bildirgec.org

sevda hakkında tüm yazılar

” Bebeğim, neremde saklayayım seni ”

admin | 07 December 2009 11:58

‘ Hani kurşun sıksan geçmez geceden,

Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık…

Ve zehir-zıkkım cigaram.

Gene bir cehennem var yastığımda,

Gel artık…

Her şey bitti dediğim an daha yeni başlıyormuş aslında. Tek heyecanım üzerimdeki çamdan düşen kozalakken, sakin ve sessiz mezarımda huzurla uzanırken, çürüyen etim toprağa karışırken fark ettim seni. Benden filizlenen bir can. Bir yanı pembe bir yanı beyaz bir çiçek. Sonra bin çiçek. Ellerim yaprak oldu, gözlerim böcek. O koku yok muydu o koku. Beni benden alıveren burnuma değdiği an. O yoğun su buharının yüzüme çarpması, o sisin içinde kayboluşum.

içimden kaçmak ve kaçamamak

admin | 05 December 2009 10:33

Bir rüya gördüm. İçinde sen ve ben vardık. Üşüyen iki ruhtuk öncesinde, sonsasızlığa kavuşan olduk.

Boğulan ruhlardık kimi zaman, çoktan kaybetmiş kendince. Çoktan vazgeçmiş içinden… Hayattan vazgeçmek, içinden vazgeçmek kadar vurmazmış insanı… Tut ellerimi…

Gözlerim uzaklara bakıyor. Bir gün batıyor, diğer günler gibi. Bu şehir yine tüm karanlığıyla, kararlığıyla ağlıyor kendini geceye verirken… Düşünüyorum, günler geçiyor; içimden bir şehir geçiyor: ‘Ben yaşıyor muyum?’

Sen Benim Masalımın İyi Kahramanıydın, Soyunma Üstünde Kalsın Namın!

admin | 02 December 2009 14:12

httpwww.fotolog.comchilek adresinden alınmıştır
httpwww.fotolog.comchilek adresinden alınmıştır

Ya siyahtı ya beyaz, ortası yok muydu seni kuşatan renklerimin?

Çocukluğumun pembeye belenmiş düşlerinde üç nokta duruyor oysa hala…
Yorgun gözlerle semaya dalan bir balıkçı karısı gibi karaya vurmuş düşlerin beklentisi mi tutuyor elimi sonsuz umutlarda?
Grilere bulaşmamış gözlerine maviyi eksem değişir miydi aşka gücenmiş yüreğinde sevdanın rengi?

Ya da beyaza saldığım tülden hâsıl bir gülücük kadar seyrek dokunur muydu ellerin melalime?

sır

astral | 26 November 2009 12:55

Bir sır vereceğim: Küçük, zararsız bir sır… Dünden yayılan, bugünden önce; kendini hep vareden, hep varedecek olan ufak bir fısıltı. Yalnız bir fısıltı…

Bazen yorgun bazen bir savaşçı bazen yalnız bir anıdan ibaret olan…

Hala devam eden, hep edecek olan. ‘Herkes ölür biz kalırız…’ diyen; anılan, anılacak olan, çok çok sonraları dahi hep duyulacak olan küçük küçücük mısralar… Yılların izi olan mısralar…

Söylesem geçmez, öpsem dokunmaz detirten, içinin titrediği kış akşamlarında evine dönerken arkanda duyduğun ayak sesleri kadar yalnız bir o kadar bunaltıcı izler…

Kumarbaz

belesh | 26 November 2009 10:31

“Beni bırakma!” dedi rehber. Şaşırmıştı yolcu. Yolunu şaşırmış yolcu, kendisine yol göstereceğine inandığı rehberinden duyduğu bu iki kelime karşısında ne yapacağını bilemedi. Durdu. “İnanılmaz.” diyebildi sadece.
– Neden inanılmaz olsun ki?
– Bilmem, daha önce ben de aynı kelimeleri kullanmıştım.
– Yani?
– Ne bileyim işte. Garip geldi bir an. Bu iki basit kelimenin ne kadar dolu olduğunu biliyorum.
– Gitmeni istemiyorum.
-Gitmek istemiyorum zaten.
– Ama gideceksen hiç gelme. Yorma beni. Ne olur.
– …
– Çok yoruldum her şeyden. Yorgunum. Hayatımdaki bütün parantezleri kapattığım bir zamanda, tekrar savunmasız hissediyorum kendimi. Eğer yine aynı şey olursa dağılırım. Yapma.
– Sen rehbersin, bunları nasıl söyleyebilirsin bana? Bana yardımcı olman gereken yerde aklımı daha da karıştırıyorsun.
– Ben sadece uyarıyorum. Tek bir şansım kaldı artık. Lütfen..

Alk. %10 Hacmen
Alk. %10 Hacmen

Kumarbaz, mecbur olduğu için kumar oynar. Mecburdur çünkü o tadı almıştır. Kaybetmek ya da kazanmak onun için amaç değil, araçtır. Sadece aldığı haz önemlidir onun için. Kendini iyi hissetmek için yapar her şeyi. Sen de yaşamaya, hissetmeye çalışan bir kumarbazdın. Bütün oyunlara ruhundan verdiğin parçalarla katıldın. Her seferinde kaybettin. Kazanmak istediğin her oyun senin için ayrı bir yıkım oldu. Bazen taş çaldılar, bazen kağıt saydılar, bazen de oyunun yarısında başka masalara geçtiler. Tek başına öylece kaldın hep aynı masada, arkasından boş gözlerle ona bakarken. Nedenini bir türlü anlayamadın. Ama pes etmedin. “Mutlaka kazanacağım bir gün.” dedin.

Bir Gecenin Koynunda İki Yalnız Döşektik Biz

kahvekokusu | 23 November 2009 16:59

fotografmakale.wordpress.com/2008/11/12/sandik/
fotografmakale.wordpress.com/2008/11/12/sandik/

Çeyiz sandığında saklanan oyalı yazmalar gibi gün ışığına çıkarıyorum senden biriktirdiklerimi. Sandık sarısına bulaşmış düşlerimin gelin kuşağı kırmızısında kanayışı akıyor gözlerimden. Gidilmemiş bir masal şehrinin kapısı kilitlenmiş üstüme. Cezalı çocuk kimliğim kapatılmış odaya, çığlık çığlığa ağlıyor yine. Dilimde acı biber tadı… Senin kadar yaralı, senin kadar aşka küskün bir düş yanığıyım şimdi ben de…

Anne, ben yazmadım bu masalı…

kayıp

astral | 23 November 2009 13:45

Kayıp ruhlardık. Küçük çocuklardık. Ta ki, birbirimizi bulana dek…

‘Her acı bir gün biter.’ derdin bana. Oysa güne kadar içimdeki kadın ‘Her aşk bir gün tuz olur, yok olur, hiç olur; ardından piç dediğin bir aşk olur.’a inanandı. ‘Geçecek her şey…’ dedin bana ilk defa. ‘Geçecek, ağlama. Sil gözyaşlarını.’

Otobüsün penceresinden bakarken, bir şehri ardında bırakıp yeni hayallere –her şeyi, evet, her şeyi ardında bırakmak isteyerek- yol alırken; bir şarkı yeni düşler kuruyordu sen de ben de; BİZde… ‘Sil gözünün yalnızlıklarını, o an fısılda duvara adımı…’ bana attığın, kalbime attığın ilk mesaj… ‘Emre Aydın çalıyor şu an. Duy istedim. Güzel şeyler…’ Şehrime geldiğin ilk gün bana geldiğin gün. Bizim aşkımız için adım attığımız ilk gün. Bu hikâyeye inanmam için ilk neden… Seni beklerken ilk uykusuz gecem…

BİZİM YAZ(G)IMIZ

astral | 23 November 2009 10:58

‘ÇOK SEVDİĞİN TARÇININ KOKUSUNU ALAMAZSAN TARÇIN HİÇBİR ŞEYDİR. ÇÜNKÜ TARÇININ TADI YOKTUR.’

– Zamandan azade.


– Taze sıkılmış portakal suyu. Çift katlı otobüs epey sıcak, yanımdaki adam iğrenç, kaşlarım çatık. Bir şehri terk edip diğerine giderken doğru ne soruları beynimde dolaşırken uyuyup kendimden kaçabilmeyi umuyorum.

– Ölmek bir ömür boyu mu sürer?

– Ölmeden doğamazsın. Rüyalarını gerçekleştirebilmek için önce uyanmalısın ve benim uyanma vaktim geldi.
– Eksik parçanı tamamlayamazsın çünkü aynı eksiklik onda da var. İki yarım insan bir tam insan edemez. İlk önce kendini tamamla. Sonra tamamlanmış biriyle ol ama yine de acım geçecek sanma çünkü acın geçmez. Duyduğun acı yüksek benliğinin eksikliği. Onun eksikliği değil. Sadece tamamlanırsan ve o da tamamlanmışsa şayet acı azalabilir ya da geçiştirilebilir ama unutma, ‘Tamamım artık!’ diyemeyeceksin çünkü anlam kapatılmaz. Heterojen, geçişli ve özne olan sen; anlamını sürekli değiştireceksin. Bu yüzden anlamın kapanırlığı mümkün değil.

düşün ki

astral | 21 November 2009 19:02

Düşün ki, yanımdasın, Düşün ki, hiç gitmedin.
Düşün ki, saçların saçlarıma değiyor –uyurken- uyanıkken gözlerin gözlerime işte buradayım/z dercesine, parıldayarak, alev alev, ‘Tüm yıldızlar çok sönük, ben en mutluyum.’ dercesine haykırıyor…

Düşün ki, yanımda uyanıyorsun. Düşün ki, pazartesi sabahı da olsa yanında uyanıyorum, düşün ki, elin ellerimde ruhum her yerinde, ruhum her yerimde; sen bende, ben sen de; çoktan dolanmış birbirimizin ruhunu sarmalamışız…

bahanesiz

astral | 21 November 2009 13:16

İçimde küçük bir pırpır. Hayır, küçük değil. Bu pırpır sanki tekamülümle ilgiliymiş gibi geliyor bana. İç sezi ama sadece iç sezi değil. Epey, içucu var. Sen bu gece -benim için- benim şehrime geliyorsun… Pırpırın sebebi. Bu gece uyuyabilmeme imkan yok.

Yüzüm gülüyor, her ne kadar anlamlı- anlamsız olsa da umurumda değil. Sanki umurumuzda olanlardan yüzümüz güldü, şimdiye değin. Epey ‘mantıklı’lardı bir de değil mi?

Hah, artık umurumda değil bildiğim mantık sinsilesi. Mantık sinsilem zaten komple mantıksız olduğunu kanıtlamak istercesine -olay sürecinde- kendini imha etti. Artık yeni mantıklarım var.