bildirgec.org

admin

11 yıl önce üye olmuş, 1894 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

Mutlu Bir Yazı

admin | 12 March 2011 06:38

Soru İşareti
Soru İşareti

Onu tanımlamak için önce ‘fenomen’ kelimesini kullanayım dedim. “O bir fenomen!” diye başlayacaktım. Anlamına baktım. Meğerse, fenomen duyularla algılanabilen şey demekmiş. Popüler kullanımında ise, olağandışı olay anlamına geliyormuş. Yani ben kelimeyi yanlış kullanıyormuşum. Sonra, ‘ikon’ kelimesi aklıma geldi. O da, Hristiyan geleneğinde kutsal kişi ya da olayları konu edinen resimler anlamına geliyormuş. Yani yine yanlış bir kullanımın eşiğindeymişim.

Sarah Jessica Parker
Sarah Jessica Parker

Ancak, biraz daha düşününce onun ne olduğunu buldum. O bir fenomen değildi, o bir ikon değildi ama o bir stil ikonuydu. Stil ikonu, tarzıyla, duruşuyla, saç şekliyle, tavırlarıyla kendine özgü ve kendinden emin olan, en yenilikçi şeyi giyse bile onu bir parçasıymış gibi taşıyan ve bunu yaparken diğer insanları da peşinden sürükleyen kişi demekti. Bakınız mesela, stil ikonu Sarah Jessica Parker ne kadar kendinden emin, tarzıyla ne kadar mutlu! Avuç içlerine bile güveniyor ve onlarla barışık!

İşte, sayın okuyucular stil ikonu böyle bir şeydi. Ve enine boyuna incelenmesi, daha sonra uzun uzun yazılacak başka bir yazının konusunu oluşturuyordu. Bu yazıda inceleyeceğimiz stil ikonu ise, benim göre/için tek ve kendine özel. Adını açıklamanın vakti artık geldi. Bahsettiğim kişi: Audrey Hepburn. Şu resmini görmeyen yoktur herhalde:

Tiffany'de Kahvaltı'daki Rolünde
Tiffany’de Kahvaltı’daki Rolünde

İYİ BAŞLAYAN İYİ GİDER

admin | 12 March 2011 03:45

“İyi başlayan iyi gider” diyor Kusturica.

Çok hoşuma gitti, çok. Artık seninle ilgili mottom bu aşkımmm, ruhum, ömrüm.

Senin beni sevmen hoşuma gidiyor. Hatta senin beni çok sevmen hoşuma gidiyor. Hatta sen beni birazcık az dahi sevsen cıngar çıkartırım. Tek bir gün için bile bu hakkın yok. Benim de yok. Her gün seni çok çok seveceğim. Sonsuza kadar beni çok, çok sev.

Ruhumun huzur kaynağı. Seninle yemek yapmayı sevdim. Şimdi her şeyi seviyorum. Evi toparlamayı dahi sevdim.

“Yabancı”dan “yerli”ye yerini yadırgayan bir bakış

admin | 11 March 2011 10:46

“Televizyonda hangi dizileri takip ediyorsun” diye sorunca “Ben sadece Cnbc-e izliyorum” diyen hatırı sayılır sayıda insan var. “Mesela hangi diziyi” deyip ikinci soruya geçince duraksadı mesela bu sabit yanıtı verenlerden biri. Muhtemelen ikinci sorunun hiç gelmeyeceğini düşünerek. “Lost” dedi. “Başka” dedim. Kalakaldı. Oysa ki Lost, hiçbir zaman Cnbc-e’de yayınlanmadı…
Kimseyi eleştirmek ya da küçümsemek bana düşmez, sadece onları anlamaya çalışıyorum. Bu tavrın altında yatan nehri görmek, bu davranışı biraz kurcalamak istiyorum. Aynı mevzunun edebiyat, sinema, müzik versiyonu da var elbet. Türk yazarları beğenmeyip, melodramın melodramı, çok satan, sığ yabancı yazarları okuyanlar hatta muhtemelen okumayıp sadece ellerinde gezdirenler (bir de böyle bir sosyal grup var, onlar kendi başlarına, başka bir yazıyı hak ediyor), Zeki Demirkubuz’u, Nuri Bilge Ceylan’ı tanımayıp içi boş Hollywood sinemasını göklere çıkaranlar. Türk müzisyenlere burun kıvırıp, sırf yabancı diye cascavlak, klişe dolu melodilere meyledenler.

Starless Planets Could Host Life

admin | 10 March 2011 20:46

http://news.nationalgeographic.com/news/2011/03/110309-rogue-planets-lone-wolf-steppenwolf-earths-water-life-space-science/?source=link_fb20110310lonewolfplanets

sevgi ve aşkın gerçek anlatımı…

admin | 10 March 2011 14:21

Halk edebiyatımızda bir ezgi türü olan bozlak, bir anadolu müziğidir.Sözlerini abdal deyişlerinden sazını ise topuzdan almıştır.Sevgi ve aşkın gerçek anlatımıdır.Bozlak ustalarına Muharrem ERTAŞ,Ali Rıza YURTOĞLU,Mustafa TATLITÜRK ve benim çok beğenerek dinlediğim Neşet ERTAŞ’ ı örnek olarak verebiliriz. Tabi ki bozlak ustaları bu kadarla sınırlı değil daha birçok bozlak ustası sayılabilir. Benim yazımda bahsetmek istediğim ve yukarıda da belirttiğim gibi çok beğendiğim üstad Neşet ERTAŞ’tır. Sazı ve sözü bir olan ustalar arasındadır. 1938 yılında Kırşehir ili Çiçekdağ ilçesi Kırtıllar köyünde doğan üstad, babası Muharrem ERTAŞ’a çıraklık yaparak müzik hayatına atılmıştır.Yöre düğünlerinde çalıp söyler.

Astrofobi (gökgürültüsü, yıldırım, fırtına, şimşek korkusu) ile yaşamak

admin | 10 March 2011 09:43

Bilimin astrofobi adını verdiği bu fobi yıldırım ve fırtına korkusu anlamına gelmektedir. Bakıldığında önemsiz gözüken bu rahatsızlık, aslında astrofobisi olan insanlar için içinden çıkılmaz bir bataklık gibidir, çırpındıkça içine çeker ve hayatının her planını hava olaylarına göre yaparken bulur kendini.

Astrofobisi olan insanlar yağmurlu havalarda plan yapmamaya dikkat ederler. Yıldırım düşme ihtimali varsa yada fırtına bekleniyor ve gökgürütülü yağış uyarısı yapılmışsa eğer kesinlikle dışarı cıkmazlar. Bu da bu rahatsızlığı olan insanların iş hayatını, eğitim hayatlarını, hatta toplumdaki durumlarını bile etkiler.

Şaziye, ne şekersin sen!

admin | 10 March 2011 07:17

Şaziye ağır ağır canlanıyor. Salonda bizden başka kimse yok, birbirimizi süzüyoruz. Şaziye’nin ellerine bakıyorum; sanki ona ait değil protezli gibi. Bulunduğu yerde taş kesilmiş öylece bana bakıyor. Zerre bozmuyorum istifimi. Marazi, sinsi kıskanç tabiatından eser yok.

Şaziye’nin hikayesini anlattıklarında çok pis doluyorum…

Yeğenim sokak ortasında bulmuş Şaziye’yi; üstünden araba geçip gitmiş oralı bile olmadan! Kızcağız oraya buraya seğirtip, bulduğu bir taksiyle baytara zor yetiştirmiş. “Bu yaşamaz” demisler, “boşuna getirmişin”… Deseler de bizimki orayı ayağa kaldırmış, ağlamış, sızlamış; neticede Şaziye’ye yalandan müdahale etmişler…

sakın

admin | 09 March 2011 22:21

Sevgili yağmur; senin çisiliğini ne aldı? Şimdi, böyle bardaktan boşanırcasına…

Ya yağmur, meğer öyle değilmiş işte… Sakınmalıymışsın yüreğini…
Cam kırıklarını göre göre, gözü kara ve üstüne basa basa yürümeyecekmişsin canının istediğine.
Ağzını ayırarak, çocuklar gibi gitmeyecekmişsin, koşa koşa gönül parkına…
Merdivenlerden kaymayacakmışsın oyun olsun diye.
Soğukmuş aldırmadan çıkmayacakmışsın dağ gezintilerine, atmayacakmışsın denize, yüzerse balıktır, yüzmez ise neyse ne… yok öyle!

Bir kadeh şarap uğruna yakmayacakmışsın bütün aydınlıklarını.
Gördüğün en güzel manzara olsa da, olmadık zamanda sürmeyecekmişsin ayaklarını, senden kilometrelerce uzaklara…
Yoruldum deyip terk etmeyecekmişsin kolayca. Kendini yok saymayacakmışsın, bekleyecekmişsin, sen terk edilecekmişsin!

evlilik ve aşk

admin | 09 March 2011 19:16

Hep merak ederdim neden evlilik aşkı öldürür derler diye. Cevabı çok basitmiş aslında…

Bir süre sonra evliliğin getirdiği sorumluluklar, geçim derdi, hele birde çocuk varsa onların büyümesi ve gelecek endişesi sanırım çiftlerin kendilerine zaman ayırmasına engel oluyor.
Sıkılmalar başlıyor, bir süre sonra beklentiler değişiyor. Kadın daha çok ilgi beklemeye başlıyor, evinde bunalıyor. Erkek işinden bunalıyor kendine yalnız geçirebileceği zaman istiyor. Bu arada tabi çevresindeki arkadaşları yada beraber olmayı seçtiği insanlardan etkilenerek heyecan aramaya başlıyor. Malesef ki onların heyecan dediği yanlışları kadınlar anlıyor. Gelgelelim sesi çıkamıyor, yapabileceği bir şey olmuyor. Maddiyat, toplumda diretilen dulluk baskısı engelliyor, mutsuz bir kadın sonunda da mutsuz aileler ortaya çıkıyor.