bildirgec.org

Alper Kutay

11 yıl önce üye olmuş, 2 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

Böyle mi Yaşanır Vedalar?

Alper Kutay | 06 November 2006 04:20

Günce 25.04.2003
Dün gece sana yazdıklarımı unut günce, hiç söylenmemiş farz et, hiç yazılmamış, hiç anılmamış…
Gözlerimin içerisine bakıp öyle bir gülümseyişi vardı ki giderken, sanki bir hücre hapsinden kurtulur gibi. Suratında en küçük bir iması yoktu hüznün,
Gitti…
Bir kapı ardı vedası bile yaşanmadan gitti,
Kapıyı araladığında bir daha dönüp bakacağını sandım, bir şiir gibi ayrılık bekliyordum en içli bestelerde tekrar tekrar anımsanacak; bu gece seni de ortak etmek vardı o hüzne, ben yazacağım sen ağlayacaksın, sen teselli edeceksin,ben mutluluk oyunları oynayacağım, sonra…
Sonra o bakışın vesikaları kazınacak hafızama ve hep onu öyle, o kapı aralığında ki suratıyla anımsayacağım…
Neden değişti bu senaryo? Hani bu dramın yürek kanatan sözleri, nerede bu “son” un alçak volümlü titrek notaları…
Baktı…
Gülümseyerek gözlerimin içerisine hissiz bir “hoşçakal”la bir başıma bırakarak kapının “cart” sesiyle çekip gitti. O kadar basit, o kadar sade, o kadar yalın…
Sanki çayının içerisine bir küp şekeri bir hamlede atar gibi, o kadar kolay yani… Sanki bir ağacın altında oturup da yediğin karpuz ekmek gibi, o kadar sade yani, sanki bembeyaz bir kağıdın üzerine bir tek nokta koyar gibi, o kadar yalın yani…
Şimdi fiyakan bozulmasın diye yırtmıyorum dünkü yazdığım sayfalarını, ama dedim ye sen unut onları… Meğer ben sıradan vedaların sıradan figüranı, o yalanların içerisinde en yalan olanı…
Bundan böyle gözlerinin tasvirleriyle dolmayacak satırların, hayali sevişmelerimizin anekdotlarına boğulmayacaksın ve dudaklarının kırmızılıklarıyla boyanmayacak sayfaların… Oysa bitmeyecekti bu gidişle her şey, şen şakrak suratı iki saniyeliğine sahte de olsa buruklaşsaydı, çıkarken bir kere daha dönüp baksaydı yüzüme ve biraz daha yavaş kapatsaydı kapıyı giderken, şimdi değişecekti bütün renkler…
Gitti…
Öylesine birleştirerek bakışlarını gözlerimle, adi bir “Hoşçakal”la avutarak, kapının kulak tırmalayan sesiyle bırakıp gitti. O kadar duygusuzca, o kadar umursamazcasına, o kadar anlamsız…
Sanki mahalle aralarında ellerindeki sapanlarla serçe avına çıkmış serseri çocuklar kadar duygusuz,… Sanki bir körün şaheser bir tabloya tepkisizliği gibi, o kadar umursamazcasına yani, sanki bir dere kenarındaki kurbağaların hiç bıkmadan aynı sesi çıkarmaları gibi, o kadar anlamsız…
Böyle mi olur vedalar, böyle mi yaşanır ayrılıklar? Dün ona aldığım o boncuklu kolye vardı ye, akşam eve dönerken karşıma çıkan bir çingene kızına verdim onu da. O vedanın kapı aralığı sahnesine ayırmıştım o kolyeyi, avucumun içinde kapının “cart” sesiyle öylece kalmıştı ya…
Sen yüreğini ferah tut günce, seninde bitecek sayfaların birgün, seninle de gelecek ayrılık zamanımız, benim vedam böyle olmaz, yani böyle sade, böyle basit, böyle kolay…
Yani fala bakılacak şekersiz, acı bir kahve kadar sade, yani “iki artı iki eşittir” problemi kadar basit, yani uzanıp da yatağına hayallere dalmak kadar basit olmaz benim vedalarım. Hiç olmazsa bir kırmızı gül koyarım son sayfalarına, bir kurumuş gözyaşının iziyle süslerim bir iki satırını sonra kapağını yavaşça kapatır , sessizce çeker giderim…

Her Özlem Birgün Bitermiş…

Alper Kutay | 06 November 2006 04:07

Artık üç şekerli içiyorum çayımı ve yanında çilekli, susamlı kurabiyelerim. Güneşin doğuşunu seyrediyorum hızlı geçen bir gecenin ardından, yüzümü yıkıyorum soğuğa aldırmadan, dudağımı şekilden şekile sokup ıslık çalmayı öğreniyorum, sonra bir üç şekerli çay daha…
Sen gideli ne kadar oldu, kış ayımıydı, yağmur yağıyor muydu? Vedalı mıydı, vedasız mıydı? Tüm istatistiklerini sildim senin, dün vardın bugün yok! Sancıda yok, keşkeler de, hayalinde yok, vicdanın melankolikliği de…
Artık gülümseyerek geçiyorum balıkçıların önünden, seni hatırlamak ağır gelmiyor bundan böyle. Artık kimse saklamıyor sigara paketlerimi içmeyeyim diye, kimse o kadar derin bakmıyor gözlerimin içine, kimse şımartmıyor beni senin gibi ve kimse ısmarlama şiirler istemiyor benden.
Bu sıradanlıklar mıymış seni bana unutturmayan ve her aklıma gelişlerinde geceleri uyutturmayan? Artık sigarayı azalttım sen saklamasan bile paketlerimi, üstelik gözlerimin içine senden daha derin bakan başkalarının olduğunun farkına vardım, arasıra aynaya bakıp iltifatlar yapıp şımartırken kendimi, artık sana değil, bu şehre, denize, maviye ısmarlıyorum şiirlerimi…
Kareler siyah beyaz değil şimdilerde, masumluk yine gelmiş oturmuş simama. İnsanın kendini sevmesi ne güzel şey, üstelik bir vefasızla o sevgiyi paylaşmak zorunda kalmamak!
Bir özlemi özlenmemek üzere aslında hiç özlenmemişlerin içine dâhil ederken hayatı daha tatlı yaşamak adına bir hamle daha yapıyorum. Üç şekerli içiyorum artık çaylarımı, yanında kurabiye tadında özgürlüğüm. İki kolumu bir kuş gibi iki yana açtığımda şehir kucaklıyor beni, deniz kucaklıyor, sensizliğin ufukta batışını seyrediyorum çocuklar gibi şen…
Artık kimse uyandırmadan kuş gibi kalkıyorum yatağımdan sabahları, sensizliği çağrıştırmıyor odamdaki hiçbir nesne, özleminin deniz seviyesinden yüksekliği döndürmüyor başımı ve dalıp gitmiyor gözlerim sensizliğin en ücra köşelerine…
Odamın duvarlarına yazmıyorum özlem diye seni, artık korkmuyorum ayyuka çıkacak diye bitmiş de olsa o masum sevdamız ve üzerine gidiyorum aşkların, vakti geldi diyorum yenilerine yelken açmanın.
Artık üç şekerli içiyorum çayımı ve yanında çilekli, susamlı kurabiyelerim. Yağmurun kokusunu çekiyorum içime, özlemin basit ve manasız. Yüreğimi şekilden şekile sokup sensizliği öğreniyorum. Şiirlerimi şehre, denize, maviye; en yeni özlemleri kendime ısmarlıyorum, sonra bir üç şekerli çay daha…