bildirgec.org

şehir efsaneleri hakkında tüm yazılar

neden olmasın

grikedi | 27 April 2003 14:00

Günlük hiç huyum değildir. Ama neden benim de bir günlüğüm olmasın. Denemek lazım.

İyi de bundan size ne. Şimdi gelip okudunuz bunu. Herneyse bir dahaki sefere daha anlamlı yazarım.

Belediyenin süper adamı.

Ho_Amca | 27 April 2003 01:27

Geçen sene ITU inşaat mühendisliği, inşaat jeolojisi dersine girdiğimde diğer derslerden almadığım zevki burada aldığımı farkettim. Hocamız 1 saat ders yapar 2 saat bizle geyik yapardı. “Hah!” dedim, işte özlediğim lise ortamı. Kişiliğine şahsına çok güvendiğim, şu anda halen maden mühendisliği dekanlığı yapmakta olan hocamız Mahir Vardar bu derslerden birinde ilginç bir olay anlattı. Ben onun yalancısıyım.

İstanbul büyükşehir belediyesinden bir şahıs, kendini geliştirmiş etmiş, nasıl olmuşsa tüm İstanbul’un alt yapısını ezbere biliyormuş. İnsan beyni sınırları dahili içinde dedim garipsemedim. Benim garipsediğim başka bir olay. Kesinlikle bunları herhangi bir şekilde belgeleme gereği duymuyormuş, bunları kağıda aktarmayı teklif etseler de kabul etmiyormuş. Elleri mahkum birşey de yapamıyorlarmış. Herhangi bir kazı olacağında bu adama gidilip soruluyormuş. Bu adam aha burada kanalizasyon var, burada su borusu var dediğinde çıkıyormuş. İşini garantiye almak için geleceğe yatırım olsun diye böyle yapıyormuş. “Peki bu adam yarın bir gün hayata gözlerini yumsa ne olacak?” diye soruyor insan kendi kendine.

Bunun cevabı da var. Oğlunu ya da bir yakınını bu gibi duruma hazırlıyormuş. Tıpkı coca colanın formülünün birkaç kişi tarafından bilinmesi gibi, İstanbul’un alt yapı haritası da iki şabalak tarafından biliniyor.

Bu ciddiyetsizlik, daha önceden haritanın çizilmemiş olmasının sebebi nedir? Sevdiğim bir yazarın İlhan Selçuk’un köşe yazısından çalarak söylüyorum:

kadıköy çarşısı

| 14 April 2003 02:17

Aslında doğma büyüme Kalamışlıyım ama, oldum olası Kadıköy bana köy gibi gelmiş, Karşı’ya geçemeyen kör insanların ülkesinin, Khalkedon’un kadersizi gibi hissetmişimdir. Üniversite zamanlarında Avrupa yakasına taşındım ve bu tür efsaneleri gençlik bunalımlarına bulayıp pişirmenin inceliklerini öğrendim. Evet, Avrupa yakası hakikaten çok daha cazipti, baştan çıkarıcıydı. Orada kaldım. Buranın da aslında ancak Asya’dan güzel gözüktüğünu çok sonraları anlayacaktım. Kadıköy yakasında geçmişi hatırlatan pek bi şey kalmamıştı. Kalamış koyu doldurulmuş, faytonlar kaybolmuş, Bağdat caddesi tek yön olmuştu. 50’lerde büyük bir darbe yemesine rağmen hala direnen şehir, 30 sene sonra Özal’ın saldırısına karşı duramayıp yıkılmaya başlamıştı. Aynı felaket Avrupa yakasında da yaşanıyordu. Hem yeni evler yapılıyordu hem de evlerin sahipleri değişiyordu. Kapıcılık yapan Kürtlerin apartman sahibi olmaya başlamaları o yıllara rastlar. Türklerin kendi ülkelerinin toprağını yağmalamaları ve ‘toprak bütünlüğü’nün fiilen kaybolması da bu sıralardadır. Bugün (pazar) Kadıköy civarında dolaştım bu düşünceler içinde. Çarşı yine de az bozulmuştur dedim. Yanılmışım. İnsanların, özellikle genç olanlarının çirkinlikleri dayanılmazdı. Ufak çocuklar da bakılamaz bi çirkinlik içindeydi. Aslında bu durum, etraf, mimari ve diğer bütün biçimsizliklerle gayet uyumlu bi tablo oluşturuyordu. Hormonlu dev çilekler, uskumru diye gazlanan kolyoslar, çiftlik çipuraları, portakallı limonlar, yavru hamsiler, gm domatesler, içi boş ekmekler… Sadece ürünlerin diil, insan ırkının da ciddi bi ıslaha ihtiyacı var diye düşündüm. Belki bizim ameximes, Richard Dawkins’in yanına çırak olarak girerse, ilerde bu konuda bi kitap yazabilir diye aklıma geldi. Kafamda daha canlı örnekler vardı; bi internet kafeye girip o an yazacaktım aslında. ‘Kadıköy çarşısı kör, Kadıköy çarşısı dilsiz, havada görmemenin, konuşmamanın kahrolası hüznü ve Kadıköy çarşısı elleriyle kapatmış yüzünü’ diyecektim. Olmadı. Tecavüzün kaçınılmazlığıyla yaşamaya alışmış güruh, piçler ülkesinin çet yapan fertleri etrafı doldurmuştu. ‘Urfalı Balıkçı’ tabelasına doğru yürüdüm.

kedi gibisin..

eceligelenfare | 04 April 2003 16:53

istediğin olmayınca savuruyorsun pençelerini fütursuzca, düşüncesizce.. bir şey istediğinde en masum bakışlarını fırlatıyorsun.. nefret ve sevgiyi bir arada yaşatıyorsun.. kucağına alası geliyor okşayası sabahlara kadar.. ve bir anda o kucaktan atma isteği uyandırıyorsun ufak bir hareketinle.. canın sıkılınca arkana bakmadan çıkıyorsun kapıdan.. geri döndüğünde kapıyı açık bulacağından emin bir tavırla.. susuyorsun.. düşünüyorsun, korkutuyorsun bu halinle.. acaba ne zaman saldırıya geçecek diye diken üstünde oturtuyorsun.. tedirgin ediyorsun yaklaşınca, kuyruğunu sürtüp oyunmu isteyecek yoksa pençelerinimi savuracak diye.. döküyorsun yüzünü, öldürüyorsun bakışlarınla.. gömüyorsun beni yok bişi diyerek.. atıyorsun kenara işi bitmiş bir yumak gibi.. biliyorsun çünkü yumak gene karyolanın altında olacak geri döndüğünde..

selimin ikinci gelişi

duy | 12 March 2003 18:26

Bazen tlfumdan sana özel atanmış olan zil sesini kendi kendime çaldırıp dinliyorum. İçimi naif bir huzur kaplıyor. Sanki sen tam o an arayacakmışsın hissine kapılıyorum. Heyecanlanıyorum, ekrana bakmaktan kendimi alamıyorum, acaba ismin yanıp sönüyor mu diye. Kaç kere numaranı siliyim dedim, yapmadım. Yaa hala ümidim var. Komik dimi. Ama var işte. İçten içe belki belki de arar diyorum bir gün. Beni hiç düşünüyor musun, hiç arasam mı dediğin oluyor mu, hiç rehberden ismimi buldun mu öylesine, hiç düşündün mü şu düğmeye bassam karşıma çıkacak kadar yakınız aslında diye, insan bir garip oluyor dimi bu kadar pat diye ulaşabileceğini hissedince. O futbolcuyu görünce aklıma sen geliyorsun, herşeyi duyunca seni hatırlıyorum gerçi ya, televizyonda hep o şehir var, eskiden de bu kadar sık mı gösterirlerdi bilmiyorum , algıda seçicilik geyiği sanırım.. acaba hiç metroda ayrı vagonlara bindik mi? bazen okulda insanları arkadan sana benzetiyorum.Selimin de dediği gibi; ne olmuş benden daha iyi yazı yazanlar varsa, bu benim seni daha az mı istediğimi gösterir. Ne olmuş aramızda hiç birsey olmamışsa ben yinede senin olduğun yerde olmak istiyorum. Bir ne düşündüğünü bilsem var ya. En kötüsü de bişey düşünmemen. Acaba bu yazıyı hafif yerine senin mailine atsam pek bir saçmalamış mı olurum. Evet dimi. Ama niye.

Beyoğlu ,gece ,O ve ben

threewishes | 10 March 2003 23:04

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Kulaklarımda azar azar çoğalan bir ses , birileri tempo tutuyor, ıslıklar, tezahuratlar . Yavaşça açıyorum gözlerimi ,göz kapaklarımı taşıyamıyor sanki gözlerim .Bu ne kalabalık tanrım , mahşer yeri gibi her taraf . Yanımda uzanan bir el -al abla diyor ,bakıyorum bir konser afişi ‘dinle sevgili ülkem’ -burda mıyız diyorum kafasını evet der gibi sallıyor. Çok şükür nerde olduğum ortaya çıktı. Şimdi kimlerle geldiğimi bulmalıyım. Birden rahat mısın diyen bir ses evet bu sesi tanıyorum baktım gülümseyen yorgun bi surat, gülümsedim yanımda oturan birkaç kişiyle konuşmaya başladı onları da tanıyorum . Konuşulanları duymuyorum ama orda merdivenlerin orda bir siluet el sallıyor bana. Yüzünde ; belki de şimdiye kadar hiç görmediğim kadar içten bir gülümseme var , gel diyor eliyle. Kalkıyorum yanımdakilerin umurunda diil ..

günlük niyetine

eceligelenfare | 10 March 2003 22:08

sabahları kazara erken kalkıp annemle kahvaltı etme fırsatını yakaladığım zamanlar fonda sabah haberleri oynarken ön planda annemin dün gece gördüğü rüyaların anlatımı başlar. bu sabahta o sabahlardan biriydi. çıktım evden, otobüs durağına doğru gözüm kapalı yürümeye bşladım.. 1,5 saat sürecek işkence dolu yolculuk başlamıştı..

rahat 40 kişinin yığılarak beklediği durakta kendime kuytu ve otobüs geldiğinde orta kapısına rastlayacak bi yer buldum.. orta kapı çünkü; bizim durakta ön kapı açılmaz genellikle.. konserve kutusuna sıkışmış turşu gibi insanlar ön kapıya kadar doldurmuştur koskoca körüklü otobüsü.. şansın varsa ve antrenmanlıysam itişi kakışı kazanıp orta veya arka kapılardan birine atarsın kendini.. bu sabah ta şanslıydım.. bindik bir şekilde..

beyler bayanlar

bybars17 | 28 February 2003 17:39

Ben cengiz kurtoğlu hastası bir gencim ama bazı kişiler bana bu yüzden kro diyolar. NE YAPAYIM SEWİYORUM .Cengiz baba yı sewenler bana bi zahmet mesaj atsınlar .diğer kişilerde olabilir tabi::::

Olric

duy | 24 February 2003 17:39

Selim’in ikinci gelişinde herseyin daha iyi olacağını söylemişti Turgut. Selim ne zaman gelecek? Gelmiyor. ne yazarsam yazıyım benden daha acıklı seyler yazan insanlar olacak hep. Bu benim daha az acı cektiğimi gösterir. Zaten benim de yazacak gücüm yok artık. Oysaki ben düşüyorum. Acaba hiç arayacak gibi olup vazgeçiyor mudur, farklı davransaydım acaba şimdi birlikte olabilir miydik. Yaprak demişti. 14’ünde sesi için hadım edilen (Farinelli) sopranolar var demişti. Hiç kimsenin öpüşmek istemeyeceği tavşan dudaklılar var demişti. Bu iyi miydi. Tavşan dudaklı olmadığı için duy mutlu mu olmalıydı. Bu perşembe Kuş filmi var, cnbc-e’de. cnbc-e’de olmazsa nasıl gecerdi duy’un hayatında günler. O yapayalnızdı. Herkese söylerdi bunu. Ağlardı. Ama niye kaybedenler yadırgamazdı. Bir çare bulunmalıydı oysaki. Kumsalda ölü bir leylek vardı. Leyleği canlı görmek seyehat demekti ama ölüsü ne demekti. Bilmiyordu. Nasıl dayanılırdı böylesi bir acıya. Anaokulunun demirbaş ayısını kaybetmişti ne de olsa. Heryeri sağlıklıydı ya! ve çevresindekilerden kimse onun gördüklerini göremiyordu, şükretmeliydi buna. Mardin’de bırakmıştı onu, oysaki istanbulda da devam edebilirlerdi .Ne de olsa ikisi de 10dk.lık mesafelerdeydiler birbirlerine. Belki iki dakika önce inmişti metroya, istiklal caddesinde omuzları birbirini yalamıştı daha bundan tanışmadan bir yıl öncesinde. Ya şimdi, tanışmışlardı, bir sıra gecesinde yanyana uzanmışlardı aralarında 50cm. mesafe. Kamp ateşiydi onları birleştiren başka bir yerde. Ne iğrençti ondan “sen çok iyi bir kızsın”ı duymak. Unutmak onu hiçbirsey olmamışken unutmak. birde eline dokunsaydı eli; ne olurdu. şimdi vazgeçti onu aramak için bahaneler üretmekten. Artık sadece düşünür olmuştu. Selim Turgut’tan hiç bahsetmemişti şiirinde. Olric supergirl şarkısındaki beklenilen kız mıydı. Ve duy..

palyaconun agzindan

kukuleta | 21 February 2003 21:52

Palyaçonun Ağzından

Burası fazla güzel. Gereğinden fazla güzel kadının, gereğinden fazla alımlı orospu çocuğunun ve şimdiye dek hiçbir yerde görmediğim fiyatlarla dolu menüsünün nedeni bu olmalı.

Maalesef Moskova’dayım. İngiliz Elçiliği’nin karşısındaki ara sokağa gizlenmiş, yoldan geçenlere ne olduğunu çaktırmayan bir bar-restoranda oturuyorum. Garsonlar, özellikle İvan gayet iyi İngilizce konuşuyor. Fiyatlar beni değil şirket hesabını etkileyecek olsa da ürkütücü. Bir bira ısmarlayıp doğru yemeği bulmaya çalışıyorum. Yerinde ürettikleri bira kayda değer. Kararlı bir ifadeyle adını bile bilmediğim bir balık istediğimi söylüyorum.