bildirgec.org

şehir efsaneleri hakkında tüm yazılar

nası oluyo? bu kılsız vücut

endoplazmikretkulm | 18 January 2003 00:59

nette sörf yapıyodum hiç durduk yere aklıma geligeldi. Bi adam gördüm vücudu kıpkılsızdı ama sporcuydu. Sora aklıma takıl verdi. Bu sporcuların vücudundaki hormanlar bebekken, büyüyünce sporcu olacaklarını anlayıpta bilerek mi kıl çıkarmıyor? yav a dan z ye hepsinin vücudu kılsız. (Benimkide öle) orman kaçkını demeyinde 😉 Bunlar napıyolar her gün ağda falan mı. Ağda olsa kılların koparıldığı belli olur, saralık hastasının yüz rengi gibi yada traştan sonraki kaygan yüzeyin rengi gibi bi hal alırda bunlarda oda yok. Yeni bi teknolocisimi var bununda benmi bilmiyom?

Gingko biloba

infuscoare | 28 December 2002 09:40

Kimse bana sormadı, ben de büyüyünce ne olacağımı düşünmüş değildim zaten. Farkında olmadan savaşçı olmuşum tüm diğerleri gibi.

Atımın üzerinde kılıcımı, zamana ve yalnızlığa sallar dururdum. Sonra, ben zamanın kalbinde açtığım deliğe düştüm, yalnızlığın kellesi benim kucağıma sanırım.

Benim kaybettiğim zaman, çocukların ceplerinde, benim ceplerimde de kazandığım zaman. Peh peh peh.. Biz cok kullanımlık saatlerimizde zamanı 12`ye böleriz,oysa zaman kendi tek kullanımlık saatini, yani bedenlerimizi, hucrelerimize böler.Kazandığım zamanlar, şimdi cebimde gülünç ve tedavülden kalkmış bozuk paralar…

Ben zamanın içinde, o insanların çevresinde döndük durduk. İnsanlar yaşlandı, insanlar öldü. Ben nefes almayı hatırladım incir ağacının altında, yalnızlığın kokuşmuş kellesi de yanımda. Sylvia Plath, küçük bir kız çocuğu incirin dallarında. Büyüdüğünde ne olcağına karar vermeye çalışırken, seçenekleri leziz birer incir etrafında. Tam birine uzanmış koparacakken, bir diğeri daha güzel görünürdü ona, derken diğeri ve bir diğeri. Karar verinceye kadar incirlerin hepsi olgunlaşıp birer birer benim yanıma döküldü. Ben ve iğrenç arkadaşım iştahla yedik, mimar olduk, sahte cennet bahçeleri yaptık elaleme, ressam olduk sapık ilişkimizi resmettik, hırsız olduk, diğerlerinin içseslerini çaldık, şair olduk, olmak ya da olmamak-ölmek ya da ölememek ha ha ha…İşte bütün mesele şu ;

Kusursuz bir bowling topum var artık. İşaret parmağım sol, orta parmağım sağ gözünde, baş parmağım dişlerinin arasında. Nöbetleşe değişen insanlardan labutlar, onlar bir kaybolup bir çıkarlar, yalnızlığımın kafatası onlara çarpar bana geri döner…

yaşlanmak iyidir..

Replica | 21 December 2002 01:10

Cuma günü artık popüler parti mahluku olmadıım için

burda olmayı uygun gördüm.. daa da güzeli, o kadar uykum var ki… belki, bedenim eskisi kadar “hadi içelim, eelenelim, hahahayt!” demiyo ama en azından bi dinginlik var üstümde.. ve çok nadir de yakalasam bu iç huzur anlarını, derim ki hep, herkes bu minik saniyelerden biriktirebilsin istedikleri kadar.. uyuorum şimdi ben, isteyerek:)

Fotoğraflar

infuscoare | 14 December 2002 04:06

Nasıl oluyor da, saatler geçmek bilmezken yıllar geçip gidiyor ? Saatlerin içinden sürtüne sürtüne geçtiği, geçerken de kıvılcımlar çıkardığı tünel; bekleyiş… Ne dar, ne havasız, ne sıkıcıdır beklemek… Çok uzun zamandır yürüyüşe çıkıyordum fotoğraf makinemle. İnsanların fotoğraflarını çekiyordum. Öyle ki, seri katillere özgü bir arşiv oluşmuş. Geçen gün incelerken bütün insanların farklı bir şey yaptığını sandığımı, aslında hepsinin aynı şeyi yapmakta olduğunu farkedince, dehşete kapılsam mı dedim kendi kendime. Otobüs,metro,dolmuş bekleyenler,yeşıl ışığın yanmasını,arkadaşlarını, para üstlerini,bankadaki sırasını,filmin başlamasını,yağmurun dinmesini ve yüzünde maskesiyle ölümü bekleyenler. Koşarken formunu korumayı, atıyla sıçrarken kupayı,stadyumda hangi takımın kazanacağını, uyurken uyanmayı bekleyenler… Onlar ki saatlerine bakıyorlar fotoğraflarda… En uzun ne kadar dayanırdınız beklemeye, en çok ne beklemeye değer hayatınızda ? Nasıl ve ne kadar, ya da neyi ? Sonra, kendi fotoğrafım geçti elime. Zaman daha yavaş ilerlemis olsa gerek, ben güneşe bakıyorum, kaşlarım çatılmış, gözlerim kısılmış, aralık ağzıma saçlarım doluşmuş. Hala yeterince yakın değil güneş, ama az kalmış kaybettiğim binlerce yılın bana gelmesine. Ne kadar oyalamış beni meğerse. Beklentileriniz sizi ne zamandır oyalıyor ?

Hızlı gençlik ve ıslahı

WeaponX-hafif | 12 December 2002 17:12

Gerçi biraz geç kalınmış bir blog ama olsun. 2 kelam edeyim dedim artık. Son zamanlarda ufak bir merakla İkitelli’de olan bitenleri incelemekteyim. Bir zamanlar Bağdat Caddesi’nin vazgeçilmez sporu araba yarıştırmaca İkitelli’ye taşındı. Ne oldu nasıl oldu bu iş? Ne oluyor diye düşündüm. Biraz dimağ tazeliyelim dedim, hem de memlekette olan bitenlere bir bakalım. Hatırladığım şekilde biraz hikâye anlatalım. 30 Nisan 2000 Öncesi Bağdat Caddesi bir efsaneydi. Ta 70’lerden beri öyleydi. Eskiden kalburüstü ailelerin çocukları, Cadde tam anlamıyla yokken Kadıköy-Fenerbahçe Burnu arasında cirit atarmış. Özellikle Burun’a yaklaşırken göbekte duran çınar ağacının etrafından amerikanlarla kıç attırarak dönmek önemli bir prestijmiş. Bu civarlarda cirit atan eski rallici İskender Atakan‘ı Kadıköy sahilyolunda (orası doldurulmamışken) Anadol’la 360 denemeleri yaparken Demir Bükey keşfetmiş. Kendisini daha çok İskender Atakan Rally Team adı altında tanıyabilirsiniz, ya da Nova Reklamcılık olarak. Tabi bu arada cafélerde içtiğiniz kahveleri yapan illy marka kahve makinelerininin dağıtıcısı olarak hep hayatınızda, bkz. Atak Gıda. 80’lerde cadde yarışlarından ziyade deri ceket-kot-beyaz spor ayakkabılı gençlerin çeteleşme ve kavgalarıyla nam saldı. Dönemin Nokta dergisinde bu konuyu uzun uzun okuduğumu hatırlarım. Özel bir dosya yapmışlardı. Olayların şiddetini siz tahmin edin. 90’larla beraber liberal ekonomi zenginlerinin çocukları caddeye adım atmıştı. Ufak ufak araba kaçırmalar, ehliyet almalar derken yarışlar tekrar başladı. Yeni sahil yolu ve caddenin durumuyla doğal bir pist oluşmuştu nerdeyse. Tek yön olan cadde üzerinde trafik ışıkları her ışıkta kalkış için fırsattı. Gerçi sonradan sayaç yerleştirdiler medeniyet diye ama onlar sadece geri sayım aracı oldu. Yani ajitasyon… Bu dönemlerde artan sayıda kazalar oldu. 16 yıllık istatistikler İstanbul’daki genel trafik kazalarını gösteriyor. Bu sayıları 10a bölsek yeter herhalde. Benim tanıdığım bir çok insan bu tip kazalar geçirdi. Suadiye Princess Otel sonrası yer alan S virajında her gün bir kaza görürdünüz. Takla atanlar, uçup direğe bindirenler, pişti olan arabalar, kaldırıma yandan girip lastikleri içe çekip Back to the Future moduna geçenler mi dersiniz…

Önermeler

infuscoare | 06 December 2002 09:57

Saygı; bahçedeki çınar ağacı,Pasifik`de bir yunus ise…

-Saygı; sevgi midir, yoksa, sevgi; özgürlükmü ?

Sevgi; saksıdaki aslanağzı,akvaryumdaki Japon balığı ise…

-Sevgi; tutku mudur,yoksa, tutku; bağımlılık mı ?

Tutku; vazoda solan gül, tabakta soğuyan lüfer ise…

-Tutku; aşk mıdır,yoksa aşk; hastalık mı ? Lütfen Gülüferelim hastalıklarımıza 😛

Ben Benim

nimda | 28 November 2002 20:43

28.11.2002/09.50Harbiye…

Yüzüm dünden kalma
Saçlar orta şiddette dağınık,
Gözler kan kırmızısı,
Ağızda pencere açtıracak koku,
Kulaklar dinlemekten bıkmışçasına çınlamakta
Neden ben bu haldeyim?
Aynadaki adam ben değil!

Yeni fark ettim;
Gitarın teli kopmuş,
Buzluktan çıkardığım et kokmuş
Yerde -izlediğim izlemediğim- bütün filimler birbirine karışmış,
Salondaki cam kirlenmiş,
Ev yine dağılmış
Burası neresi ve ben dünkü ben miyim?

Başım mı dönüyor ne?
Vücudum isyanda, ya ben?..
Geçmişin hesabını soruyor -ödediğim halde- faturalar
Sitem yüklü hayatımdaki tüm kadınlar
Ve ‘ben niye buradayım’ sorusuna kadar indiysem
Beni anlamalıydılar!

dilsiz-kimliksiz

mumru | 27 November 2002 02:16

turkce’de bir uslubum vardi benim. yok, bu lanet dilde bir uslubum yok, kimliksizim. komik seyler soylerdim, insanlar gulerdi. simdi dilsizim.

where`s my mind

infuscoare | 26 November 2002 08:13

Sırtımı Kuzey Yıldızı`na dönmüşüm,alnımda kelimeler,göz kapaklarıma oturmuşlar. Ufff…Beşinci sınıf bilim kurgu filmlerinden fırlamışım, şimdi ise ne bir film karesi ne de hayatın kendisi…

Kalbim “tekleyeceğim yine” diyor. 2500 puan, son can. Nereye saklansam ? Yok canım korkmuyorum, ben daha önce geçmiştim buradan…

Ben buradayım, okyanusun diğer ucunda, 27. katta. Sırtımda kuzey yıldızı, bak elimi uzatıyorum, karşımda gökdelenden havai fişekler, arka fonda “where`s my mind”…