bildirgec.org

yok oluş hakkında tüm yazılar

BÜYÜMEDEN ÇOCUK KALSAYMIŞIZ KEŞKE…

metezade | 27 April 2011 11:03

Çocukken çok uzaktaymışım gerçeklerden. Sabah bir yere yetişecekmiş gibi yarım yamaklak bir kahvaltıdan sonra koşarak dışarı çıkardım. Sokak benim oyun dünyamdı, arkadaşlarımla kılıktan kılığa girerdik saklambaç, evcilik, körebe, istop, domino… oyunların sonu gelmezdi. Sokağın zevkini tamamem emdiğimizde ağaçlara dadanır, daldan dala atlardık. Düşüp biyerimizi kırdığımız da olurdu elbet, Ağacın tam tepesindeyken (oyunun en zevkli yeri gibi gelirdi hep) akşam ezanı okunurdu. Bu sesi duyunca yüzümüz düşerdi, artık eve dönme vaktiydi. En büyük üzüntümüz buydu o zamanlar…

Eve girice, annem bıkmadan usanmadan her gün aynı tepkiyi verirdi: ”Hemen dizlerinin üzerinde banyoya git sakın yere basma yeni temizledim evi leş gibi olmuşsun…” bu sözleri bazen koro halinde söylerdik hiç unutamadım aklıma kazındılar:)

‘I feel you’

astral | 18 October 2010 15:39

Ta ki, aşk onu buluncaya kadar. Aşk onu buldu ve yok etti. Kendi girdabına alıp yok ettiği ruhların yanına birini daha kattı böylece, aşk…

Eskilerden kalma bir zaman. Fakat o an ki, eski olduğu hissedilmiyor. Bir melodi. Derinden ve her şeyi etkileyen. ‘I fell you.’

Bu şarkı ne zaman çalsa kadının gözüne o geliyordu ve daha da ötesi şarkıyı o söylüyor gibi geliyordu.

An değişti ama bir yandan da hiç değişmedi. Gecenin karanlığında anılar geldi kadının önüne.

2012

emsvizyon | 24 June 2009 19:53

mayalar’ın o ünlü takvimi nin, o ünlü sonu; yani 21 aralık 2012’yi dünyanın sonu ile bağdaştıran insanlığın, inanç ve değişiklik arayışından ilham alınarak çekildiğini düşündüğüm film‘in yönetmeni Roland Emmerich.

enteresan bir viral kampanya yürüten film, bu inanışa gönülden bağlı olan insanları kolayca kavrayabilecek yapıda bir de siteye sahip. sanki bu olay gerçekmişcesine hareket eden site yönetimi, olası felaket gününden kurtulmak isteyen insanları çekilişe davet ediyor!

kim yok oluyor?

il mare | 31 January 2009 10:33

Pembe perdelerimin arkasından dışarı baktığım zaman anlarım kendimin hayatımın yaşamımın kıymetini.İçerideyken herkes ben gibi ya da benden daha iyiymiş gibi gelir.Duvarı boyalı odalar,renkli bir avize ama heryere aynı renkte ışık veren bi ampul.Pembe değil benim ışığım dünyam gibi sarı.Kitap okumak için başucuma koyduğum ışık florasan ama,beyaz.Bilmem kaç saat dayanıyormuş,farkında olmadan yapılan bi tasarruf!Dışarı bakarım sonra,pembe perdelerim siyah olur birden.Dışarıda çöpleri karıştıran çocukların ellerindeki kirleri hissederim perdemde ve yüreğimde.ve acısını.Acırım ama acımayı hiç sevmem.Bişey sanıyormuş gibi olurum kendimi.Çünkü hiçbir hakkım yok onlara acımaya.Bugüne kadar onlar için hiçbirşey yapmadım çünkü.Hayatın vahşileştirdiği kişiliklrinden korktum hep,onları görünce diğer kaldırıma geçtim,uzaktan izleyenlerden oldum hep.Halbuki acıma duygusunun içinde çabaların verdiği sonuçsuzluk vardır.İçten içe ağlama vardır.Bunu kendimde görememek üzer beni.Artık neye gerçekten üzülüp sevindiğimi bilemem.Dünyanın dört bir köşesinde sadece kameraların takıldığı,bunlar haricinde kamerasız yerlerde kimbilir kaç canın gittiği bilinmeyen haberler üzer gibi yapıyor beni.Spikerle uyum sağlayarak izliyorum haberi,ölümü.spiker acı bir ifade veriyor suratına acı haber gelince,arkasından murat taşdemir banuyu öpmüş,gülüyor bizimki.Kendime bakıyorum bu saçma haber yüzümde hafif bir tebessüm beliriyor!İŞTE O ZAMAN KENDİME GERÇEKTEN ACIYORUM!Esas acınacak kişinin kendim olduğunu anlamakta geç kalmıyorum.Bi de kuşlara acıyorum.Eskiden babamın da benim de hersabah istinasız bayat ekmekle beslediğimiz minik serçelere;mutfak balkonumuza konup bizden pirinç isteyip yine istisnasız onları bulgurla pirinçle beslediğimiz ve annemin pirinç kavanozunun yarılandığını görünce beni tatlı tatlı azarlamasından sorumlu olan güvercinlere acıyorum.Acıyorum çünkü kendimi yararlı hissediyordum onlara karşı.Karınlarını doyurdum onların belki benim sayemde rahat uyuyorlardı.Yoldan geçen yaşlılar da simitle çekirdekle besliyorlardı onları,hepsinin yüzünde bir tebessüm…Kuruyemişçilerin önleri mısırları kapmaya çalışan birbirine kanat atan güvercinlerle doluydu,onların yanından geçip kanatlarının oluşturduğu rüzgarı hissetmeyi seviyordum.Şimdi yok oldular ama asıl yok olan biz olduk.Onlar var hala,panjurların altında korunuyorlar yağmurdan ama biz yokuz artık.Gitgide yok oluyoruz.Kahrolası tıp bizi iyi yapacağı halde yok ediyor.Hergeçen gün bişeye dokunmamak,birşeyi yememek zorunda kalıyoruz.Birşeyden daha soyutluyoruz kendimizi.Tıp,teknoloji bizi yokediyor.Bunların getirdiği mikroplar bizi yokediyor.Taş devrinde yaşamayı o kadar isterdim ki…Kendi kendimizi yok etmemeyi öyle çok isterdim ki…

RIMBAUD, RIMBAUD ŞİŞELER!

| 13 July 2007 16:37

fötr şapkasından taşan kır saçlarını düzelttikten sonra, elindeki zift karası toz bezini karmakarışık masasına fırlatıp, 1876 yılının 19 temmuz’u sunda takımadalarından tüyen hollanda sömürge ordusunun taze askerini bilmiyor musun bakiim sen aslanım, dedi ütüsüz, diz kapakları erimiş pantolonunu neredeyse tamamen örten kruvaze ceketinde kaybolan elindeki otuz üçlük tespihi burnuma doğru tokat atmak istercesine sallayarak…

une saison en enfer, diyebildim kekeleyerek.
ben sadece bu kitabın fransızcasını arıyorum
bey amca, dedim.

kusarcasına ekledi: amca, senin babandır!
ne olduğunu anlayamadan uzaklaştım bu garip sahafın yanından.
o ise arkamdan avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
je est un autre!