bildirgec.org

ulvî meseleler hakkında tüm yazılar

Eyvah yine yanlış cümle!!

saraswathi | 23 February 2007 15:00

Hep aynı hatayı yapıyorum.Nedense söylemek istediklerimi bir türlü konuşarak ifade edemiyorum.Dün yine ona yanlış cümleler kurdum.Neden ben böyleyim bir türlü anlayamıyorum.Aslında bakınca cümleler ne kadar basit gözüküyor.Kelimeler cümleleri oluşturuyor.İşte bu kadar.Ama aslında hepimiz işin bu kadar kolay olmadığını biliyoruz.bir kaç ufak cümle yüzünden sevdiğim insanı kaybettim.Anladım ki erkeklerin kaçış noktası susmakmış.Böyle olunca da bayanlarda onların önüne geçip dakikada milyonlarca kelimeyle cümle oluşturup taramalı tüfek misali onları tarıyorlarmış.Sanırım bende öyle yaptım.Sonuçta yanlış,abartılı şeyler söylediğinde ise ”kızgındım” demek en basit çıkış noktası sanırım.Ama malesef laf ağızdan bir kez çıkıyor.Ve bazı cümlelerin geri dönüşü olmuyor.
Bundan sonra daha dikkatli olmayı düşünüyorum.Tabi biri beni kızdırmazsa….

Avrupa’lı Olmak İsteriz Ama: Madeni Euro’larınızı Almasak?

pilli pati | 18 January 2007 03:32

Biz enflasyona alıştık, sevdik onu. “Neden?” derseniz, bu sevgi bizi cebimizde madeni para taşıma derdinden kurtardı.

Biz 5 kuruş, 10 kuruş sevmeyiz. Bunlar da var tabii ama bu kuruşlar ismiyle gezer, piyasada. Bir aralar belki görmüşlüğümüz vardı? Ne zamandı? Unuttuk… Arada sırada elimize geçince nostalji yaparız, gözlerimiz dolar, aslında fena da sayılmaz. Duygusal milletiz, yakışır bize.

Şimdi biz, bir de hayaller kuruyoruz ya, “Avrupa’lı Olacağız” diye, işte bu hayallerimize “madeni euro’ları almasak” diyoruz. Nasıl desek? Ağırlık yapıyorlar da…

yol takıntısı

lorienn | 28 December 2006 13:37

YOL TAKINTISI
Otobüsteki yerim cam kenarı. Dua ediyorum yanıma fazla konuşmayan ufak tefek biri düşsün diye. Ama her zamanki gibi yol arkadaşımın istediği olacak gideceğim yere kadar susmadan konuşacak. Ne olur Allahım, ne olur? Şu kuluna bir günde suratsız bir yol arkadaşı nasip eyle! Çok mu abartıyorum acaba? Dur bakayım bir düşünelim. Şimdiye kadar yanımdakiyle hiç konuşmadan yaptığım bir yolculuk var mı? Var tabii canım bir kere olmuştu. Nankörlük yapmayayım.1991 yılı Kasım ayında İstanbul yolculuğumda bir genç kız oturmuştu yanıma. O da selam verip de iki laf ederim diye korkusundan yan oturup ha bire sigara sarıp tüttürmüştü. Derdim mi ne? Efendim, ben dağları dereleri tepeleri seyrede seyrede yolculuk yapmayı sevdim hep. Yol boyunca dışarıda güzel, ilginç olan her şeyi hafızama kaydetmek, kent curcunası ıvır zıvır dertlerden tümden uzaklaşmak değil mi niyetim? Gel gör ki sohbetçi teyzelerim insana dinlenmek için fırsat vermez. Hal hatır faslından sonra merak ediyorlar yol arkadaşlarını doğal olarak. Kimim, neciyim, nereye gidiyorum? Cevap vermeyip onu nasıl üzerim? Surat yapacağım diye söz veririm her seferinde. Bende de var aksaklık, yapamam. Nasıl kırarım karşıdakini? Yolculuğunu nasıl berbat ederim? Bugün şanslı günüm olsun ne olur Allahım! Bir fırsat ver bana… Kendimle baş başa kalayım bu yolculukta ne olur. Şimdi yol arkadaşım bir açar ağzını. Konuştukça depreşir insanın sıkıntısı. Kaç kaçabilirsen…
Yerime oturdum otobüse valizlerini veren, birbiriyle vedalaşan insanlara bakıyorum, gördüğüm her kadın için tahminde bulunmaya çalışıyorum.
-Bu hanım olsa keşke yol arkadaşım. Sakin birine benziyor. Ama yok! Olmadı, bu hanım diğer otobüse yöneldi. Şu mu acaba? Yok yok bu olmasın! Bu biraz şişmanca. Yerleşemez rahat edemez. Üstüme abanır. Ayyy ne sinirim! Kendi kendime problem yaratıyorum?.. Bak! Kendime kızdım yine. Hem böyle şirin toplu insanlar çok neşeli mutlu insanlar gibi geliyor bana. Ne güzel pozitif enerji!
-Evet işte bu! Benim yol arkadaşım bu hanım olmalı. “İnsan sarrafı oldum artık” diyenler gibi, ben de yolcu sarrafı oldum. Bakın, bu teyzeyi genç bir kadın yolcu ediyor. Kızı galiba… A, hanım kızım, anneni dışarıdan yolcu edeceğine bindir otobüse oturt koltuğuna. Anneciğinin yol arkadaşına bir selam ver, anneciğini bir emanet et bari ona. Yok olmaaaazzz!.. öyle alelacele “güle güle, allahaısmarladık” deyip kaçacak. Bak bak… nasıl da bilirim ama.. Gidecek bu gidecek..
Annesi olduğunu tahmin ettiğim teyzemde dayanamıyor genç kadına “hadi evladım sen git bekleme, işe geç kalacaksın” diyor. Kızına düşkün gibi, ona üzülüyor besbelli. Göz nuru bir tanesi kızı. Bak şimdi bu kız çalışıyor üstelik. Allah bilir evlidir bu kızcağız. Çocukları da vardır. Kızcağız koştura koştura mahvoluyordur. Damat da anlayışlı değildir. Bir tanecik kızı da şöyle tüm sıkıntılardan uzaklaşsa bir yolculuğa çıksa, dinlense ne güzel olurdu aslında. Ooofff bu ne ya… hep aynı insanla yolculuk çekilmiyor haa.. Şimdiye kadar yol arkadaşlarımı ezberledim artık. Dur bakayım… Evet, yol arkadaşım olacağını tahmin ettiğim teyzem otobüse biniyor. İnşallah beni de biraz düşünür kızını düşündüğü kadar! Fazla hasar bırakmaz diyorum içimden. İşte yine yanılmadım, teyzecim benim yanımda oturacak. Tombiş, güler yüzlü, çevresine ilgili… Haydi hayırlı yolculuklar…

Tüm reklamcıları dövesim gelir!

ikonoklast | 09 December 2006 21:46

…ve onlara alet kutusu olan bilcümle reklam tasarımcılarını…

Bu gezegene reklam tasarımından daha fazla zarar veren işler, en çok reklam yaptıran şirketlerin uğraştıkları işlerdir. Örneğin otomotiv sanayii. Otomobillerin hem üretiminde, hem kullanımı sırasında salgıladıkları zehirli atıklar sayesinde artık bebeklerin analarından emdiği sütte bile ağır metaller var. Bir başka reklam verenimiz, velinimetimiz, petrol şirketleri… Bunların başarılı lobi çalışmaları sayesinde savaş filan çıkıyor, bebekler ağır metallerle zehirlenmeye fırsat bulamadan ağır silahlarla sizlere ömür… Küresel ısınma ve hava kirliliği de yanında hediye. Kutluyorum kendilerini. Yine en çok reklam yaptıran sektörlerden biri, deterjan ve benzeri temizlik ürünleri üretenler… Siz televizyon karşısında iki yüz milyonuncu kere çıkmayan zor lekeler veya pırıl pırıl bulaşıklar anatemalı o şiirsel reklamı seyrederken, deterjan fabrikalarından pırıl pırıl akarsulara envai çeşit zehirli atık karışıyor. Bulaşıklar temiz pak oluyor da sularımız zor kirler misali arıtılaması imkansız bir yığın pislikle doluyor. Böylece içtiğimiz su, yediğimiz sebze meyve, çeşitli zehirlerle tatlandırılmış olarak soframıza geliyor. Fosfat olsun, kükürt, cıva olsun, hastasıyız, bağımlısıyız bunların. Hepimize afiyet olsun.

Anadilimizde Yazı Yazabilmek

Lacrimosa | 22 November 2006 19:26

Türkçe konuşuyoruz ama birçoğumuz konuştuğu dili yazmayı bilmiyor. İlkokulda öğretilmeye başlanan dilbilgisi kurallarının, her yıl tekrar edilerek pekiştirilmek suretiyle kişilerin beyinlerine kazınması hedefleniyor. Ama manzara farklı. İnsan ister istemez üzülüyor konuştuğu dili yazamayanları gördükçe. Bağlaç olan “de,da”ların, “ki”lerin katledilmesi; noktalama işaretleri olmaksızın yazılan uzun ve sonu olmayan cümleler… Hiçbirimiz dilbilimci değiliz, hepimiz hata yapabiliriz. Önemli olan yapılan hataları düzeltmek ve yinelememektir. Sözlük, imla klavuzu karıştırmayı sevmeyenler vardır muhakkak ama ellimizin altında bir tenoloji var. Bu teknolojiden yararlanalım. Dilimizin yazım kurallarına bir tık ile buradan ulaşabilirsiniz.

NİHİL

astral | 09 October 2006 16:50

İnsan aç, susuz ve barınaksız…

Cahil ve BirbaşınaDüşünce yok.His yok.Yaşamak…sadece hayatta kalmak.Hayat…sadece av!Saldırganlık ve kaçış.Diğer insanlar?-Kendi türünü dişleyen yaratık insan! Cahil ve birbaşına…

BilgiBilgi bolluktur!herkese yetecek kadar bir şeylerin olması…ilk irade, saldırganlığa karşı savaş!

BaşkalarıPaylaşma duygusu…kendinden vazgeçiş.belki de ilk erdem, vahşetten ilk sıyrılış…saldırganca bakmamak başkalarına…serin kanlı olmak….vs.

NihilSaldırganlığı eleştirerek saldırganlığa teslim olma demagojisi! Psikolojik gerçekliği yadsıyarak, var olduğu halde varlığı yadsımak!

polifazik uyku

asymptot | 15 September 2006 11:20

seinfeldın the friar’s club bölümünü izleyenler ya da ursula k leguin’in the word for world is forest öyküsünü okumuş olanlar polyphasic sleep çok fazlı uyku, ile aşinadırlar.

çok fazlı uyku, 20-45 dk’lık parçalar halinde toplamda da 2-5 saat aralığında uyuma yöntemi. bu yöntemin ana fikri evrimsel yaklaşımdan geliyor. bundan binlerce yıl önce, bizler henüz mağaralarda yaşarken, uykumuz bu şekildeydi şeklinde bir önermesi var bu tür uykuyu destekleyenlerin. o dönem tabi ki, şimdiki kadar uzun bir blok halde uyumak büyük olasılıkla oldukça tehlikli idi ve bu nedenle de kısa ama gün içinde çok kez uyumak gerekti.

“babam ve oğlum” ve yaşadıklarımdan farkındalığım.

K-a | 16 August 2006 20:24

bu gün bir arkadaşımın evine ziyarete gittim büyük anneside oradaydı ve içeri girer girmez başladı anlatmaya yok ilk kocası şöyleymiş yok bi oğlu hala ortalıkta yokmuş bir başka oğlu süper terziymiş falan ben karşısında oturduğum müddetçe anlatmayı sürdürdü arkadaşımın büyük annesi olduğundan ve benimde nennem yaşında olduğundan sabırla dinliyordum ve birden aklıma anlattıklarının “babam ve oğlum” filminde
olanlarla benzeştiği geldi. sanırım o zamanlar yani devrimlerin başkaldırmaların olduğu zamanlar herkezin hayatı kısmen aynı olaylarla doluymuş. her evde idealist bir öğrenci ve geleneklerine bağlı bir baba varmış. yaşanan bütün o acı tatlı hayatların sonunda olan yine evdeki en küçük toruna olurmuş. henüz babamı kaybetmedim. ailemin geçmişinde hiç idealist bir öğrenci yoktu. dedem çok geleneklerine bağlıydı. dedem öldü onun için herkez iyi adam der bende dahil ve vadesini doldurduğu için öldü deriz babam da ölecek onun için de iyi adamdı diyeceğiz ve yine vadesi dolduğu için öldü diyeceğiz. belkide göçmen bir aile olduğumuzdandır herhalde bizim ailede hiç idealist öğrenci olmadı ve zamanından önce ölmedi. ve sanırım türkiyede bir zamanlar zamanında idealist öğrenciler olan babalar hep zamansız öldü. aynı şekilde arkadaşımın dayısı olan bir insandan da neredeyse yirmi yıldır
haber alınamıyomuş. bu film ve bir zamanlar idealist öğrenciler olan insanların başına gelenler hakkında düşüncelerim bunlar. senaryo konusuna gelincede sanırım senarist de bir arkadaşının ninesi tarafından bir süreliğine esir alınmış çünkü insanlar kendi başlarına gelene sadece gözyaşlarını dökerler. senaristler, yazarlar, gazeteciler, muhabirler ise başkalarının hüzünlerini gözler önüne serebilecek kadar cesurdurlar. hayatta en büyük işkence bence sıradanlıktır. tekdüze hayatlar yaşayarak gerçekten yaşadığımızı idda edemeyiz sanırım.

bireysel ve toplumsal kurtuluş ve kafası karışık bir adam

admin | 02 April 2006 00:09

bana sorarsanız toplumsal kurtuluş,bireysel kurtuluştan geçiyor.
bir atamızın da dediği gibi:”evreni düzeltmeye çalışacağına kendini düzeltmeye bak.” insan kendini değiştirmeli öncelikle.
herkes kendini düzeltirse daha düzgün bir dünyada yaşarız düzgün düzgün.(abuk bi cümle oldu.)

kendimizi kurtarmaya çalışırken,başkalarına kazık atmamalıyız ama.günümüz dünyasının rekabet anlayışı öl ya da öldür olsa da insanlar büyük bir zincirin küçük halkaları olduğundan birine iyilik yaptığımızda aslında kendimize iyilik yapmış oluruz.(birini kazıkladığımızda kendimizi kazıkladığımız gibi)