bildirgec.org

uğur hakkında tüm yazılar

Masumiyet (1997) Bir Zeki Demirkubuz Filmi

XemBiLL | 09 July 2008 16:47

Masumiyet afiş
Masumiyet afiş

Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senaryo: Zeki Demirkubuz
Görüntü:Ali Utku
Kurgu: Mevlüt Koçak
Müzik: Cengiz Onural
Oyuncular: Haluk Bilginer, Derya Alabora, Güven Kıraç

Bir Zeki Demirkubuz filmi Masumiyet…

Bir yanda hapisten yeni çıkmış ve kendini boşlukta bulan Yusuf (Güven Kıraç) , diğer yanda 20 yıllık aşkının peşinden sürüklenen Bekir (Haluk Bilginer), ve bir hayat kadını olan Uğur(Derya Alabora)

Uğur ve Bekir ile bir otelde yolları kesişen Yusuf’un masumiyeti tüm çıplaklığıyla ortaya serdiği bir başyapıt.

Zeki Demirkubuz dibe vurmuş insanların acı öyküsünü iyi bir yönetim ve oyunculukla ustaca işlemiştir.

Bekir otelde Uğur'a silah çeker
Bekir otel’de

Bekir’in kırda 20 yıllık aşkını ve başlarından geçen onlarca olayı ve hatta aşkın tarifini 8 dakikalık muhteşem anlatımıyla ortaya koyduğu sahne filmin en çarpıcı sahnelerindendir…

”hep denedin hep yenildin.olsun.yine dene yine yenil”

Samuel Beckett’ın bu sözleriyle sona eren filmi tekrar tekrar özümseye özümseye izleyin…

2005 yılında çekilen Kader ise Masumiyetin devam filmi niteliğindedir. Uğur ve Bekir’in tanışmalarını anlatır. Fakat bence Masumiyet kadar çarpıcı oyunculuklar gösterilmemiştir…

Masumiyet

INTERNET CAFEE | 12 November 2007 23:23

namazgah’tan çıkıyorum mahalleye doğru. sabah ezanı okuyor kuşlu camii’nin imamı. gün aydınlanıyor. halbuki biz gece yaşıyoruz. işimiz bu. süfli hayatlar beyle seviyor, ne yapalım. kader. kader mi yoksa ben mi seçtim yolumu tam olarak bilemiyorum. zaten artık bilmemi gerektirmeyecek kadar uzun zaman geçti üstünden. alıştıktan sonra farkedeceğini de sanmam. herkes için de bu şekilde olacağını tahmin ediyorum. her ne kadar tanıyanlar kesik diye çağırsa da, hacı dedem doğduğumda kelime-i şehadet ile beraber memet ismini kulağıma üflemiş. ancak ne bu mukaddes isim, ne de mukaddes kelime engel olmamış itin önde gideni olmama. namım olan kesik nerden kaldı diye meraka düşecek olan olursa, ödemiş’te yatarken karagümrüklü piçlerden biri kellem ile bedenimi ayırmaya kalktıydı. onun aziz hatırasındandır. karagümrüklüler’de intikam mukaddestir. aksi, türkiye’deki bütün cezaevlerinde itibarlarının sonu olur. hakikaten her cezaevinde semtin koğuşu mevcut. istanbul’un bu mıntıkaları serseri fabrikası mübarek. ödemiş’ten bahsetmişken söylemeden geçemeyeceğim, bir ara gidip bozdağ’dan gonca toplar, kale’de satardık mahallenin diğer kopukları ile. en güzel zamanlardı o günler. gonca da en güzelidir ancak delidir işte. bunun bir kusur mu meziyet mi olduğunu bilemeyeceğim. bu meseleye uzun süre kafa yormama rağmen neticeye henüz varamadım. sadece insanı mesud ettiğini söylemem yeter. neyse sözü bulandırmayayım, bu kanlı mevzunun bıraktığı iz namım oldu işte. herkes ilk enfes hatırama bakar, gözünü oraya kaydırmaktan kendini alamaz nasıl hayatta kaldığıma hayret eder. belki de gündüzün aydınlığına karşın gecenin karanlığını seçmem bundandır. zira gece, güneşin ortaya çıkardığı tüm yaraları örtmeye mukadderdir. ancak derinde olanlara gücü yetmez, acısını pekiştirir. misal kalp kırıklığı buna en güzel örnektir.

UĞUR MUMCU ?

sinemasever | 30 December 2006 21:23

1942-1993
1942-1963

MERHABA,

Biraz sanattan (sinemadan-şiirden) vazgeçelim, siyasete, düşün adamlarına, yazılarından dolayı, görüşlerinden dolayı, Türkiye’mizin geleceğini karartmak isteyenlere karşı çıktığı için öldürülen, Büyük YAZAR, DÜŞÜNÜR, ATATÜRK’ÇÜ görüş adamı UĞUR MUMCU’yu tanıyalım.

Kaçımız nasıl tanıyor Mumcu’yu, Onun gazetecilik ilkelerinin ne olduğunu kim biliyor? Yazdıkları kimi, kimleri korkuttu? Hangi siyasilerimiz neden korktu?

Yoldaş Rotring

buddhala | 06 December 2006 23:57

Bebekken doğumumun ilk günlerinde sanırım ağız salyamla sürekli nemli tuttuğum elbisemin göğüs hizasında nazar boncuğu vardı. Hatırlamıyorum ama fotoğraflar yeterli delil. Koca koca gözler, kıvır kıvır saçlar komşunun nazarından o ufacık nesne beni kurtarmış demek ki(!)
Biraz daha büyüdüm, bilek kısmımda uzaklardan getirilmiş yeşil ipler beni korumuş. Birkaç defa banyo yaptıktan sonra o ipler de beni terketmiş ama.
Ergenlik dönemime doğru boynumda cevşen ile dışarıya çıkmışım hep. Kendi kendimle çatışma anlarımda beni zora sokmuş bu cevşen. Bacak arasını keşfeden Pinhan, cevşen varken mastürbasyon yapmanın dalgınlığıyla günlerce kendini yiyip bitirmiş, bu derdini de kimseye açamamış yıllarca.
İlk sınavlarında yanına alacağı maddi refakatçi, ablasından kakaladığı Rotring kalem olmuş ve uğuruna inanıp aynı kalemle Lgs’ ye ve Öss’ ye iki defa girmiş, defalarca iş başvurusunda cv doldurmuş, üniversitede ve okulda sınavlara girmiş… Hala da elinde aynı kalem.
Belki ilerde evlenir aynı kalemle nikah defterine imzayı atarım. Ya da zifaf gecesinde kırmızı bir baksır giyerim. Ve benim de kıvırcık saçlı, yeşil gözlü bir çocuğum olur belki. Ve ben de onun yakasına bir nazar boncuğu iliştiririm yine.
Yılbaşına yaklaştığımız şu günlerde, yeni yılın uğur getirmesi için iç çamaşırı olarak kırmızı don giymek gibi bir inanç vardır bir de. Özellikle yılbaşı gecesi. Vitrinlerde ufak sarı ışıklar, yeşil bir arka plan veya yılbaşı ağacı, spreylerle yazılmış 2007, pamukla kar tanesi dekoru ve seyrek de olsa kardan adamlar. Tabi ki, mankenlerin üstünde kırmızı iç çamaşırları.
Uğuruna inandığımız o kadar şey var ki. İlk buluşmadan saklanan tiyatro veya sinema bileti. İlk kolye veya bileklikler. Defter arasında saklanan ilk çiçek. Bazıları anı olur, çocukluktan beri eşyaları defnettiğin hazine kutuna koyarsın. Bazıları ise en kritik anında hep yanında olur. Uğuruna inanırsın. Bu kalemdir, bilekliktir, çakmaktır…
Onu o an yanına alırsın ve savaş mahaline gidersin. Sonucu önemli değil ama. Çünkü savaştan sonra hem o hem de sen, birbirinize suçu atmazsınız veya galibiyeti birlikte kutlamazsınız. Sadece o yanında olmalıdır. Onun olmadığı bir galibiyet veya yenilgi onun konumunu zedelemez. Yerine birşey gelemez. Onu gün gelip de defn kutusuna koymazsın. Ama birgün; o, kaybolur belki. O zaman da onu başka birisi bulur, ihtiyacı olduğu yere gider çünkü. Ama sen onsuz yapabilir misin? O kayıp ilanı veremeyeceğin birşey olabilir. Ona darılamazsın da seni terk etti diye! Ardından rakı da içmezsin, efkarlanmazsın o kadar. Kaybettiğin yere birkaç gün gider bakarsın sadece. Aynısından alsan aynı tadı bulamazsın bu sefer. O gitmiştir sonsuza dek. Senin yüzünden; ama defalarca özür dilesen de, bavulunu alıp gitmiştir uzak diyarlara…
Sanırım herkesin çantasının veya odasının bir köşesinde böyle ufak, ölümsüz ama kaybolabilir nesne vardır. Bu putperestlik değil ama, çünkü elini açıp dua etmezsin ona. Sadece kilit anlarında yoldaştır sana, senden daha uzun yaşar, senden önce kaybolsa da…