bildirgec.org

savaş hakkında tüm yazılar

Black Hawk Down – Kara Şahin Düştü (2001)

kadirgunay | 08 June 2009 11:46

Black Hawk Down
Black Hawk Down

Baştan söylemek gerekirse şu anda kadar Er Ryan’ı Kurtarmak filminden sonraki en iyi savaş filmi.
1993 senesinde Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün bir parçası olarak Somali’ ye gönderilen Amerikan askerlerinin farklı ekip ve düşüncelerde olmasına rağmen birbirlerine güvenerek ve inanarak nasıl evlerine geri döndüğünü anlatan bir filmdir, Kara Şahin Düştü.

Bir tarafta Delta’ lar diğer tarafta Ranger lar. Farklı ekipler, farklı bölükler fakat hepsinin de tek bir görevi vardır; Mohamed Farrah Aidid’ in milislerini indirerek önemli subaylarını ve rehineleri ele geçirmek.
Generalleri ve üst düzey subaylarının düşündükleri saldırı planı istedikleri gibi gitmez. İlk Kara Şahin düşer ve olaylar bundan sonra başlar. Arkada asker bırakmamak adına gönderilen tüm zırhlı araçlar ve savunma kuvvetleri milisleri geçemezler. Öyle ki birlikler kayıp vermeye başlarlar ve hava kararır.

bedendeki sanat

taha3045 | 25 May 2009 11:32

Vücut boyamak pek çok kültürde var, genellikle toprak yada taşların ögütülmesiyle oluşturulan boyalar vücutlarda birer sanat eseri oluşturuyor.Boya kullanmayanlar ise yara izleriyle bedenlerinde çeşitli şekiller yaparak hayatlarına yön vermekteler. Renli dövmelerden bahsetmiyorum ilkel hayat süren Surma, Masi ve Kara kabilelerinin vücutlarındaki desenlerden bahsediyorum.

Çıplak yaşam süren Surmalar örtünmek için meyveler,yaprak ve otları kullanır , vücutlarının en olmadık yerlerinde saplar, tohumlar veya yapraklar görebilirsiniz. Bunun dışında yüzlerinden, cinsel organlarına kadar desenlerle kaplıdırlar, nokta,çiçek,yıldız ve benzeri türde şekiller. Bu desenler kalıcı değil yıkanmaya kadar dayanan boyalardan yapılır, Surmalardan biri gün içinde bir çok kez boyanır.

the ABYSS

emsvizyon | 22 May 2009 16:30

yönetmenliğini james cameron‘ın yaptığı the abyss 1989 yılında gösterime girdiğinde büyük beğeni toplamış ilginç hikayeli ve en iyi efekt dalında oscar ödüllü bir filmdir.

başrollerini ed harris ve mary elizabeth mastrantonio‘nun paylaştığı filmin konusu kısaca şöyle: deneysel bir petrol arama aracına sahip olan ekip, bu sefer amerika ordusu tarafından kiralanırlar. bu seferki görevleri deniz tabanında araştırmalar yapıp petrol arayıp çıkarmak değildir. kaybolan bir nükleer denizaltı için kurtarma görevine atanmışlardır.

bitir işi

taha3045 | 22 May 2009 12:14

Barışa inanıp güvenmeyi ne zaman öğrenecegiz? Barışı benimsemeyi, barışçıl yaşamayı.

Barış ille ülkemizin savaşta olmaması demek midir? İnsanlar birbiriyle savaştalar, ergenlik çagındaki bir çocukla anne -baba arasında yaşananlar, iki farklı takımı tutan taraftarların birbirlerine ettiği küfürlü tezahuratlar, karı-koca kavgaları, farklı görüşlerin tartışılma fakirligi hep birer savaş degil midir? Buradaki yazılarda,ahkamlarda bile barışa ne kadar yakınız ki?

Dünyada süreki uygulanan işine gelmeyeni yok et düşüncesi , fiili olarak öldürme eylemiyle olmasa da fikirlerin sündürülmesiyle hepimiz tarafından uygulanmıyor mu? İşimize gelmeyeni susturmaya çalışmak, ona saygı duymamak, laf söylemek silahsız savaşın ta kendisi değil midir?

barış için müzik: playing for change

biSGen | 11 May 2009 10:12

Sanat çok güçlü bir “iletişim” ve “ifade” aracıdır. Sanat ve sanat eseri aracılığıyla hiç tanımadığımız, bilmediğimiz kültürleri tanır, öğreniriz. kültürel olduğu kadar “estetik” düzeyimizi de geliştiririz.
belki dinlediğmiz bir şarkıda, belki baktığımız/gördüğümüz bir tabloda, bir fotoğrafta ya da bir heykelde tüm insanlığın yaşadığı, izlediği, hissettiği duygu ve düşünceleri bulabiliriz. Sanatın tarihselliğini de unutmamalı. İkinci dünya savaşı denilince benim gözümün önüne hep picasso‘nun “guernica”sı gelir sözgelimi.

guernica ( picasso )
guernica ( picasso )

bu arada hazır konu açılmışken “müziğin evrenselliği” üzerine buraya ve şuraya bakmanızı da öneririm.
insanoğlunun binlerce yıldır özlemini duyduğu şeydir barış.

KALPAZANLAR ( Die Fälscher )

estragon | 08 May 2009 16:12

Yüz milyonu aşkın insanın neler olduğunu anlayamadan, anlatamadan yok olup gittiği, kalıcı hasarlarının onlarca yıl insanların bedenlerinden ve ruhlarından silinip gidemediği, bir travmatik kriz İkinci Dünya Savaşı. Büyük yıkımın beraberinde yüksek tempolu bir üretim yarattığı göreceli gerçeği, her sene 40’larda geçen yeni bir film görmemize sebep olmakta.

Die Fälscher de bu filmlerden biri. Filmin önemli karakterlerinden komünist Adolf Burger’in “The commando of counterfeiters” adlı kitabına dayanıyor. Naziler, savaşın gidişatını ve dünya ekonomisini kendi lehlerine çevirme adına planladıkları sahte para basma işlemini, dönemin utanç kapılarının ardında yetenekli Yahudilere, Burger’in dediği gibi toplama kampındaki bir adam için “Sadece bir tatil “ karşılığında yaptırıyorlar.
Filmin başlıca hikayesi bu olmakla birlikte…Her ikinci dünya savaşı hikayesinde olduğu gibi; yeryüzünün acımasız bir makineye dönüşmesini izlerken, bir tarafta zavallı insancıkların gözyaşları belirir. Ancak hikayelerin can alıcı yanı, yoldaşlarına –çoğu zaman hayatta kalabilmek için- ihanet edenlerin ikilemleri ve çırpınışları olur. Sartre’da da, Brecht’de de , Schindlerin Listesin’de de bu ikilemler çarpıcı bir şekilde anlatılır. Die Fälscher ‘de de, bu ikilemi özellikle filmin iki ana karakteri Sorowitsch ve Burger’in karşı karşıya geldiğinde net olarak görebiliyoruz.
Bir tarafta dönemin ünlü ve yetenekli kalpazanı Sorowitsch; kuş tüyü yastıklar, şampanya ve kadın kokuları arasından getirildiği toplama kamplarında, hayatta kalmanın hırsı ve bunu başarmak için her yolun kabul edilebilir olduğunu savunurken. Diğer tarafta komünist Adolf Burger’in , adaşının önderliğindeki Nazi soykırımına karşı direnmenin bir yoldaşın asli görevi olduğu fikirleri beliriverir. Filmin asıl sorgulaması bu iki karakterin yaşamak, savaşmak, var olmak arasındaki çelişkileri ve aldıkları kararlar ekseninde belirir.
Sorowitsch rolünde Karl Markovics, Burger’i canlandıran August Diehl dengeli oyunculuklarıyla bu çelişkiyi başarılı bir şekilde yorumluyorlar. Özellikle Karl Markovics’in zaman zaman eğlenceli oyunculuğu, filmin dramatik yapısında akılda kalıcı renkler olarak yansıyor. Filmin bir başka ön plandaki karakteri Devid Striesow’un canlandırdığı Herzog adlı Nazi komutan. Genel olarak tipik itici nazi profili çizmesine rağmen savaş sonrası iş dünyasının sıkıcı beyaz yakalı, fırsatçı yöneticilerinin geleceğini temsil detayını iyi çizdiğini görebiliyoruz.

kleopatra’yı nasıl bilirdiniz?

gulsey | 27 April 2009 14:09

Günümüze gelişine kadar çeşitli tasvirlerle geldi karşımıza Kleopatra, kaç keşit insan bin çeşit söz söyledi. Erkekleri parmagında oynatacak kadar aşifte de dendi, çok kötü kalpli oldugu da,Dante ‘ye göre lüks düşkünü,Pascal’a göre dünyanın çehresi değişirebilecek biri, filmlere göre entrikacı, zehir uzmanı ve şevhet düşkünü bir kadın.Hatta yaptıgı süt banyolarına kadar kulaktan kulaga anlatılır durur. Hatta son dönem yapılan açıklamalara göre Onun nemfoman oldugu bile söylendi. Yılanla değil şarapla zehirlendi gi de yapılan açıklamalar arasında .Mısır halkı durmadan topraklarına Roma’lı aşıklar getiren kraliçelerinden memnun mudur peki?