bildirgec.org

zengin hakkında tüm yazılar

milyon dolar kazanmak ister misiniz?

ankebut | 19 February 2007 15:17

Bugüne kadar hep efsanevi zenginlik öyküleri dinledik. Bir günde trilyon kazananlar mı ararsınız, küçük bir tezgahtan fabrikalara ulaşanlar mı…Yerli dizilerde jeepler, lüks ötesi araçlar, harika konaklar, hep zenginlik ve güç üzerine kurulu öyküler bugünün gençliği için rol modellerini hazırlıyor.Neyse bu kadar açıklamadan sonra konuya girelim, insanların “aptalca” diye adlandırdığı fikirlerden milyonlarca dolar kazanan 10 insanın (daha doğrusu) fikrin öyküsü var bu sitede. Ben noel baba öyküsüne bayıldım.

Şükür Halimize

beyrek | 17 February 2007 12:10

Elinizin altında yiyecek birşeyleriniz, sırtınızda elbiseniz, başınızın üstünde bir çatı ve uyuyacak bir yatağınız varsa, bu dünyadaki yaşayan insanların %75’inden daha zenginsiniz demektir.
Şu demek oluyor ki; dünyada yaşayan insanların %75’i bu nimetlerin hepsine birden sahip değil.

Para Getiren Taş

beyrek | 09 February 2007 15:24

Tabiatta ender olarak bulunan bir çesit hematit taşıdır. İnanışlara göre bu taşın para getirdiği söylenir.

ne var ki artık insanlarımız bu gibi şeylere çokça inanmaya başaldılar. Bir taş ve taşın getireceği zenginlik. hiç de inandırıcı değil.

Balina penisi

kopanisti | 31 January 2007 13:05

Balina. Dünya denizlerinde yaşayan en büyük memeli. Filmlere ve pekçok romana konu oldu yıllarca. Mobidik, Orca, Özgür Willy ve diğerleri. Avlandılar yıllarca acımasızca. Dişinden kuyruk ucuna kadar tüm bedenlerini acımasız ve düşüncesiz insanın kullanımına sundular. Ve onlar da tıpkı insanlar gibi ağladılar yavrularını yada ailelerini kaybedince.

Amerika. Yeni Dünya. Avrupa’dan pek çok insan yeni bir hayat kurmak için, yeni umutlarla gemilerle bu kıtaya gitti. Atlas Okyanus’undan geçerken hepsinin hayalleri vardı. ‘’Makarnacı’’ lakaplı Al Capone da bu gemilerden biriyle kafasındaki hayallerle genç yaşta yolla çıktı. O’nun hikayesi de onlarca kitaba ve filme konu oldu. Ama buradaki konumuz O’nunla değil balinalarla ilgili.
Rum asıllı bir ailenin 1906 yılında İzmir’de bir bebekleri dünyaya gelir. 17 yaşına kadar İzmir’de yetişir genç bir delikanlı olur, 1923 yılında Anadolu’nun işgalden kurtuluşu sonrasında, yangın yerine dönen İzmir’de, harabelerin içinden içkiler ve eşyalar toplamaya başlar bunları yabancılara satmakla para kazanmanın zevkini tadar. İlk işadamı olma tohumları burada atılır. Bir süre sonra ailesiyle birlikte İzmir’den ayrılır ve tek başına Cenova’ dan Arjantin’e giden bir umut gemisiyle açılır Atlas Okyanusu’na. O’nun da kafasında hayalleri vardır mutlaka, okyanus kokusunu alırken, balinaları seyrederken, güneşin batışını izlerken geleceği hakkında planlar kurar. Kısa süre sonra Arjantin pasaportuyla bir tütün şirketinde çalışmaya başlar, telefonlara bakar ama tatmin olmaz kazandığı paradan. Yavaş yavaş Türkiye’den tütün getirtmeye ve bunu büyük şirketlere pazarlamaya başlar. Genç yaşta çok paralar kazanır. Bildiğimiz asıl şöhretini 1930 yılında yakalar. Ekonomik kriz ile birlikte o ana kadar biriktirdiği paralarını nasıl değerlendireceğini düşünürken, okyanus geçişi sırasında gördükleri önemsiz şeyleri hatırlar ve bir anda ne yapacağına karar verir. İflas eden bir Kanada şirketinden fırsatçılığını da kullanarak çok ucuz fiyata 6 tane gemi satın alır. Artık o Armatör Onasis’ tir. Savaş zamanı silah ve eşya taşıma işini başarıyla sürdürür. Devletlerden büyük paralar kazanır. Arkadaşları artık devlet başkanlarıdır.

2.dünya savaşı sonrasında ise Yunan ortağı Costa ile birlikte bu gemilerle balina avcılığına başlar. Hatta daha da ileriye gider balinaların göç yollarını inceleyen bir bilim kuruluşundan sızdırılan bilgilerle sürülere saldırmaya başlar. Balinaların göç yollarına dalar. Kazandığı paralar az gelir, tutamaz kendini balinaların sevişme ve yavrulama alanlarına da girer, tam bir katliam başlatır. İşini ve kazandığı paraya öylesine tutkuyla bağlanır ki tüm sektöre hakim olmak ister. Bu amaçla 1952 yılında Olympic Challeger isimli bir fabrika gemisini denize indirir. Okyanusta avcı gemilerinin katlettiği balinaları denizde işleyen bu gemi aslında 2. Dünya Savaşı sırasında kullanılan bir tankerden, yüzen bir fabrikaya döndürülmüştür. Burada da forsunu kullanmıştır. Katlettiği balinalardan kendisi için parçalar ayırmayı da ihmal etmez. Bu parçaları ileride ünlü yatı Christina’ da kullanma fırsatı olacaktır. Uluslararası kuralları hiçe sayarak avlanmaya devam eden Onasis’in gemilerine 1954 yılında Peru hükümeti el koyar. Onasis’in bittiğini sananlar kısa süre sonra yanıldıklarını anlarlar. Gemilerini sigorta ettirmiş olan Onasis, zekasını burada da kullanmıştır. Bugün genciz yaşlılığımızı da düşünmemiz lazım çalışamaz olursak ne yaparız diye düşünmüş olacak ki tüm gemilerini iş durmasına karşı sigorta ettirmiştir. Balina avının herhangi bir sebeple durması halinde de bu kuralın işleyeceği garantisi vardır genel şartlarda. Sigorta şirketinden her bir gün için yüklü miktarda tazminat almaya başlar. Bu avlandığı günlerden bile daha fazla gelir getirir kendisine. Balinalar kurtulmuştur ama kasaları dolmaya ve tonlarca para kazanmaya devam eder. Sonuçta güme gidecek olan sigorta şirketinin imdadına İngiliz Hükümeti yetişir ve Peru makamlarıyla yapılan görüşmeler ile gemiler serbest bırakılır. Olympic Challenger bu olaylardan sonra da katliama devam eder. Bu kez de Norveç’te yayınlanan duyarlı bir gazete Onasis’in balina katili olduğu yönündeki haberlerini sıklaştırınca işin seyri değişir Norveç hükümeti gemilerin Hamburg limanında tahliye ettikleri 6300 ton balina yağının kaçak ve yasadışı olduğunu iddia ederek dava açar. Bu kez de tutuklanan gemilerden kurtulmanın yollarına arayan Onasis kıvrak işadamı zekasını yine kullanır ve tüm filoyu Japonlara satar.

Gemilerin adları değişir. Bu zenginlik ile şatafatlı yaşamına renk gelsin diye ünlü yatı Christina’yı denize indirir. Ve gemileri de hazır satmışken Avrupa Jet sosyetesinin merkezi Monte Carlo’ya gider. Yıllarca balinaları katlederek tonlarca para kazanan Armatör Onasis, bu kez de insanlardan para emmeye devam edecektir. Savunmasız ve masum balinalar kendi istekleri dışında av olmuştur, para kazandırmıştır O’na oysa insanlar kendi ayaklarıyla giderler Monte Carlo’da açtığı kumarhanelerde emilmeye. Paralarına para katmaya devam eder. Zenginleştikçe zenginleşir. Avrupa Jetsetini, hatta Amerika Başkanı Kennedy ve güzel eşi Jacklyn’i bile yatında konuk eder çok sıkı dost olurlar. Yıllardır katlettiği balinalardan topladığı dişleri ve penisleri Christina’nın iç döşenmesinde kullandığını konuklar biliyor mudur, ya da koltuklara oturan jetset neyin üstüne oturduğunun farkında mıdır bilemeyiz ama yatın barındaki sandalye ve koltukları balinaların penis derisiyle kaplatmış, ayak dayama yerlerinde balinaların dişlerini kullanmıştır. Bunları bilemeyen sosyete bayanları banyolarında kullandıkları hoş kokulu sabunların, parfümlerin süründükleri krem ve rujların, sperm balinasının kafasının içindeki kutu denilen bölmede depolanan ve çok değerli hoş kokulu olan kıvamlı ispermeçet yağından yapıldığını da bilmiyorlardır. Hatta ipeksi saçlarını taradıkları tarakların ve pahalı kıyafetlerindeki düğmelerin bile balina kemiğinden yapılmış olduklarına da kafa yormamışlardır muhtemelen. Ancak bir gerçek vardır, bu kozmetik ürünleri kullanmaları ve balina penisinde oturmaları Onasis sayesinde olmuştur.
Birgün bu ihtişamlı yaşam kabusa dönüşür. Hayat hep canım cennette değildir, acılar, kederler ve gözyaşı da vardır. Çok sevdiği oğlunu daha hayatının baharındayken bir uçak kazasında kaybeder. Yavrusundan yetişkinine kadar ayırt etmeden balinaları katleden, anne balinaların karınlarındaki yavrularını bile satan ünlü armatör evlat acısını yaşadıktan sonra yaptıkları kafasına dank etmişmidir onu da bilemeyiz ancak yavruları parçalanırken anne balinaların gözlerinden akan yaşların aynısı şimdi O’nun gözlerinden akmaktadır. Cenazede oğlunu toprağa verirken yanındaki arkadaşına şu sözleri söylediği duyulur. ‘’Dünyanın en yoksul, en acınacak en mutsuz ve hiçbir şeyi olmayan insanıyım ben şimdi.’’

100 zengin Türk

kopanisti | 27 December 2006 09:41

2006 yılı biterken, ülkemizde 15 milyon insan günde 1 dolara geçinmek durumunda.
İşçilerimizin 2007 de alacakları asgari ücret tespit edildi.
Ve Türkiyenin yüz akı en zengin 10 işadamı.
Kurdukları işlerlerinde binlerce vatandaşa iş veren en zengin 100 ünlü yüzün toplam serveti 84 milyar 875 bin dolar.
45.3 milyar dolarlık servet 14 ailenin kontrolü altında
Ve günde 1 dolara yaşamak zorunda olan 15 milyon kişi.
Ayda 403 YTL ile yaşayacak olan aileler.
Ne mutlu bir tablo. Çağ atlayan Türkiye, kişi başı milli gelir 5bin doların üstünde, işsizlik %9 un altında.
Ve buna rağmen bir onurlu insan.

sen hiç 2000 dolarlık pasta yedin mi?

asiti kacmis kola | 27 October 2006 21:06

senede en fazla 1-2 kez aldığımız, doğum günlerinin vazgeçilmezi kremalı pastaların en pahalı ve en gösterişlisi karşınızda. içinde yurtdışından getirtilmiş şeker, vanilya, meyve parçacıkları olan, dış süslemesinde altın yapraklar kullanılan bu pasta Türkiye’de Çırağan Palace Kempinski‘nin ahçısı tarafından üretildi. kendisine 2000 dolarlık fiyat biçildi ve şimdiden 12 adet satıldı.

2. Bölüm (uzun sıkıcı bir hikaye)

deborahhh | 17 October 2006 04:30

Şık bir restoran. Köşeli koltuk, masa grupları vardır hani. Cama bakan tarafından böyle bir masaya oturdular. Kare bir masanın birbirine komşu iki kenarını kullandılar. Biri bir kenara, diğeri diğer kenara. Resmi bir görüşme için karşılıklı oturmanın daha akıllıca ya da gerekli olduğunu düşünürdü oysa ki. Çünkü o zaman karşındaki insanın gözlerinin içine daha keskin bakışlar fırlatabilir ve gerçeği söyleyip söylemediğini anlamaya çalışabilirdin. Ama Mesut Bey’in böyle düşünmediği açıktı. “Kusuruma bakmazsanız ayaklarımı biraz uzatacağım” dedi. Gülümsemek suretiyle laf olsun diye alınmış bu izne “olur” dedi.
Hemen şık ve kibar bir garson tepelerine dikildi. Menülerini verdi ve iki adım geri atarak beklemeye koyuldu. Mesut Bey’in kendinden beklenmeyecek derecede kibar önerisiyle mantı, kola ve çay siparişleri verildi. Garson mutfağa yönlendirildi.
Sohbete nereden başlaması gerektiğini bilemiyordu. Sonra birden “ben davet edilenim, neden geriliyorum ki? O düşünsün ne konuşması gerektiğini” diye geçirdi içinden.
Sağ kolunu koltuğa uzatmış, sol kolunu ise diğer bacağının üzerine attığı dizini kaşımak için kullanan Mesut Bey daralıp bunalmadan hayatını anlatmaya, insan sarrafı olduğunu kanıtlamaya çalışmaya, paraya para demediğini anlatmaya başladığındaysa Seda konu aramakta zorlanmayacaklarını çoktan anlamıştı. İşte klasik bir zengin maganda karşısındaydı.
Cebindeki üç liraya rağmen lüks bir restorandaydı. Karnı gerçekten açtı. “En azından yemeğimi yerim. Bu dallamanın hikayeleri de dinleme zorunluluğu bitince, yani eve gidince komik hikayeler olarak kalır, daha ne olsun? ” diyordu kendi kendine.
Bir süre sonra adamın herhangi bir dinleyiciye bile ihtiyacı olmadığını anladı. O sadece kendini anlatmaktan hoşlananlardandı. Tek sorun kendini anlatırken “para” dan da kendisiymiş gibi bahsetmesiydi. Mesut Bey’in birazdan gözlerinin dolar işaretiyle parladı parlayacak bir hali vardı. Eğer bu halüsünasyon değilse bile bunca hikayeden sonra şaşılası bir durum sayılmazdı artık.
Birden aklı yıllar evveline gitti. Halk arasında “Kız yurdu” adıyla bilinen manastır- genelev sentezi o garip yer. Aslında genelevden ziyade orada çalışması münasip görüleceklerin hazırlık amaçlı takıldıkları mekan demek daha doğru olurdu.
Bir hafta öncesine kadar iki çift çorap, iki kat çamaşır, bir kot pantolon ve bir kazaktan başka mülkiyeti olmayan kızların sadece günlerle telafuz edilebilecek zaman dilimlerinde kapıya 4×4 lerle bırakılır oluşları….. Zaman su gibi akıyordu. Artık bu tür sınıf (!) atlamalara ağzı bir karış açık, şaşkınlıkla bakacak yaşlarda değildi. Biliyordu tüm bu sürecin neleri kapsadığını.
Ya karşısında şu anda oturan bir ayıdan edinecekti sevgili niyetine, ya bir cemaat evine girip inançlı görünen fahişelerden olacaktı, ya da en yakınındaki zavallı taşralının üç kuruşu dahil hırsız olacaktı….. Seçenekler çoğaltılabilirdi elbet. Ama sıralayıpda can sıkmaya daha ne gerek var?
“Galiba onlardan biri gibi görünüyorum şu anda.” Birden bire kendinden tiksindi. Bu aptalca görüntüye daha ne kadar katlanabilirdi ki? Hem sanki herkes kafasından geçenleri aynen düşünüyormuş gibiydi. Örneğin şu garson. “Bana imalı imalı gülümsemiyor mu? Ohh adamda para var tabii kızlar da etrafında diye düşünüyordur. Eminim. Ben de garsonluk yaptım. Bilirim. Mutfağa gidince hemen göze batan müşteriler hakkında hikayeler yazılır. Yaftalar yapıştırılır. Üzerine de sos olarak kocaman kocaman kahkahalar patlatılır patron görmeden. Ben biliyorum şu anda mutfakta nelerin konuşulduğunu. Bakma bana öyle. Bir çay daha ister misiniz diye sorarken bile içten içe ne dediğini biliyorum. İstersin tabii. Adam zengin. Sen zaten adisyona bakmayacaksın diyorsun. Al bir çay daha. Ama karşında oturan ayıya söyle bahşişi az bırakmasın……….”
“Ne dersiniz?”
Mesut Bey’in bu sorusuyla kendine geldi. Ama ne diyebilirdi ki? Adam ne sormuştu ki ne diyecekti?
“Aslında….” diye gevelemeye başlamışken telefonu ilk kez doğru yerde çalmaya başladı. “ahh pardon!”
“Rica ederim”
“Efendim? Ah canım ben bir saate gelirim. Nasıl? Kapıda mısın? Ha tamam dışardaysan sorun yok. Ne zaman biter işin? Oldu canım ben bir saate kadar evde olurum. Sen dert etme. Öpüyorum” Telefonu kaptıp çantasına koydu.
Kurtarıcı soruyu sorabilirdi artık. “Ahh kafam dağıldı. Nerede kalmıştık?”
“İş için diyorum. Ne dersiniz?”
İçten içe nasıl geri çevireceğini düşünmeye başladı. Bu adamla çalışılır mıydı? Adam yarın öbür gün bir ev kiralar, sana yük olmasın burada yaşa derdi. Sonra hediyeler başlar, ardından da metres hayatına hoşgeldin denirdi herhalde.
“Nişanlıma danışmalıyım. Biraz hassastır. Yalnız başıma karar vermem doğru olmaz. Beni anlıyorsunuz değil mi?”
Pat diye çıkıverdi ağzından laflar. Artık yalan söylemek konusunda ne kadar ustalaştığına kendi de şaşırıyordu. Acaba yirmi yedi yıllık hayatında daha önce “nişanlım” demiş miydi?
Mesut Bey” Elbette, en doğal hakkınız, siz biraz düşünün. Kalkalım mı?” dedi. Evet artık bir iş alamayacağını Seda da biliyordu. Çünkü “nişanlım” demişti. Çünkü “kararlarımı başkalarına bağımlı olarak veriyorum” mesajını vermişti. Çünkü “Bana asılma artık, zenginsin ama yetmez” demişti.
Aradan günler geçti. Mesut Bey yediği yemekten keyif almamış olacak ki bir daha aramadı.
Seda gazete ilanından kendine asgari ücretle bir iş buldu. Şık bir restoranda garsonluğa başladı. Bir gün bir müşteri geldi. Tanıdık bir sima yanında hoş bir hanımla.
“Hoş geldiniz. Ne alırsınız?”
“Bize iki mantı lütfen, birer de çay alabilir miyiz?”
“Elbette”
Zengin görünümlü, bu magandayı Seda tanımıştı. Mutfağa gittiğinde dedikodusunu yaptılar. Garsonlardan biri ” Bu krolar nereden bulur bu parayı yahuu?” diye sordu. Seda “İnan bu adamın bu kadar parayı nereden bulduğunu ben de anlamadım. Arjantin’deki bir restoranda daha iki hafta önce garsonluk yapıyordu…….”

60 yıl önceki bebek takası

ozgursfk | 26 September 2006 16:30

Evet Serbest Atış Başladı; Ne diyorsunuz bu haber için; 60 yıl önceki bebek takasına herkes tepkili
Kişisel görüşümü söyliyeceğim ama iki arada bir derede kalıyorum.
1. Doktor çok iyi yapmış. Bir yavrunun hayatını kurtarmış. Doğuştan gariban olan bir insanı zengin yapmış. Üstelik bundan kimse zarar görmemiş. Tam aksine bir anne baba yavrularını kucaklarına almış sevmiş beslemiş büyütmüş evlat hasreti çekmemiş.
2. Herkesin kaderi çizilmiştir. Doktor bununla oynayamaz. Ona mı kalmış çocuğun kaderini değiştirmek . Çocuk ortada kalmasın diye insani duyguyla, çocuğu korumak için yapmış. Doktorun niyeti kötü değil. Ama niyeti ne kadar iyi olsa da, yaptığı iş aldatma ve kandırma oluyor. Kimse kendini Tanrı yerine koyup çocuğun kaderini ailesine danışmadan değiştirmemelidir. Hem etik, hem yasal, hem de sosyal açıdan yanlış bir davranış. Çocuğa ve ailelere yapılmış bir haksızlık bu.
3. Doğrusu ne peki; bence doktor her iki taraftan da birileri ile konuşmalı idi. Belki onların rızalarını alarak bu işi en doğru şekilde yapabilrdi.
Bu arada