bildirgec.org

sen hakkında tüm yazılar

Hafif’ten bir yağmur

plakton | 13 September 2007 09:27

Hiç dinmeyen sonbahar yağmurlarının özlemine...
Hiç dinmeyen sonbahar yağmurlarının özlemine…

Hafif’ten bir yağmur var üzerimde yine. Sen… Hani gitmiştin. Hani yoktun. Neden bu kente yağmur hafif’ten düşerken geldin? Kapımda beni sonsuzluğa gömecek öksüz kelebekleri bırakıp gitmemiş miydin sen? Neden seni götüren rüzgârlarla uymayıp geri geldin ki…

Gökyüzünün rengi siyaha çalıyor, yüreğimin içi gibi. İçimi bir sıkıntı basıyor böyle havalarda. Zaten sen gittiğinden beri sıkıntılı ya.

SEN MÜHİMSİN

zeyynep | 12 September 2007 12:35

Ben seni mi sevdim..Senin gözlerinle mi baktım dünyaya.. Kocaman bir yalanı seninle mi yaşadım?
Kendini, sevginle seni yücelten insanın hücrelerine böldüğü haliyle tanıyamazsın… Bir sürü sen var; üzgün, kırgın, mutsuz… Hangisisin?
İnsan doğduğunda ağladı diye “gözyaşı” hep hayatın bir parçası gibi gösterildi. Oysa hayatındaki nice cevherlerle beraber sevgini sunduğun insan senin “aydınlık” yönünü görmeyi tercih etmedi başka “ışıklı yollar” ararken… Önce içine dönüp yüreğini “karartan” hüzünlerden kurtul, senden önemli “hiç kimse” ve “hiçbir şey” olmadığını ispatlayacağım sana… Neden önemli ve vazgeçilmez olduğuna dair sebepler say, sana sayısız nedenler sıralayacağım… Düşün ve umut et… Sen MÜHİMSİN!

Aşk Mektubu.

ma chahell | 10 September 2007 12:22

Sevgili sevgili,
Beş duyunla algılayabildiğin herşeyin (hiçbirşeyin) tek bir anlamı olmadığı bir an… Yıllardır gördüğün (orada olduğunu algıladığın) için varlığına inandığın, varlık olduğunu kabul ettiğin için bir anlam yüklediğin hiçbirşeyin (herşeyin) senin için zerre kadar manâ ifade etmediği bir an… Belkide yıllardır nesnelere yüklediğin anlamların hepsini unuttuğun o an…
Sadece gördüklerin değil.
Deri.Sıcak.Çok sıcak.Ateş.
yada insanların söylediğini duydugun kelimeler.
Belki bulundğun odada sana ‘vanilya’ fikrini anımsatmak üzere tasarlarnmış ve görevini igfa etmek adına yanan bir tütsü… Ne vanilya ne de burunun işlevinin yada daha delicesi burnun ne olduğu önemli senin için.
Hele-hele insanların yüklediği anlamlarda yüceltilen, herkesin bildiği isimlerle çağırılan yöresel tadlar hiç umrunda değil.

sen kimsin?

dina13 | 09 September 2007 23:33

sen kimsin? biliyor musun?
aynanın karşısına geçtiğinde ne görüyorsun? sadece aynaya bakan birini mi, yoksa onun ötesinde var olan, sana acı veren, seni güldüren çapraşık duygularını mı?
sen kimsin? bir dahi mi yoksa bir deli mi?
güneşin doğuşunu izleyen bir romantık olmalısın ya da dualar eden bir rahibe…
yok o da değilsin. sen olsa olsa bir çılgınsındır; evereste çıkmak isteyen yahut çölde yalınayak yürümeyi düşleyen…
sen kimsin?
bir düşsün belki de üstünde yırtık pırtık giysileriyle çamurda oynayan çirkin bir çocuğun düşü veyahut bir kadının anıları…
sen kimsin?
et misin, kemik misin yoksa ölümsüz bir ruhun ortak olduğu bir güç müsün?
sen kimsin?
korkularına yenik düşmüş bir serseri mi, yoksa var

lığından şüphe eden bir aşık mı?
sen kimsin?
sen gerçekten sen misin?

SORUYORUM…

guddicini | 06 September 2007 13:36

Yazmak istediğim konu, çalışan kadınların evlerinde eşleri ile rol paylaşımı iken bu bana, iletişimsizliği mi çağrıştırdı ki konuya buradan girdim bilemiyorum.Hayat erkeğe ve kadına farklı sorumluluklar yüklemiş. Gerçi hayat mı yüklemiş, toplum mu bunu, bu düzene getirmiş, tartışılır. Erkek evinin ve ailesinin geçiminden sorumlu iken, kadın evin temizliği, düzeni eşinin ve çocuklarının bakımı, onların beslenmesinden sorumlu olur hale gelmiş. Türkiye’de kadının iş yaşamına katılımının % 25.4 olduğu dikkate alındığında, çalışarak eşine maddi destekte bulunan bu kadınların ne kadarına evde eşi yardımcı oluyor ya da kaç erkek var ki eşinin üzerindeki yükün farkına varıp onu takdir edebiliyor merak etmeden geçemiyorum. Kadınlarımızın belli bir yaştan sonra baş gösteren sağlık sorunlarının ve bozulan psikolojilerinin, zamanında yıpranan sinirlerinin ve yorgun düşmüş bedenlerinin sonucu olduğunun bilincinde olan erkek sayısı kaç?
Aynı saatte eve gelen eşlerden biri iş dönüşü oturup TV izleyerek aynı zamanda dinlenirken bir diğerinin akşam yemeğini hazırlamak için koşturması bir taraftan da gecikmiş bir diğer işle ilgilenmesi adil midir?
Yemek sonrası sofrayı toplayıp bulaşığa girmesi ardından da yıkanması gecikmiş çamaşırları makineye atıp, ütü yapması, ve oldu ya yapmadığı takdirde de bir Pazar günü eşinden yıkanmayan çamaşırlar, dikilmeyen düğmeler yüzünden suratına tokat gibi çarpan “her şeyi benim mi söylemem gerekiyor, sen bilmiyor musun?” gibi içerisinde bu senin görevin, yapacaksın anlamı taşıyan bu söze içerlememesi mümkün müdür?
Şimdi soruyorum; Kadın bu ve benzeri sözleri hak ediyor mudur? Eşit şartlar da çalışan eşlerin görev dağılımı bu kadar dengesiz mi olmalıdır? Kendine zaman ayrılmasını ve hayatı renkli yaşamayı arzulayan bir erkek biraz dışarı çıkalım (sinema, tiyatro, yürüyüş, alışveriş vs. için) diye bir teklifte bulunduğunda, kadının dinlenmek ve bir sonraki iş gününe daha iyi başlaması için harcaması gereken süreyi, yapılması gerekli bir takım işlerle geçirmesi dolayısı ile kocasına eşlik edecek enerjisi ve isteği kalabilir mi? Ondan sonra kopuk ilişkiler, başına buyruk ve eşi yerine başkaları ile eğlenmeyi tercih eden bireyler, bir şeyleri düzeltmek adına emek verip sonuç alamadığında ne halin varsa gör anlayışı ile hareket eden eşler ve sorunlu çocuklar baş gösterdiğinde suçu kimde aramak gerekli? Ama kadın dediğin mükemmel olmalı, anlayışlı, özverili, cesur, fedakar iş hayatında dimdik ayakta durmalı gayet mesafeli, evinde gün boyu yaşanan strese rağmen güler yüzlü, işini eksiksiz yapan temiz, titiz, kocasının ve çocuklarının giyimine, beslenmesine ve bakımına gereken özeni gösteren demi ama.Ben bu işin içinden çıkamadım bazı şeylere göz yumup başa gelen çekilir demek mi, bazılarının gözünü açmak mı doğru olan. Gün boyu evde olan bir ev hanımı, akşama dek yeteri kadar çalışıp yorulan kocasından zor durumda kalmadığı sürece zaten bir iş beklemez. Bu bilinçle eşlerini yalnız bırakmayan erkeleri tebrik ederken ev işi yapmanın erkekliğine gölge düşüreceğini düşünen geri zihniyeti şiddetle kınıyorum.

Kukla

plakton | 05 September 2007 23:26

Takılıp kaldım, sensizliğin orta yerinde. Karamsar karanlıkların ortasında. Elim kalbimden de ağır. Çaresiz asılı bekliyorum. Sevildiğim vakitleri hatırlıyorum oysa şimdi bu karanlık bordum köşesinde, sen oynatıcımın ayak seslerini duymayı umarak. Ne zaman geleceksin?

En son gösterimizi hatırlıyor musun? Hani o bana göre çok büyük sahnedeki gösterimizi, senden daha parlak olmaya çalışan ışıkların altında ki. Ne çok alkışlamışlardı değil mi bizi? Anlamışlar mıydı bizi, o anlamsız kalabalık? Bende alkışlamıştım hatırlıyorum. Şimdi şu benden az ötede duran kopuk elimle. Son gösterimizdi ve ben o gün sana söylemiştim seni sevdiğimi…

İKİ YABANCI!…..

| 20 August 2007 10:07

Neydi bizi iki yabancı yapan??
Birbirimizi çözememiş olmamız mı yoksa sevgimizi ve aşkımızı yeterince kanıtlıyamamış olmamız mı???Cevaplarını bulamadığım daha bir çok sorudur bizi birbirimize iki yabancı yapan aslında………
“Yeni bir başlangıç” dedim” mutluluğu” sanırım artık yakaladım dedim,ama yakaladığım mutluluk değilmiş……Balıkçı oltasına takılan ve kendisine ağır gelen şeyi bilmiyordu,merak ediyordu ama çekiyordu çekiyordu zorlanıyordu…Kendince “işte büyük balığı”yakaladım demişti.Çekiyor çekiyor zorluyordu hem kendisini hem oltasını,ama bilmiyordu aslında zorladığı zaman oltasının parçalanacağını……..Çekmişti sonunda o “büyük balığı!!” ama hem oltası zarar görmüştü hemde umutları,elinin acıması umrunda bile değildi balıkçının, onu yıkan şey,umduğunu bulamamasıydı…..Çünkü balıkçının karşısında duran şey sadece”boş bir ağırlıktı içinde ne olduğunu bilemediği bilmekte istemediği bir ağırlık işte”……
İşte benimde mutluluk diye yakalamaya çalıştığım sadece koca bir “HÜSRAN”dı….Ne olduğunu hala anlayamadığım “hüsran” bana anlamlandıramadığım bir”acı” veriyordu.Ama gitmek istiyordum,bırakmak istiyordum bu aşk-sevgi dolu ruhumu çünkü karşılığınıda alıp gitmişti sevdiğim,kaybolmak istercesine kaçıyordum sanki.ama bu kaçış sanki sadece hayallerde kalıyordu çünkü gidemiyordum ondan geçemiyordum….
Aklma birden sezen aksu’nun bir şarkı sözü gelmişti:
“Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
unutamam acı-tatlı ne varsa hazinemdir..
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem…
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir…” ona göndermiştim bu şarkıyı,sorada ondan gelen cevap aklıma geldi:”Geç bunları atık”demişti…..demekki geçmemi ve gitmemi istiyordu…
Onu beğenmediğimi iddia ediyordu,onu yeterince sevmediğimide..Çözememişliğin göstergesidir bu dedim kendimce…Çünkü bilmiyordu onu gördüğümde gözlerine bakamadığımı, baktığım zamanda gözlerinde kaybolduğumu önümü göremediğimi bilmiyordu yada bilmek istemiyordu …….
Yüreğimin kıpırtılarını duyamamıştı,içimdeki aşkın-sevginin sonsuzluğa doğru gittiğini bilmeden bana”aşk kırıntılarıyla doyamam”diyordu….
Aşk kırıntısı değildi onun önüne serdiğim, masada onun göremeceği şekilde sonsuz,uçsuz bucaksız aşk-sevgi yemekleri duruyordu ama o sadece kırıntılarını görüyordu,yani neyi görmek istiyorsa onu görüyordu,……
Şimdi gittin hayatımdan bende senin hayatından….Giderken “yeni bir güne başlayacağız yarın,gülerek başla güne çünkü ben öyle yapacağım”diyerek gittin sevdiğim……….Hep gül,her yeni güne başladığında benim için bir kez daha GÜL….Bana ne dediğini hatırlıyormusun sevdiğim:”kalbini kalbimin üstüne koy,ona ii bakacağıma söz veriyorum demiştin”ama ii bakıyorsan eğer neden ben içimdeki hüsran ve acı ile geziniyorum…..
Ona şimdi acı ve hüsran içinde diyebildiğim şu cümleler çıkıyor sadece:”İÇİMİ DÖKTÜM,YOKLUĞUNLA KONUŞTUM BUGÜN,GİTTİM ÇIKTIM HAYATINDAN BUGÜN HOŞÇA KAL SEVDİĞİM……..

İÇİMDEKİ SEVGİLİ YARA

WitCchY | 18 July 2007 14:38

Baştan söyleyeyim artık seni öyle çok da sevmiyorum.Sadece içimde açığın yarayı seviyorum.O artık benim bir parçam…
Sen hiç olmadın zaten hep olman için umudum vardı artık umut da yok sadece bıraktığın yara var.
Şimdi çıksan karşıma muhtemelen yüzünü bile zor hatırlarım gibime geliyor ama yaran içimde ve hep benimle kalacak.Bunu dert etcek miyim aksine bunu çok seviyorum hatta inanır mısın sayende birçok şeye gülüp geçmeyi öğrendim zaten kimseyi taktığım yoktu sayende iyice beter olup çıktım…Yüzsüzün arsızın tekiydim hala da öyleyim…
Çevremdekiler şaşırıyor bana.Bahar kızım anormalsin sen lafını öyle çok duydum ki bu kış, sayende…
Nereye istiyorsan git belki seneye farklı şehirlerde olacağız ben seni çoktan unutmuş olacağım senden geriye bir tek bıraktığın yara kalacak…
Ben de sana bir şey bırakabilmiş olmayı isterdim kim bilir belki de bırakmışımdır:)

Farklılık ve değişme

darjeeling | 11 June 2007 15:22

Orjinal olmak için sapsarı bir çanta kullanmıyorum, sevdiğim için kullanıyorum. Kırmızı ruju bana baksınlar diye değil sevdiğim için sürüyorum. Cep telefonum çalıştığım şirketteki insanlarınkilere ve kazancıma göre çok alt seviyede ama ben telefonda milyon tane fonksiyon olmasına gerek olmadığına inanıyorum. Daracık kot pantolon giymiyorum, sıradan olmaktan korkuyorum. Sokakta yanıma yaklaşan çocuk benimle tanışmak istediğimde ‘ benim sevgilim var ve onu aldatmam’ dediğimde, bana ‘bende evlenelim demiyorum zaten’ gibi pişkin bir cevap verdiğinde ‘sevgilim sen olsaydın seni de aldatmazdım’ diyorum çünkü aldatmayı sevmiyorum. Bukowski tarzında yazan yazarları eskiden seviyorken artık çok ta fazla haz etmediğimi,insanların değişebildiğini görüyorum. Uzun tırnakların daha kadınsı gösterdiğini bilsem de kısa tırnakla gezmeyi daha çok seviyorum. Çoğu klasik kitabı okumuşumdur ama çok azını sevdim,artık klasiklerden okumuyorum, bundan da utanmıyorum. Erkek olsaydım kıpıkırmızı ya da sapsarı bir deniz şortu giyerdim, biliyorum. Her zaman şuankinden farklı bir imzam olsun isterdim, çok denedim ama bulamadım,elimdekiyle yaşamaya çalışıyorum. Sanırım diğer bir çok kadının aksine benim yak parmaklarım ama özellikle ayak baş parmağım çok komik, şişko ve kocaman. Bu kadar.