bildirgec.org

Site arşivi: hafif

Dünyanın Yalnızlığı

zvitamini | 02 August 2012 11:37

buzullar eriyor
buzullar eriyor

Hayat, senin tüm dileklerini yerine getirmeye çalışan bir cin değil ve hiç kimse kendini kurtaracak sihirli bir lambaya da sahip değildir nihayet. Sahip olduğun tek sihirli şey aldığın nefestir. Her nehir kendi yolunda akar ve her balık yaşadığı nehirde tutunur hayata. İnsan hem nehir hem de balıktır kendi hayatında ve kendisine verilmiş tüm nefesini bu nehirde bir balık gibi kullanmak zorundadır, ta ki bir gün oltaya takılıp son nefesini harcayana dek.

Dünya, yalnızlıklar üzerine kurulmuş büyük bir okyanustur mesela ve tüm nehirler bu okyanusta birleşir. Tüm yalnızlıklar bir aradadır aslında. Nüfus ne kadar fazla olursa olsun okyanusta herkese yer vardır. Kimileri hayata bir nehirde gözlerini açar, kimileri ise gözlerini açtığında kendini okyanusta bulur. Nefes almak ikisinde de zordur çünkü iki hayat da tek bir dünyaya aittir. İster ırmakta olsun ister okyanusta, yaşamak herkesi bir akıntıya sürükler bu hayatta.

ON İKİ

super hero | 30 July 2012 10:11

Çok eskiden bir hikaye dinlemiştim. Üç gün oluyor. Hemen burun kıvırıp, üç günün çok eskidenden sayılacak kadar uzun olmadığını söyleyecek okuyucu varsa eğer, üç gündür çıkartmadığım çoraplarımı gösterebilirim. Çorap için yeterince uzun sayılan, hikaye için de uzun sayılır bence.

Biri aradığında, her seferinde “hayırdır” diyerek telefonun en az üç kez çalmasını bekleyen bir adamla tanışmıştım. Tüpçüde çalışıyormuş eskiden. Bir gün patronu, telefonlara adam gibi bakmıyor diye sinirlenip işten kovmuş bunu. Hikayeyi ondan dinlemiştim.

AYDA 10.000$ KAZANMAK

suiza | 23 July 2012 10:57

Sevgili gençler, dünyanın uzak ülkelerinde, genellikle de, gözlerden uzak, popüler olmayan ülkelerinde yaşamış, işler yapmış bir insan olarak bu yazıyı daha çok sizler için yazıyorum.’’Türkiye’de işsizlik var’’ deniyor,’’ iyi maaşla çalışabilmek için vasıflı eleman olmak, İngilizceyi süper konuşabilmek gerekiyor’’ deniyor. Ben de diyorum ki; ‘’Lütfen ufkunuzu genişletin, başkalarının kurdukları işletmelere üç kuruş maaşla girebilmek için çırpınmayın’’.
Evet gençler, dış ülkelere açılın, çok küçük sermayelerle kendi işinizi kurma imkanları var. Özellikle Asya ve Orta Asya’da öyle boş alanlar var ki; çok az bir çabayla ve küçük bir sermayeyle, hatta ayda sadece birkaç gün çalışarak, yazımın başlığındaki rakamı (10.000 doları) kazanmanız mümkün. (Halihazırda 4 iş kolu var) Bu kısa yazıda amacım, o boş alanları açıkça anlatıp istihdam enflasyonu oluşturmak değil. Benim gördüğüm, gözlemlediğim ve hatta bizzat yaparak deneyimlediğim işler var, yani tecrübeyle sabit işler var. Bu noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Belki oralarda yaşamasaydım ben de göremezdim ya da aklıma gelmezdi, bir süredir Türkiye’deyim ve eşten dosttan hep iş konusunda yakınmalar duyuyorum, kimisinin çocuğu iş bulamamış, kimisi işten çıkarılmış, vs.
Netice olarak, arkadaşlar ihtiyacınız olan ilk şey; cesaret ve sonra mümkünse kafa dengi bir arkadaş bir de hesap makinesi, para eden veya edebilecek neyiniz varsa nakite çevirin, toplayın, çıkarın, savaş baltalarınızı çıkarın, hazırlanın…
Girişimci ruh sizi korusun!
Not: Bu yazıyı hafife almamanızı önemle rica ederim, zira yazılan her cümlenin altında Suiza’nın imzası var.

elektronik müzik ve alt türleri

mnc | 20 July 2012 18:11

Elektronik müzik türünü çok seviyor veya aşağılıyor olabilirsiniz, aslında çok geniş akrabaları olan bir müzik türü kendisi. Benim ilgim 90’ların başında pump-up the jam‘lere falan dayanıyor. Kısaca elektronik müziğin genel türü, elektronik aletlerle yapılan müzik türü olarak geçse de bundan daha farklı yerlere uzanabiliyor.
Mekanik aletlerin tersine transistör, synthesizer veya diğer midi üreten cihazlarla yapılır. Daha ayrıntısına girmek isteyenler wiki sayfasına dalabilir.

Aslında elektronik müzik o kadar geniş bir aile ki, ortalama bilinen/popüler 30, onun dışında 230 farklı türü bulunuyor. Alt dalları diğer müzik türlerinde olduğu gibi, tını, mantıksallık, duygusallık, tekrar, bpm, vokal (olup olmaması), hibrid, enstrümantik özelliklerle ayrılıyor. Ben kendim birkaç türe ayıracağım. İlk olarak elektronik yönü ağır basan kısım; techno kelimesi sanırım bilinen en meşhurlardan bir tanesi, içerisinde: electronica, trans, eurodance, house ve daha bir miktar türü daha barındırıyor.

O da ikiye ayrılıyor;

1 – Electronica: esasen sadece synthesizerlar yardımı ile yapılan müzik türüdür. Dans müziği olarak tanımlanmazlar. Bilinen birçok elektronik müziğe de böyle denir. Elektronica dans için özel yapılmamıştır, ilk olarak 90’lar sonunda kullanılmıştır, sınıflandırmaya göre 80’lerden beri var. Genel sanatçıları Chemical Brothers, Crystal Method, Goldfrapp, Daft Punk, Moby alt türleri: Bitpop, Chip, Downtempo, Glitch, IDM, Nu jazz, Trip hop Hibrid dahil oldukları/etkiledikleri: Dubtronica, Folktronica, Funktronica, Livetronica, Post-rock, Eurodisco, Electronicore

2 – Dance music: bu da geri kalan, dans müziği diye nitelendirilen bir diğer karmaşık ana tür. Genel olarak dj’ler tarafından üretilen müzik çeşidi, gece kulüplerindeki olması sebebiyle disko/gece kulübü müziği olarak nitelendirilir.

Meşhur sahne şovlarıyla yaşlanmış Kraftwerk
Meşhur sahne şovlarıyla yaşlanmış Kraftwerk

Müziğin sınıflandırılması 80’lerde olsa da Kraftwerk bu işi 70’lere kadar dayandırıyor.

Fobiler

yno | 20 July 2012 15:56

Fobi: Fobi, bir nesneye ya da duruma karşı duyulan ve kendini aşırı kaygıyla belli eden mantık dışı korkudur ve bazen panik atağına dönüşerek doruğa ulaşır.Fobi çoğunlukla insanı inanılmaz derecede güçsüz düşürür, gündelik işleriyapmayı olanaksız kılar.Fobiler genellikle bilişsel davranışçı terapiyle tedavi edilir. Bazen de antidepresan,antianksiyete ve beta bloker ilaçlar denenebilir.
Aşağıdaki liste fobilerin ufak kısmına örnektir:

Ablutofobi: Yıkanma korkusu
Ambulofobo:Yürüme korkusu
Anablefobi:Yukarı bakma korkusu
Antrofobi:Çiçek korkusu
Asimetrifobi:Asimetri korkusu
Atomosofobi:Atomik patlama korkusu
Aulofobi:Flüt korkusu
Barofobi:Yer cekimi korkusu
Bibliyofobi:Kitap korkusu
Bolşefobi:Bolşevik korkusu
Defekaloesiofobi:Kabızlık korkusu
Domatofobi:Ev korkusu
Efebifobi:Ergen korkusu
Eleuterofobi:Özgürlük korkusu
Eufobi:İyi haber alma korkusu
Fobofobi:Fobi korkusu
Fronemefobi:Düşünme korkusu
Geliofobi:Kahkaha korkusu
Gymnofobi:Çıplaklık korkusu
Hagiofobi:Kutsal mekan korkusu
Heliofobi:Güneş korkusu
Hippopotomonstrosesquipedaliofobi:Uzun sözcük korkusu
Hobofobi:Dilenci korkusu
İktofobi:Balık korkusu
Kaetofobi:Saç korkusu
Karnofobi:Et korkusu
Katisofobi:Oturma korkusu
Katoptrofobi:Ayna korkusu
Kirofobi:El korkusu
Kleptofobi:Çalma korkusu
Koulrofobi:Palyaço korkusu
Kronomentrofobi:Saat korkusu
Lakanofobi:Sebze korkusu
Leukofobi:Beyaz renk korkusu
Levofobi:Bedenin sol tarafında bulunan şey korkusu.
Litikafobi:Duruşma korkusu
Lutrafobi:Su samuru korkusu
Makrofobi:Uzun bekleyiş korkusu
Medortofobi:Sertleşmiş penis korkusu
Metrofobi:Şiir korkusu
Mikrobiyofobi:Mikrop korkusu
Noverkafobi:Üvey anne korkusu
Oenofobi:Şarap korkusu
Oktofobi:8 şekline duyulan korku
Ommatofobi:Göz korkusu
Oneirogmofobi:Hamamcı olma korkusu
Otrofobi:Bina korkusu
Panofobi:Her şeyden korkmak
Papirofobi:Kağıt korkusu
Partenofobi:Bakire korkusu
Pediofobi:Oyuncak bebek korkusu
Podofobi:Ayak korkusu
Proktofobi:Makat korkusu
Pteronofobi:Tüyle gıdıklanma korkusu
Pupafobi:Kukla korkusu
Siklofobi:Bisiklet korkusu
Signenesofobi:Akraba korkusu
Skopofobi:Bayılma korkusu
Somnifobi:Uyku korkusu
Spacefobi:Uzay korkusu
Teartofobi:Tiyatro korkusu
Tiranofobi:Tiran korkusu
Tremefobi:Titreme korkusu
Uranofobi:Cennet korkusu
Venustrafobi:Güzel kadın korkusu
Verbofobi:Sözcük korkusu
Xenoglossofobi:Yabancı dil korkusu
Xylofobi:Tahta nesneler korkusu
Zemmifobi:Köstebek korkusu

Yunanistan’a kaçarken

sansbende | 19 July 2012 12:05

Herşey çok masum başlamıştı oysa ki,en samimi arkadaşım ve sevgililerimizle okul gezisine gitmek için zar zor ailemizden izin almıştık ama bütün macera okul gezisinin iptal olmasıyla başlamıştı.Hiç birimiz bu fırsatı iptal edildi diye elimizden kaçırmak istememiştik elimizde kamp malzemelerimiz cebimizde paramızda vardı üstelik hiç işi bozuntuya vermedik ve 4 kafadar okul gezisi diye sıvıştık evden 3 günlük izin vardı nede olsa.Çeşme en favori mekandı bizim için ama gözlerden uzak bir yer olsun da kimseye görünmeyelim dedik nede olsa İzmir den geliyorduk ve bu durumlarda mutlaka bir tanıyan çıkar düşüncesiyle en ücra yere gittik.Gittiğimiz koyda minik bir büfenin dışında hiç bir şey yoktu büfeci günlük gelenlere su ,bira ,meşrubat satıp akşamda kapatıp giden yaşlı bir adamdı elektrik bile yoktu büfeci günlük buz getirip içecekleri içinde soğutup satış yaparak durumu idare ediyordu,adamcağızla kaynaştık dedik ”çadır kurcaz”amca yer gösterdi sandalye falan verdi bize ,bütün gün deniz ,kum ,güneş eğlenerek geçirdik.Akşam olunca amca gitti sandalyeleri denizin içine koyduk oturduk şarkı ,dans,gitar derken gece oldu çadırımıza çekildik artık tamamen uyku modundaydık iki bölmeli çadırda erkekler bir tarafta kızlar bir tarafta uykuya dalmıştık işte bütün macera o saatte başlamıştı….Uykumda birden bir ses ”kim var orda?Çıkın bakalım dışarı göreceğiz hesabınızı”diyerek seslensede bunu erkek arkadaşların bizi korkutmak için yaptığını sanıp iplemeden çadırın bölmesini açtık ama çadırın dışında bir çok adamın silahlarını doğrultup ellerinizi başınızın üzerine koyarak dışarı çıkın ”dediğini hafif bir baygınlıkla ve erkek arkadaşlarımın diz çökmüş görüntülerini hatırlıyorum.Kendime geldiğimde yüzüme tutulan fenerden ne olduğunu anlamaya çalışırken adamın biri diğerine ”komutanım bu yunanistan’a kaçmaya çalışan kaçakları merkeze götürmek için jipi getireyim mi?”demesiyle ayıldık .Biz salya sümük ne yunanistan’ı,ne kaçağı,biz kamp yapıyoruz desek te kimse bizi iplemiyor hakkımızda habire soru soruyorlardı.Ben ailem gerçeği öğrenecek düşüncesiyle o an kendimi gerçekten denize atıp sakız adasına kadar yüzüp kaçak olmayı bile göze alabilirdim.Bizi aldılar Çeşme merkeze götüreceklerdi kamp yaptığımız yer tam mülteci ve kaçakların geçiş noktasıymış nerden bilelim ücra köşe derken taaa dibine gelmişiz.Arabaya binmek üzereyken uzaktan bir el feneri bağıra bağıra bize gelmeye başladı komutan bir durdu hayrola ya noluyo gibisinden bakakaldı fenerleri ona
doğrulttular ,bir baktı gelen büfeci amca…..”Komutanım hayrola noluyor burda?” deyince büfeci,komutan bizi kastederek yakaladıklarını anlatmaya başladı,büfeci amcada” yok komutanım olurmu öyle şey onlar benim misafirim ben dedim onlara burda kamp kurun bu gençleri tanıyorum ” dedi.Meğersem büfeci amca orda gece nöbetindeki askerlerin ihtiyaçlarını görür onları tanırmış,adam bunu deyince komutan demek öyle deyip bizi bıraktı ben bu sefer sevinçten hafif baygınlık geçirdim.Büfecide dükkanda unuttuğu bir şeyi almaya glmiş hepsi tesadüf işte ,bizim kamp maceramız hızlı başladı hızlı bitti vesselam,iyiki o zamanlar daha cep tlfonu icat edilmemişti yoksa ailem olayı duysaydı başıma gelecek gazabı düşünemiyorum bile ,bu arada o gün kamp arkadaşım olan kişi şimdi 23 yıllık eşim ,ne zaman çeşme’ye gitsek hep o günü anar güleriz

Hayata Dair: Hayatın Renkleri

r e n g a r e n k | 16 July 2012 09:48

Hayata Dair: Hayatın Renkleri

Birçoğumuz okumuş ya da duymuşuzdur renkler insanın ruh halini yansıtır diye. Ne kadar doğrudur diye sorgulamadan edemiyor insan.Hiç düşündünüz mü nasıl yaşarız bir günümüzü,hangi renkle başlar hangisiyle bitiririz ömrümüzü.Kaç renk sığdırırız yirmi dört saatimize,haftamıza ,aylarımıza..
Aslına bakarsanız her günümüz ayrı bir renktir bizim. Ömrümüzse rengarenk. Şöyle ufaktan bir göz atalım hayata…
Doğduğumuz günü düşünelim, bembeyazdır ruh halimiz, henüz hiçbir kötülüğe bulaşmamış, kaybolmamış hayatın karmaşasında, öylesine masum ,tertemiz,beyazdır işte.Yeni bir sayfadır hayata açılan,henüz karalanmamış.İlk tanışmamızdır maviyle. Yaşayabilmek adına mecburiyettendir bu tanışma masmavi gökyüzüyle. Aynı zamanda yalnızlıktır mavi ve vazgeçilmezliktir, alternatif sunmamasıdır hayatın size.Tek olmaktır hava gibi su gibi ve vazgeçilmezdir her ikisi de .
Ve aslında sarıdır hayatın kendisi, güneş gibi sapsarı. Pırıl pırıldır, gözünüzü alır ya yaşamak, gelip geçicidir, güneş gibi karanlıkla buluşur elbet zamanın bir yerinde.
Kimi zaman tozpembedir hayat. Dünyanın yükü yoktur omuzlarınızda, hoşunuza gider, fark etmezsiniz zamanın aktığını, ta ki işin rengi değişene kadar. Çocukluğun rengidir pembe,henüz aşkla tanışmamış olmanın,dünyanın para üstüne döndüğünü hala anlamamış olmanın,size canım diye hitap edenlerin dahi kuyunuzu kazdığını hala öğrenmemiş olmanın verdiği rahatlıktır.Huzurun ta kendisidir ya pembe,tadıdır ya hayatın,son bulur içimizdeki o çocuğun büyüme hevesiyle.
Ve asla izin almaz kırmızı hayatımıza girerken. Sonradan fark ederiz hep vardır aslında içimizde bir yerlerde. Aşktır ,tutkudur kırmızı.En beklenmedik anda çıkar karşımıza. Şımarmaktır büyüdüğünü unutarak,sonrasında utanmaktır kimi zaman yaptığından,hafiften gülümseyerek,ama hiç pişmanlık duymadan ..Bazen gridir kırmızıdan sonrası. Ne siyahtır ne beyaz, ortadadır işte, ne olacağı belli olmaz. Düşünmektir gri,kararsız olmaktır.Beklemektir bazen,beklemek zorunda olmaktır.Ayrılığın rengidir gri. Vazgeçmeye çalışmak ve çoğu zaman başaramamak,ne ölmek ne yaşamak,siyahla beyaz arasında öylece kalmaktır.Bir taraftan da yalnızlığa alışmak ,maviyle buluşmaktır.Bütün masumiyetiyle ağlamaktır kimi zaman,bembeyaz.Sapsarı aydınlık güne uyanmak,ama karanlığı yaşamaktır içinde.Peki kaç insan bilir grinin siyah-beyazın yanı sıra sarı ve maviden oluştuğunu.İşte kaçımız yaşadıysa ayrılığı o kadar..
Ve sondur siyah, bitiştir, kabul etmek istemesek de.Her canlı tadacaktır ya bir gün ölümü,ciddiyeti simgeler siyah ve biliriz ki şakası olmaz ölümün.
İşte böyledir renkler hayata dair. Hepimizin ruh hali çeşit çeşit, ömrü rengarenk aslında.Her anın her rengin kıymetini bilmeli,tadını çıkarmalı hayatın yaşadığımız sürece.Tamamlamalı o beyazla siyah arasında kalan zamanı ,hakkını vererek aldığımız nefesin.Bir dakikalığına durup düşünün şimdi hangi rengindesiniz hayatın ve ne kadar hakkını vermektesiniz içinde bulunduğunuz “an”ın.

Değişen Özgürlük

gozde94 | 13 July 2012 10:09

Her yağmur yağdığında toprağın kokusunu içime dek çekerim. Buram buram kokan toprak, ağaç dallarındaki yaprakların sıralanışı, gökyüzünün korku tünelini andıran, renkten renge giren bulutları nedense bedenime huzur, içime yaşama sevinci verir. Gökyüzünün o korkunç gök gürültüsüdür beni gerçeklere bağlayan, sıra dışı olmaktan soyutlayan.Korkutsa bile bu gürültü beni, mesut bir şekilde yarıda kalan gülücüğümü dudaklarımın arasına yerleştiririm. Ve sonra hiçbir şey olmamış edasıyla masum bir çehre görüntüsü vererek başımı dik tutar, hayatın gidişatında rol oynayan ipleri elime alırım.Evet, bazen o ipler kontrolden çıkabilir, bazen de beni kontrolden çıkartabilir, ama ben hiçbir zaman vazgeçmem, kendim olmaktan ve dilediğimi yapmaktan. Çünkü, özgürlüktür dilediğin gibi yaşamak. Kimi zaman da mutsuzluğun baş tacı olandır, özgürlük. Yeri gelir aldanış olur, ihanet, kincilik olur adı.Özgürlük de değişkendir aslında. İçindeki gücü serbest bırakmak, kuralları yıkmak, esip geçme isteği verir içinde yaşatabilene. Tıpkı ikiyüzlü insanların yaptığı gibi diğer yüzünü cellada en kötü zamanda ortaya çıkararak başını sunar. Öyle bir ihtirastır ki aslında, yok etmek istesen bile mahkumsundur özgür olmaya, özgürlüğün kucağında gözyaşı dökmeye. O gözyaşları sevinç gözyaşı olacağı gibi bencilliğin, ahmaklığın, kendini beğenmişliğin de görüntüsünü sunan gözyaşları olur bir taraftan.İşte bu yüzden özgürlük gerçekten özgürüm diyebilene, bunu herkese sezdirebilene, yaşatabilene, kendisine yaşatmasını bilene gerçekten hakim olur.

Acılar ve Alışkanlıklar

gozde94 | 12 July 2012 11:26

Acılardı dudakların çizgi halinde görünmesini sağlayan. Çaresi bulunamayan o acıydı, elleri kirli olan küçük bir çocuğun mutluluk dilemesine muhtaç eden. Yorgunluğun ve yıpranmışlığın verdiği acıydı, bastonlu bir dedenin bastonunu titreten.
Biliyorum ki hayata yeni adım atan bir bebeğin adımlarını sağlamlaştıracak yine o zayıf acılar. Onun mutluluk yağmuru altında ilk adım atışına tanıklık edecektir. Hem ağlatırken hem de güldürecektir aslında. Alınan darbeler güçlü kılacaktır onun can damarlarını.
Fark etmese dahi anlayacaktır; acıların ardında saklanan güneşin ilk ışıklarının yüzüne yansıyacağı zamanı sabırsızlıkla beklediğini.
İşte o zaman, yağmurun ardından çıkan gökkuşağının renklerini görebilmek ve isimlendirebilmek için can atacaktır. Çünkü, o küçük bebek henüz hayatın en başındadır ve hesap edemese dahi kat edeceği yolda öğrenmesi gereken bir şeyler olduğunu ona gösterecek-lerdir. Bu kılavuz eşliğinde ışıldayan gözleriyle neşeli gülücükleri, acıları ört bas edecektir belki de.
Acılar ört bas edilse bile bir gün o bebeğin karşısına yine çıkacaktır elbet farklı bir gün ışığında ve değişen zamanın koşullarında. Hayatın ne anlama geldiğini kavrayan büyümüş olan o bebek, acılarını kalbinin en derin yerlerine gömmek, yeni bir hayata başlamak isteyecektir.
Bunu her ne kadar istese de, zamanla bu acılarıyla yaşamak zorunda kalacağını er geç kabullenecektir. Çünkü; yaşanılan ve yaşatılan acılar, zannedildiği gibi kolay unutulmaz. Sadece, acılar yerini alışkanlıklara terk eder ve alışkanlıklar dümeni devralır, yeni hayatın akışına doğru.

Şaşkınız !

yasaminsirlari[pilli_silinen_hesap] | 12 July 2012 10:24

Sıradan birgünde anayol kenarında oturan bir arkadaşımı ziyarete gidiyordum . Yol kenarından ufak bir fren sesi geldi ve hemen kendimi o sese yönelttim . Bir araba kaldırıma çarptı ve yolun 3 metre aşağısına uçtu. İlk defa bir kazaya şahit olmanın şakınlığıyla ve korkusuyla hemen olay yerine doğru yöneldim. Bilirsiniz etrafta hemen bir kuru kalabalık toplanır. Bende o kuru kalabalıktan birisiydim aslında. Dakikalar önce pırıl pırıl olan arabanın 5-10 saniye sonraki hali korkunçtu. İki büklüm olmuştu araç . Sürücü yola fırlamış ve çoğu yerinden kan geliyordu. Ben o anın şaşkınlığıyla adamın sessizce yerde yatışını izlerken doğanın bir olayına şahit oluyordum ve aklıma ölüm anı gelmişti . Bir an kafamı kaldırıp etrafa baktım . Ambülans çağırıyordu bi kaç kişi ama öyle birisi vardıki pes dedirtiyordu insana . Elinde cep telefonuyla olayı görüntülerken sanki birde keyif sigarası yakmış gülümseyerek anı kaydediyordu. O an yerde yatan yaralı adamı görünce mi kanınız donar dı ? yoksa onu o halde gülümseyerek kayıta alıp sigara içen adamı görünce mi kanınız donar dı ? benim ikisinede kanım donmuştu adeta. Bir kaç dakika sonra dahada kan dondurucak şeylere şahit oldum .Bir kaç kişi geldi kalabalığın arasına gözlerindeki ifadelerden anlaşılıyordu hırsız oldukları. Hurdaya dönmüş arabanın etrafında geziniyor acaba para edicek birşey varmı gibisinden bakışlar atıyorlardı etraflarına . Kasap et derdinde koyun can derdinde sözünü yaşıyordum adeta o an . Ve sonra tekrar dönüp baktım o kuru kalabalığa . Herkes merakını gidermeye çalışıyordu ve içlerinden bahsettiğim bir kaçı insanın kanını donduruyordu . Neyseki bir kaç dakika sonra ambülans geldi ve yaralıyı götürdü . O kazadan geriye hurdaya dönen bir araba yaralı sürücüden akmış kanlar ve bir de şahit olduklarım kalmıştı geriye. . Kendime sormadan edemiyordum . İnsanlık bu kadar mı tuhaflaşmıştı ?

© Copyright pillinetwork 2006 - 2012. All Rights Reserved.