlar. Oysa ki hepsinin bir sebebi vardır efenim.

KEFİR

baharali | 27 June 2008 16:30

Son zamanlarda dikkat çeken ve tüketimi artan kefir yoğurda benzeyen ve yine yoğurt gibi sütün mayalanması ve fermentasyonu ile oluşan boza kıvamında bir içecek. Adı “keyif” kelimesinden geliyor. 5000 yıl önce Kafkasya’da Türkler tarafından bulunduğu düşünülmektedir. Uzun yıllar göçebe topluluklar için temel bir besin maddesi olmuştur. Öyle ki şu bizim efsanevi Orta Asya’dan Avrupa’ya göçümüz sırasında bol miktarda tükettikleri kefirle dikkat çeken Türkler Avrupalılar tarafından laktofagus (süt obur) olarak anılmışlardır. Zaman içinde göç eden, köklerinden kopan ve yerleşik düzene geçen atalarımız kefiri unutmuşlarsa da Kafkasya’da yaşayan Türkler tarafından uzun ve sağlıklı yaşamın sırrı ve tanrının hediyesi olarak değerlendirilen kefir üretilmeye ve tüketilmeye devam etmiştir. Ta ki probiyotikler alanında çalışmalar yapan ve 1912 nobel tıp ödülünün sahibi olan rus bilim adamı Elie Metchnikoff 1900’lü yılların başında uzun ve sağllıklı yaşayan kafkasyalıların sırrını merak edene kadar. Kafkas toplulukları arasında araştırma yapan rus bilim adamı probiyotik bakteriler açısından son derece zengin olan kefiri keşfetmiş ve o tarihden itibaren yavaş yavaş tüm dünyaya yayılmıştır.

kefir taneleri
kefir taneleri

Kefir; inek, keçi ya da koyun sütünün kefir taneleri ile cam bir kap içinde en az 24 saat mayalanması ile oluşur. Kefir tanelerinin ise ilk nasıl ortaya çıktığına dair bilimsel bir veri yok. Kuzey Kafkasya’da yaşayan müslüman topluluklara Allah’ın hediyesi olduğuna inanılıyor. Taneler kefiran adı verilen bir polisakkarit kapsül içine gömülü probiyotik özellikte ve simbiyotik yaşamı paylaşan bir grup bakteri ve mayadan oluşuyor. Ayrıca yapısında protein ve yağ da bulunuyor. Beyaz, jelatinimsi topak karnıbahara benziyor.

tanedeki probiyotikler
tanedeki probiyotikler

Sütün 24 saat kefir taneleri ile mayalanması sonucu laktoz fermente edilir ve bu fermentasyon sonunda ekşi, karbonatlı ve hafif (%1-2) alkollü, boza kıvamında bir içecek elde edilir. Sütün miktarı kefir tanelerinin 10 katı olmalıdır. Ekşi seviliyorsa mayalanma süresi biraz daha uzatılabilir. Süre uzadıkça kefirin alkol içeriği de artar.

BAL ARISI

baharali | 21 June 2008 17:00

bu sabah durakta fotoğrafını çektiğim çiçek
bu sabah durakta fotoğrafını çektiğim çiçek

Bu sabah durakta beklerden bu fotoğrafı çektim. Arıcığı çiçekten çiçeğe uçarken bir yerde yakalamak ve tırsmadan bu fotoğrafı yakın plan çekmek zor oldu ama başardım. Sonra da bu harika ve mucizevi yaratıklarla ilgili bir yazı neden yazmıyorum diye düşünüp kolları sıvadım.

Arılar da bizler gibi sosyal yaratıklar. Bir topluluk halinde işbirliği içinde olmadıkları sürece yaşama şansları yok. Çalışkanlığın ve disiplinin simgesi olan bu hayvanlar her hangi bir yerde
-ağaç kovuğu, kovan vb..-kurdukları bir kraliçe, 100-500 erkek, 10-80 bin işçi arıdan oluşan, her bireyin üstüne düşen vazifeyi eksiksiz yerine getirdiği bir düzen içinde yaşarlar.

kraliçe
kraliçe

Her kovanda bir adet bulunan kraliçe arı aslında 17.yy başlarına kadar bey arı olarak biliniyordu. 1609 yılında İngiliz Charles Butter koloninin kalbi olan bu arının dişi olduğunu bulmuş bu tarihten sonra da kendisine kraliçe ya da ana arı denmiştir.Her kovanda yalnız bir tane olur. İki kraliçeye yer yoktur. Eskaza bir kovanda iki kraliçe bir araya geldiğinde aralarında ya birinin ölümüyle sonlanan ölümcül bir kavga başlar ya da yaşlı olan ana arı bir grup işçi arı ile birlikte kovanı terk eder. Başka bir yerde yeni bir koloni kurar. Buna oğul çıkarma denir.

GELİNCİKLER

baharali | 14 June 2008 20:00

gelincik tarlası
gelincik tarlası

Gelincikler ana vatanı Asya, Avrupa ve Afrika olan tek yıllık (nadiren iki yıllık da olabilen), gelincikgiller familyasından bitkilerdir. Kıpkırmızı çiçeklerini haziran ortasında açmaya başlar. Haziran sonlarında ve temmuz başlarında aralıklarla büyük gruplar halinde çiçeklenirler ve bu çiçeklenme azar azar da olsa ekim sonuna kadar devam eder. Bir tek bitki 1-400 arası çiçek açar.

Kayın Ağacı

baharali | 12 June 2008 10:07

900 yaşında kayın ağacı-avrupa
Boyu 40-50, çapı 1-1,5 metreyi bulan kayın ağaçları devasa cüsseleri ile orta ve yüksek bölgerlerdeki ormanlarda bulunurlar. Ömürleri dört-beş yüz yıl kadarcıktır. Ama dokuz yüz yıl yaşayanlarına da rastlanmıştır.

karadenizden
karadenizden

Ülkemizde Karadeniz ve Marmara bölgesinde yetişir. Saf kayın ormanları olduğu gibi göknar, ladin, çam ve meşeden oluşan karma ormanlarda da bulunur.Kireç taşlı hafif toprak kayın ağacı için en elverişli olandır. Ülkemizde 713,842 Ha. koru ve 1,555 Ha baltalık kayın ormanı bulunmaktadır.

6-9 cm uzunluktaki dalgalı kenarlı, damarlı elips şeklinde yaprakları ilk baharda sarıya çalan açık yeşil bir renge sahipken , son bahara doğru kızıla dönerek ormanların yeşiline nefes kesen bir kırmızı ile eşlik eder. Kış ortasına doğru da kahve rengine börünerek dökülür.