bildirgec.org

yalnızlık hakkında tüm yazılar

Eski Sevgilim

belesh | 25 November 2009 17:48

Alk. %90 Hacmen
Alk. %90 Hacmen

Etrafını saran ağır, karanlık bir sis tabakası. Seni çepeçevre sarmış uğursuz, lanet bir bulut. Nereye gidersen git seninle beraber gelen sadık bir köpek gibi. Gözlerinden içeri girdiğinde gözlerin yanar, bütün sinir uçlarını acıdan kör eder ama. Bakarken göremezsin, bakar körsündür. Kulaklarının içini öyle bir bir doldurur ki hiçbir şey duyamazsın. Sessizliğin gürültüsü kulaklarını sağır eder. Uğultudan beynin zonklar.
Almaya çalıştığın her solukta ciğerlerine dolan o soğuk şey yüzünden nefesin kesilir, boğulacak gibi olursun. Ciğerlerinden kanına karışır, en ince damarlarına kadar işler. Parmak uçlarına kadar hissedersin onun soğukluğunu. Yakıcı bir soğuk. İçin ürperir, terletir.
Bütün beyin hücrelerin onunla meşgul(dolu) olduğu için düşünebileceğin fazla bir şey yoktur. Sürdürmeye çalıştığın yapmacık yaşantında, rol icabı katıldığın hayatta hep kurtulmaya çalışırsın ondan. Ama hep aklındadır o. Su içerken, toplantı için sunum hazırlarken, kahveni fincana koyarken, elinde kalem çevirirken, televizyon izlerken… Tam o anlarda, tam zihninin boş olduğunu sandığın o anlarda aniden çıkar ortaya. Bir an durusun. Yüzlerce şey, binlerce soru gelir birden aklına. Gözlerin dalar. Binlerce yıl gibi geçen bir an. Her yıl ayrı bir soru sorarsın kendine, hiçbirinin cevabını bulamazsın. Her defasında bulamamışsındır, bundan sonra da bulamayacaksın. Sonra, o an geçer birden. Ama gün içerisinde defalarca tekrarlanır. Hayatın akışı ile üstü ötülür. Başkalarının hayatları, dertleri ile ninniler, masallar anlatılarak uyutulur. Susturulur. Daha doğrusu öyle olduğunu sanırsın. Ta ki hava kararıncaya kadar…
Akşam evin kapısına geldiğinde içeride seni beklediğini bilirsin. Acaba dersin, acaba arkadaşıma mı gitseydim? Kapıyı tırmalaması, kesik kesik senin adını fısıldaması dikkatini dağıtır bir an için. Derin bir nefes alıp kapıyı açarsın. Ve işte o, tam karşında. Yılların eskitemediği dostunuz, daha bir özlemiş şekilde kucaklar seni, sarıp sarmalar. “Nerede kaldın?”
Yemek yemek istemezsin, çünkü onunla beraberken yediğiniz yemek midenize oturur. Çoğunlukla iştahınızı kaçırır. Film izleyeyim bari dersin. Komik bir sahnede beraber gülmek için başını yan tarafa çevirirsin istem dışı olarak, onu görürsün. O an atacağın kahkaha boğazında düğümlenir, büyür. Müzik dinleyeyim bari dersin. Ama her dinlediğin parçanın onun için olduğunu bilir, sen de bilirsin. Tam karşında, suratında sinsi bir gülümseme ile şarkılara eşlik eder. O sevinir, sen üzülürsün.
Bitmek bilmez o geceler. Öyle zamanlar olur ki konuşmamaktan sesin kısılır. Konuşamamaktan daha doğrusu. Kendi kendine konuşursun bazen geçsin diye. Çatallaşmış sesler çıkar dudaklarının arasından henüz kelime olmamış. Onunla geçirdiğiniz her saniye acı verir. Onu besleyen şeyde budur zaten, bilirsin. Ama sistem oturmuştur. Sen acıyı çekersin, o büyür. Büyür, seni çeker. Canı, sen çeker. Senin canını çeker. Ruhunu soğutur. Yavaş yavaş yaşama sevincini alır içinden. Ama yaşamak dediğin şey nedir ki zaten? Sabah kalk, işe git, öğle yemeği, tekrar iş, akşam işten çık, eve git. Msn, mailler, film (dipteeyiiim, sondaayıım, depresyondayıııım..) olmadı kitap oku, uykun gelsin, uyu, uyuma. Sabah kalk, baştan başla. Bunu mu alacak benden. Al, senin olsun. Gereksiz bir hayat gibi. Sistem böyle ama sanırım. Olmadı, beceremedim. Sisteme uyamadım. Keşke mavi hapı seçseydim diyorum bazen kendi kendime. Hiçbir derdim olmazdı. Allahın belası masallara inandım yine. Nefret ediyorum masallardan.

Kimlik

livendie | 20 November 2009 11:30

İnsan dünyada yalnızdır – işte felaket burada! Yalnızca insan ve etrafında sessizlik – yeryüzü gibi.

Fyodor M. Dostoyevski

Edvard Munch
Edvard Munch

Bu sadece bir oyun, Myra. Bu sadece bir oyun, bu sadece bir oyun. Bunların hiçbiri gerçek değil, bu sadece bir oyun… Kadın o kadar bulanıktı ki, ne zamandır bu cümleleri tekrarladığının farkında bile değildi. Elindeki buz kazıyıcı, cümleleriyle aynı ritmi tutmuş, arabanın ön camında bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu. Sonunda görüş açısının yeterli olduğuna karar verdi, ya da kendi kendisine konuşmaktan sıkıldı. Buz kazıyıcıyı ve eldivenlerini arka koltuğa fırlatıp direksiyonun başına geçti.

yaşam, gerçek ve kabullenmek kavramları

astral | 16 November 2009 16:00

Yaşam ağır bir gerçek. Önceki enkarnelerinden topladığın bir iz.

Taşıyabilene ne ala. Gerçek, öncelikle kabullenmek içindir ki; bazen en ızdırap verici olan da budur.

İddia ettiğim her şey yalan. Bu böyle olur mu hiç dediğim her şeyde gördüm ki, durum hiç de öyle değilmiş. Biliyorum dediklerim komple palavra çıktı. Ben yanıldım. Dünyaya karşı atıp tuttum, tükürdüklerimi yaladım. Komple ziyanmışım.

Sevmek Düşmeden Uçmayı Bilenlerin Marifeti

kahvekokusu | 30 October 2009 09:41

Kendi yağmurunda ıslanır şehir
Yüzüm kendi yağmurunda yıkanır..
Her aşk kendine büyüktür
Ve her ayrılık kendi yalnızlığını tanır…

Gel..desen, yalınayak
Kızgın sahralardan, harlı yollardan geçerek gelirdim sana…
Gel! Desen
Düşmekten korkmadan,
Kırık kanatlarımla, uçarak gelirdim sana…
Yüreğimde bin kamyon yükü sevda
Uykusuz gecelerimi nevbetlere devredip
Yıldızlardan sızan bir ziya gibi
İcabet ederdim çağrına
Oysa ne “gel” dedin ne de geldin.
Ey hüznümü umuduna çözdüğüm sevda!
Kaybetmek bulanlara mahsustur
Ben seni hiç bulmadım ki….

anne bugün gitme…

kahvekokusu | 27 October 2009 11:00

Kocaman kahverengi gözlerini gözlerime dikip, delici nazarlarla bakarken, dudaklarının arasından dökülüveriyor o kırgın cümleler:

-Anne bugün işe gitmee…

Lepiska saçları darmadağın… Pembe ayıcıklı pijamasıyla sandalyede öylece oturuyor. Üşümesin diye üstüne giydirdiğim yelek bir kolundan düşmüş… Süt bardağı kahvaltı masasında hala dolu duruyor…Bir cevap bekleyen bakışlar tam gözbebeklerime oturmuş hesap soruyor:
-Anne bugün işe gitme!

VESİLEYLE AŞK

gunesligunler | 25 October 2009 12:17

Bir yalnızlaşmak öyküsüdür aşk…
Ötekileşmek,
Sonra yalnızlaşmak mahşeri yerinde
Mızrak saplanırken yüreğe
Acısız, aşktan yitirmektir canı
Koşup terlemek değil, deryasında kavrulmaktır aşkın
Yaşam mı?
Onsuz yaşanmıyor, onunla oldun mu bitiveriyor.
Aşk’ın öyküsü kısadır hayat kadar.
Bir vardır sonra hiç yoktur.
Bir sihirbaz gelir
Şapkadan çıkarır; ilk görüşte aşk diyor insanlar buna.
Bir kahraman saldırırken düşmanına
Bütün bilinciyle sarılırken davasına
Sıkarken kurşununu hedef almadan, yüreğiyle gözlemesidir: Aşk!
Sonra hiç yoktur aslında aşk
Var olduğu kadar… Kayıptır!
Ayrılık der insanlar.
İşte böyle: bir vardır, bir yoktur aşk.
Hiç olmadığı kadar varlığı; her zaman olduğu gibi yokluğu
Aranandır aşk…
Bazen ana avrat küfredilip
Sokağa atılan piç edilen
Bazen de şık bir kentin asılı kalan trafiğinde bekletilip
Çaresiz yeşilin yanmasını bekleyen.
Vesselam aşk hep vardır hiç olmaz.
Mem yanar zin kavrulur.
Aşk arada dansözdür bazen.
Oynar oynar döner götünü gider.
Rahmin bekâret kilididir
Onu ancak “o” açar
Bir de “zor”(?)
Ağaçları yanmış, hayvanları ölmüş bir orman
Yağmurunu yitirmiş, bulutları yok olmuş bir gök
Sonra bir acı matem sonra bir insan
Aşk yaşatandır diyorlar insanlar
Aşktır bizi ayakta tutan
Bir vardır, olmasa da hep vardır aşk.

Sararan Hayaller

Don Cristobito | 20 September 2009 12:12

Hayatının son gününü İstanbul’un uzak bir köşesinde geçirecekti. Bireysel yalnızlığı tercih etmişti toplumsal yalnızlık yerine. Arabasına binmişti. Ölümüne son iki saat kaldığını bilmiyordu.

İhsan yetmiş yaşına dayadığı merdiveni çıkmaktan hoşlanmıyordu. Zaten hiçbir merdiveni sevmemişti ömrü boyunca. Ailesini de sevmemiş, sevememişti. Çocukları da annelerinin yolunda bir yabancı gibi davranmıştı ona. Mutluluğu yakınlarda da uzaklarda da aramıştı fakat bulunamayan bir şey olduğuna kanaat getirmişti. Yine buhran dolu bu günü, tek hobisi ve sığınağı olan civciv sarısı eski model arabasında, yani tek dostuyla geçirmeye karar vermişti.

Çıktı yola, öptü direksiyonunu ve dostuyla dertleşmeye başladı. Gidiyordu pervasızca. Mantığının değişmezlerini düşünürken ne tutarlılığın ne denkliğin ne de deyimleşen hayatının doğru yolunda gitmediğinin farkındaydı. Adeta kendinden geçiyordu araba kullanırken. Çok kısa zamanda gittiği yol, yavaş bir araba için saatler alabilirdi. İhsan gözünden süzülen yaşlara aldırmadan basıyordu gaza. Yaşların bir müddet sonra periyodiklikten kurtuluşunu ve ağzından içeri girişini, diliyle birleşen tuz tadını hissetmiyordu bile. Arabanın ibresinin fazla yükseldiğini fark ettiği an ile yolun ortasına yuvarlanmış kayayı fark ettiği an kesiştiğinde frene basmanın doğru olmayacağına karar vermişti. Sadece vites küçülterek direksiyonu diğer yola doğru kırdı. Artık seyir halinde olduğu yol bol çukurlu ve çakıllıydı. Hız keserek devam etse de yakınlaşmakta olduğu binaya çarpmasını engelleyemeyecekti. Git gide yaklaştı ve çarptı.

Küçük kırmızı kar tanesi…

| 08 September 2009 13:32

Bir işte ne  kadar tez canlı olursam o kadar mesafe kaybına uğruyordum. Heveslerim tarif edilemez bir hıçkırıkla son buluyordu. Herşey bir an evvel olsun bitsin düze çıkayım istiyordum. Amansız bir Aşk’ın pençesine düştüğümde “Sabır”” kapılarını açmamıştı henüz bana. Şımarık bir kız çocuğu gibi reddedilmeye hiç ama hiç alışkın değildim olmadım da. kapattı bana kapılarını.. Ne kadar çırpındım bilemezsiniz.. Söylediklerimi anlamıyor anlasa bile ertesi gün olduğunda farklı bir insanmış gibi benimle farklı bir havada sohbet ediyordu. Çok içerlemiştim çok. Dayanamıyordum . Dayanılacak gibi de değildi zaten. İçimi ona açmadım. Küçük düşüremezdim kendimi. Diyorumya ilk kez başıma geliyordu böylesi. İnanmak istemiyordum. Kim ile dertleştiysem paralel görüşlerle ; Bu adamdan sana yar olmaz  demişlerdi. Buna asla inanmadım inanmak da istemedim ayrıca . Rabbim bu hadise süresinde   bana o kocaman sabrı verdi.  Dile kolay bir sene…Sabrettim sabır ne güzel şeymiş ya beklemek. Koşa koşa annesine sarılan bir çocuk gibi hızlı fakat bir o kadar uzun. Hani kavuşamazsın ya. Ama o umudu taşırsın. Sonunda ne oldu biliyormusunuz . Kabüllendim sahiden de bu adamdan bana yar olmazdı . Olmadı . Zorla güzellik olmuyor. Sittin sene de geçse olmayacak . Ama asla unutmayacağım. Hayata daha sağlam basmaya başladığım o günlerde faydasını şu aralar çokça  gördüğüm Sabır hediye edildi bana tarafından . Çok teşekkür ediyorum ona eğer beni duyuyorsa, bu yazı bir gün eline geçerse sahiden minnettarım. Sabır en büyük erdemmiş bende gökyüzünden düşen küçük kırmızı  kar tanesi :))

Denizyıldızı’nın Ahı

lagos | 24 August 2009 20:36

öncelikle empati temelli, “onun için farketti” mesajlı, kişisel gelişim kitaplarından dersanelere kadar düşen, klişe denizyıldızı hikayesi anlatmayacağımı belirtmek isterim.

17 yaşındayım. iskenderun‘a bağlı arsuz adlı tatil beldesindeyim. -bu şirin belde veya kasaba aynı zamanda memleketim olur.- denizin berraklığına dayanamayarak maske, şnorkel, palet üçlüsünü kaptığım gibi kendi dünyama dalıyorum. insanlardan uzaklaştıkça zihnimi farklı düşünceler kaplıyor, sadece ben varmışım gibi dünyada. ve bu karadaki yalnız kalmalara benzemiyor; odana kapanmak, bir ormanda yalnız olmak ya da hayalet bir kasabada insanlardan uzak olmak, hiçbirinin alakası bile yok. çünkü suyun altında sürekli duyduğun tek şey kendi nefes alış verişlerindir. ve orada dünyanın merkezi sensin..