bildirgec.org

sessizlik hakkında tüm yazılar

Yeryüzündeki En Sessiz Yer

isasari | 26 October 2008 10:33

Dünyanın en sessiz yeri
Dünyanın en sessiz yeri

Devamlı hareket hâlindeki dünyada sessizliğin tam olarak farkına varabilmek imkânsızdır. Amerika/Minnesota‘da tasarlanan bir oda, gerçek sessizliği sunuyor. Orfield Laboratuvarları tarafından tasarlanan bu mekân, iç içe odalardan oluşuyor ve Guiness Rekorlar Kitabına “Quietest Place on Earth” yani “Yeryüzündeki En Sessiz Yer” olarak giriyor.

Guiness Rekorlar Kitabı sertifikası
Guiness Rekorlar Kitabı sertifikası

Eckel tarafından üretilen “yankısız oda”, bugüne kadar üretilen en sessiz ve izole edilmiş oda imiş. Ses seviyesi eksi 9.4 dB olarak ölçülmüş. İnsan kulağı 0 dB’nin altını duyamıyor.

Ay dolun

MerakliKedi | 23 April 2008 01:50

Ay dolun bu gece.
Gece aydınlık,
İçim aydınlık.
Şarap içmeli,
Kendimden geçmeli,
Şiir yazmalıyım.

Derken…
Bir bulut,
Kapkara bir bulut.
Kararttı geceyi,
İçimi kararttı.

Şiir yazdım
Karanlığa,
Boşluğa,
Yokluğa,
Sessizliğe,
Sensizliğe,
Sana…

Basit bir lastik ile sabit diskinizi susturun

| 15 April 2008 09:17

sabit diskler masaüstü PC‘lerdeki gürültüden sorumlu aygıtların başında geliyor. Çalışırken çıkardıkları metalik ses, daha da önemlisi okuma ve yazma sırasında oluşturdukları gürültü, özellikle sessiz bir ortamda çok rahatsız edici boyutlara gelebiliyor.

İşte size bu gürültüyü yarı orana indirgeyecek , burada da bildirilen bedava bir yöntem.

müziksiz yaşam mümkün mü?

lovesredcloud | 17 March 2008 16:15

Bu ayki bant dergisinin sayfalarını karıştırırken hayatımızın müzikleri başlığıyla ilgi çekmeye çalışan, albüm tanıtımlarının yer aldığı bir yazıyla karşılaştım. Hızla giriş yazısını okudum. Çünkü heycanlandırmıştı beni başlık. Hayır, müzisyen değildim. Müzik eğitimi almayı aklımın bir ucundan asla ve asla geçirmemiştim. Bir dergiye yazı hazırlamam gerekseydi ya da mesela bir ödev yahut tez konusu olarak üzerime itilseydi böylesi bir başlık, neler yazardım, kimlere vurgu yapardım, diyerek irkildim. Büyük cümleler kurmayı sever ya insan. İster ki çoğu zaman söylediği en noktasını yakalasın. En iyi, en doğru, en mantıklı, en samimi, en…en.
Müziksiz bir hayatı nasıl kabul edebilirdik. Zor olmaz mıydı. Yahut müziksiz bir hayat olabilir miydi ki?
Geçtiğimiz senelerde yayınlanan babil adlı filmdeki Japon sağır genç kız karakteri geldi aklıma bu sorular ardından. Genç kız ve arkadaşları, gittikleri tekno müzikler çalan bar ve gençlerin kendilerinden geçerek dans ettikleri sahne. Hiç tereddütsüzdü dans anları kız karakterin. Diğer yandan, olayı daha iyi pekiştirelim diye filmdeki sesler susturulmuş koca bir sessizlik hakim olmuştu sinema salonuna. O ani sessizlik irkiltmiş düşündürtmüştü bazılarımızı.
Müzik olmasa da insanın iç sesinin varlığını fark ettirtiyordu o sessizlik.
Evet, herkesin yeteneği başka noktalarda başka alanlarda. Bu iç sesi dönüştürebilen insanlar müzisyenler. Bu içler ses bazen öylesi dolu dolu öylesi cıvıl cıvıl ve renkli oluyorlar ki. Bazense hüzünlü ve melankolik.
Ve bir gün yaratıcısından çıkıp öylesi geliveriyor ve hayatımızı kuşatıyorlar işte. Hani o olmazsa hayat artık eskisi kadar kolay akmayacakmış, artık hiç birşey eski gibi olmayacakmış gibi. Anılarımız oluyorlar, anılarımıza yerleşiyorlar, anılarımızı hatırlatıyorlar.

Sessizliğin sesi

xmetisx | 08 March 2008 00:34

Sessizliğin sesinin istediği kadar çıkması durumuna sabitlenmiş, sığ bir kaç yaşam yaklaşır ellerime, önce ürkek, sonra telaşlı tanımaya çalışırım, kimlerin huzursuzlukları bunlar diye… Bilgeç periler kulaklarımda,içtenliğinden şüphe duyduğum fısıltılarıyla…

Ben! Bu ülkenin evladı. Ben yüzü gözü utanç yanığı bitkin ve yorgun, bir insan kıyımları gözleriyle görür de nasıl dayanır… Bir insanın babasının öksürüklerinde gizliyse geçmiş, onu nasıl sorgulamaz… Nasıl içtenliğine küfretmez yaşamın?.. Ben, bu ülkenin tek tipleşen insanlarının farklı olduğum için dışlanmış kişisi…
Bir eli olağan üstülüklerde, bir eli olmuş olanların vahşetinde, gözlerini sımsıkı yummuş, korkmuş, gözyaşları yeni merhem olmuş sızlayan ruhuna…

usulünce ağlar gökler

mengu yincge | 30 January 2008 23:55

Zenci
-siyasi olarak doğrusu-
siyahi bir çocuk
yedi-sekiz yaşlarında
Anne
beyaz
boylu poslu, kalıplı
Amerikalı bir kadın
yanındaki erkek, arkadaşı!
kısa boylu
saçları şimşir tarağı hüzünlendirir
kafada bir pırıltı
döküldü sözler dudaklarından
gözleri sağa sola
felfecir okuyup dururken
az önce yanına gelip
elini omzuna koyan
garson kız
ona dokunmanın hazzıyla
“bugün senin doğum günün
doğum günün kutlu olsun”
demişti
fazlasıyla cıvıltılı ve ağır ağdalı
vıcık vıcık eklemişti
“canım kardeşim”
Allah muhafaza!
ve şimdi pür dikkat dinliyordu kız garson,
adam
“thank you for eatin with me”
dediğinde
Amerikalı kadına.
Nasıl olduysa
olmuştu işte
yalanların zamana
yazıldığı
yalan mutlulukların
katran karası zamana
kazındığı bir an
Kimde
kederli, hüzünlü
garip bir mutluluğun
yalnız
yalnızlığın anısı kalacak?
Siyahi çocuk
karnını doyurmuştu
annesi ile kısa boylu kel adam
İngilizce
garson kızla kısa boylu kel adam
Türkçe
konuşurken.
Olsun
o doymuştu
ve mutlu olmuştu
siyahi çocuk
çocuktu
yaşamıştı anı gerçekten
geçerken
kimseye bir şey söylemeden
kahvaltı etmiş
ve
karnı doymuştu
Ürkek?
bakmıyordu pek etrafa
ancak belliydi
görüyordu
o yaşta
tüm çocuklar gibi
Sessizce gelmişti
çığlık çığlığa
havayı çekerken ciğerlerine
ve
usul
usulünceyaşayacaktı.
Bildiyse bir
usulünce ağlar gökler!

RS- 17.06.07

Perinin fısıltıları

plakton | 01 November 2007 11:39

Beyaz ve Mavi için
Beyaz ve Mavi için

Bilemiyorum… Bildiğim bir şey varsa “neden olduğu” sorusuna benim cevabımın olmadığı. Bilmekte istemiyorum açıkçası. Benim bilmem yâda bilmemem neyi fark ettirecekti ki. Sonuçta çok şanslıydım ve milyonda birlik oranla ben seçilmiştim.

Tarihin, zamanın yâda yerin hiçbir önemi yoktu nasılsa. Fısıltılarla başlamıştı her şey. Masal gibiydi yani. Fısıltılar duyuyordum. Ne söylediği anlaşılamayacak kadar alçak bir sesle, yüzünü bile görmediğim bir peri fısıldıyordu çevremde. Bazı geceler çığlıkları uykumdan uyandırıyordu, sonra tekrar fısıldamaya dönüyordu haykırışları. Etrafımdakiler de inanmadılar bana, benim gibi. Kendime “deli” dediğim sıralarda hissettim perinin nefesini. İçimi, içimden yakıyordu artık. Ya on iki yaşıma kadar benim olduğuna inandığım bedenim bana ihanet ediyordu. Yâda dışarısı gerçekten soğuktu.

susma

siirimsi | 19 October 2007 14:38

sen sustukça
sen sustukça

Susma,

Sen konuştukça cennet kokusu kaplar dünyayı… Kuşlarım kanat çırpar, yelken açar martılar denizler üstünde çığlık çığlığa… Sesinle baharlanır toprak, yeşillenir baharlandıkca umutlar… Uyanır karıncalar uykudan… Dizelenir yollara sıra sıra, öbek öbek yağar düşlerim. Yağmur gibi, sel gibi sesinle, ıslanırım… Islandıkça büyür içimdeki yaslı çocukluğum…

Susma,

Sen konuştukça dünya adalet çiçekleriyle beslenir… Kolu kırılmış sevdalar, bağrı yanık şarkılar, ayrılıktan dem vuramaz artık… Dirilir yaşama direncim… Her kıtasında sevinç, her cümlende huzur melodileri güzelleştirir geceyi… Gündüzden kaçamaz olurum, kucak açarım aydınlığına… Can bildiğim bütün canlar feda olur yolunda…