bildirgec.org

sadizm hakkında tüm yazılar

Kısa ve Acılı Marki de Sade : ”Quills (Düşlerin Efendisi)”

gorcun | 03 June 2009 12:50

Quills
Quills

Sadizmin isim babası ve fikirleriyle kavramın oluşmasını sağlayan Fransız aristokrat düşünür ve yazar Marquis de Sade’in son zamanlarını anlatan film Quills(Düşlerin Efendisi) 2000 yılında Philip Kaufman tarafından çekilmiş. Topluma göre ”hastalıklı” düşüncelere sahip olduğundan bir akıl hastanesine hapsedilen Marquis de Sade (Geoffrey Rush) pornografik hikayeler yazan bir yazardır.
Eserlerindeki ahlaksız ve sert üslubu yüzünden yazıları yasaklanmıştır. Akıl hastanesinde görev yapan güzel çamaşırcı kız Madeleine (Kate Winslet) Marquis de Sade’ tan etkilenir ve yazılarını alıp saklar. Hastanede yayılan yazılar herkes tarafından okunur ve olay duyulduğunda İmparator Napolyon (Ron Cook) üstesinden gelmesi için Dr. Royer Collard’ı (Michael Caine) akıl hastanesine yollar.

Quills
Quills

İşkenceci ceza yöntemleriyle ünlü doktorun akıl hastanesine gelmesi hem hastanenin hemde Marquis De Sade’ın sonunu getirecektir. Kadrosuyla ilgi çeken film düşünce özgürlüğü açısından da önemli şeyler söyler. Adı geçenler dışında Joaquin Phoenix, Patrick Malahide, Amelia Warner, Stephen Moyer gibi oyuncularda filmde yer alır. Geoffrey Rush’ın gerçek hayattaki eşi Jane Menelaus, filmde de Marquis de Sade’in eşi rolündedir.
Filmde okunan hikayeler Marquis de Sade’a değil senaryo yazarı Doug Wright’a aittir. Film en iyi aktör (Geoffrey Rush), en iyi sanat yönetmenliğ ve en iyi kostüm olmak üzere 3 dalda Oscar adaylığına seçilmiştir.

Sodom’un 120 Günü

emrextreme | 01 July 2008 15:35

Sodom’un 120 Günü
Yönetmen: Pier Paolo Pasolini Oyuncular: Paolo Bonacelli, Giorgio Cataldi, Umberto Paolo Quintavalle, Aldo Valletti, Caterina Boratto, Elsa De Giorgi, Hélène Surgère

Özet:
Film, 2.Dünya Savaşının son dönemlerinde, İtalya’nın kuzeyinde kurulan ve ömrü 2 yıl olan Faşist Salo Cumhuriyeti’nde geçer. Filmin baş kahramanları bir hakim, bir dük, bir başkan, ve bir papazın bir grup genç erkek ve kızı bir saraya hapsedip her türlü cinsel, fiziksel ve psikolojik işkence yaparak aldıkları sapkın zevki anlatan bir başyapıt. Film dört ana bölümden oluşuyor ve giriş bölümü hariç diğer bölümler hayat kadını olan ve başlarından geçen hikayeleri anlatarak, bu hikayelerin gerçekleştirildikleri bölümlerdir;

  • Cehenneme Giriş: 4 faşistin çevre köylerden kurban bularak saraya ilk girişlerini anlatan bölüm.
  • Çılgınlıklar Çemberi İlk hikaye anlatıcısının sapkın hikayeler anlattıtığı bölümdür. Kurbanları nesnelleştiren bölümdür.
  • Dışkı Çemberi İkinci hikaye anlatıcısının dışkı yemekle ilgili hikayelerini anlattığı bölümdür.
  • Kan Çemberi Üçüncü hikaye anlatıcısının fiziksel işkence ile ilgili hikayelerini anlattığı bölümdür.

Tom Robbins ve Yeraltı Edebiyatı

cyberdrug | 12 January 2008 15:05

Tom Robbins
Tom Robbins

Eğlenceli yazar Tom Robbins‘i tanıyalım. Parfümün Dansı adlı kitabıyla büyük ilgi gören yazar asıl adıyla Thomas Eugene Robbins 22 Temmuz 1936 yılında dünyaya gelmiş olup, Amerikalı roman ve kısa hikâye yazarıdır.

Parfümün Dansı
Parfümün Dansı

Romanları yeraltı edebiyatının özellerini taşır ve kendi ismini kısaltarak Tom Robbins olarak kullanır. “Oyunculuk, uçarılık değil bilgeliktir,” görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık derecesinde oyuncul romanlar yazmaktadır. Romanları, hayatın daha ciddi yanlarını inkâr etmez; “her şeye rağmen mutluluk” ilkesinin savunuculuğunu yapar. Bu ilkenin içerdiği mesajı, romanlarındaki karakterlerin felsefeleri ve aynı zamanda da incelikli yazı biçimiyle iletir. Edepsiz kelime oyunları, alakasız sonuçlar, zıtlık içeren ifadeler, ara sözler, Robbins’in anlatımının belli başlı özellikleridir. Romanları yalnızca edebi uzlaşımları değil, insanoğlunu tatmin etmenin en iyi yolu hakkında toplumda yer alan varsayımları da sorgular. Robbins, panteizm, mistik Doğu dinleri ve Yeni Fizik gibi çeşitli kaynaklardan alternatif düşünceleri bir araya getirir.

Tom Robbins yeraltı edebiyatının önemli temsilcilerindendir. Yeraltı edebiyatından da kısaca bahsetmek de yarar var. 19. yüzyılın ortaları ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır ve özgürlük temasına sahiptir. Gerçekle hayal arasında gezinen bu edebiyat, kimi zaman sert ve aykırı bir dille yazıldığı gibi kimi zaman da oldukça naif ve erotik bir anlatımla da zenginleştirilmiştir. Normal hayatın dışına çıkarak içimizde biriktirdiklerimizi dışa vurduran bir dile sahip olan yeraltı edebiyatının kökleri, Sadizm’in fikir babası diye tabir edebileceğimiz Marquis de Sade ile başlar. Marquis de Sade, Charles Bukowski’den günümüzdeki yazarlara kadar birçok kişiye ilham kaynağı olmuştur. Günümüzde ise yer altı edebiyatı tanınmaya iyice başlamış, Chuck Palahniuk adlı yazarın Fight Club adlı eseriyle de oldukça ün kazanmıştır.

Dövüş Kulübü
Dövüş Kulübü

Tom Robbins’in henüz bir kitabı filme çevrilmedi fakat romanları halen çok okunmakta ve birçok dile çevrilmektedir.

Bastırılan benliğimiz, bastırılan Biz!

d e g g i a l | 09 December 2007 18:50

Sade
Sade

“Beni bedensel, günaha ilişkin dayanılmaz bir perhize mahkûm ederek mükemmel bir iş yaptığınızı düşündünüz ama yanıldınız, beynimi coşturdunuz, bana can vermek zorunda kalacağım hayaletler yarattırdınız.” demişti Sade 1784’te Bastille’deyken…

Herkes tarafından sadizmin kökenlerinin Marquis de Sade’a dayandığı bilinmektedir, yaşadığı uçlardaki sapkınlıklarla dolu hayatından dolayı hapse tıkılmak belki de onun için bir ölüm olacaktı, bu yüzden de yazarak günlerini geçirmek istedi. Sodom’un 120 Günü onun en önemli eseridir. Şahsen kitabını okuma fırsatım olmasa da filmini izledim. (Salò o le 120 giornate di Sodoma)

Ben de okuyan ya da izleyen herkes gibi dehşet içerisinde kaldım, ben sadizm ve mazoşizmin herkesin içinde az ya da çok varolduğuna inanan biriyim fakat en uçlara varan görüntülerden rahatsız olmamak mümkün değil, yani aslında filmden burada ayrıntılı bahsetmek isterdim ama inanın anlatılacak gibi değil fırsatınız olursa ve midenizin kaldıracağına inanıyorsanız izlemenizi öneririm.Çivi yedirmek, dışkı yedirmek,canlı canlı kafa derisi yüzmek, köleleri zorla cinsel ilişkiye girmek durumunda bırakmak, tecavüz, idrar içme vs vs vs.

Salo
Salo

Bu filmin yönetmeni pier Paolo Pasolini‘nin sonu da dönemin faşistleri tarafından cinayete kurban götürülmek olmuştur. Film;
1. anti-inferno
2. the circle of manias
3. the circle of shit
4. the circle of blood gibi 4 bölümden meydana geliyor eşcinsellik, ensest, fetişizm gibi türlü cinsel sapkınlığa yer veren film sonunda eğer varsa sizi vicdan azabınızla bırakıyor, bu açıdan bence sinemanın en rahatsız edici kültüdür.
Sadizm ve mazoşizm çoğu zaman fetişizmle
birlikte görülmekte,bu sapmaların cinsel bir tutum olarak benimsenmesi özellikle de Türk toplumunda yadırganmaktadır. Yani elbette sokaklarda elinde kırbaçlı kadınlar ya da erkekler göremezsiniz bunlar kişilere özel durumlar olduğu gibi aynı zamanda bastırılan hisleri de barındırıyor, istatistikler giderek artan oranlarda cinsel sapkınlık eğilimlerine raslandığını söylese de etrafınızda pek göremiyorsunuz çünkü yadırganıyor. Bu tür sapmaların hep eğlenceli oyunlar haline getirildiği söyleniyor, peki nedir toplumu bu denli korkutan ? Tanrı Sodom şehrini günahlarından ve sapkınlıklarından dolayı tarihten silmemiş miydi? Aşırıya kaçmayan her şey güzeldir(!).

oyuncak katili çocuklar

asiti kacmis kola | 15 July 2007 20:41

=(
=(

hani bazı çocuklar olurdu biz küçükken. sadizm eğilimine sahipti bu çocuklar. kedilerin kuyruklarına teneke bağlamaktan, köpeklerin üzerine benzin döküp yakmaktan hoşlanırlardı.
onlardan köşe bucak, ölümden kaçar gibi kaçardık. ama ne kadar kaçarsak kaçalım onlardan, eninde sonunda bizi bulur, hayatı burnumuzdan getirirlerdi.
bir şekilde evimize kadar girmeyi başarır, oynamaya kıyamadığımız oyuncaklarımızı ele geçirir ve onları dikildiklerine pişman ederlerdi.
bize düşen bu katliama seyirci kalmaktı çünkü bilirdik ki itiraz etsek oyuncaklar yerine bizim kolumuzu bacağımızı kırardı o çocuklar. dişimizi sıkar, gözlerimizi kapar ve içimizden 10’a kadar usul usul sayardık. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 9.1, 9.2, 9.3…zaman bir türlü geçmek bilmezdi.
arada bir gözlerimizi açar, açtığımız gibi kapatırdık gördüğümüz manzara karşısında. dilimiz dolanır, kaça kadar saydığımızı unutur, baştan başlardık saymaya.
sonra geldikleri gibi gürültülü bir şekilde giderdi o çocuklar evlerine. yüzlerinde o bilindik katil sırıtışı olurdu.
onlar gider gitmez oyuncaklarımızın başına geçer ve savaştan yeni çıkmış, harap olmuş ve bitap düşmüş oyuncaklarımıza bakar ağlardık. dikilebilir olanları hemen anne hastanesine kaldırırdık ama bazıları için artık çok geçti…
işte biz yas tutmayı böyle öğrendik.

Çin İşkencesi

mansonilized | 16 May 2007 09:58

çin işkence sandalyesi
çin işkence sandalyesi

Bin türlü garipliği bünyesinde bulunduran bu minik insanlar bakıldığında böyle pek bir sempatik ve şirin durmaktadır.Çok zararsız da görününürler(filmlerde filan soylu olanlar hariç ağlarlar,ezilir,büzülürler).Ancak başka milletlerin dillerine geçecek(çin işkencesi yapmak) kadar şahane işkence teknikleriyle şiddet severlerin kalplerine taht kurmuşlardır.İmparatorluk döneminde (özellikle 17.yy olduğu düşünülüyor) Çin’de nüfusun çokluğuna ve soruşturma tekniklerinin ilkelliğine bağlanan bir işkence ederek öldürme ya da bilgi alma furyası oluşmuştur.Aşağıda bu her biri deha ve yaratıcılık ürünü metodlardan bazıları;-Kurbanın kafası sıfıra vurulur.Ceylan derisi ile kaplanır.Kurban güneş altında bekletilerek derinin kafaya yapışması sağlanır.Bir süre sonra kıllar büyümek istediklerinde dışarı çıkamayıp içe doğru ilerlerler.Oluşan kıl dönmeleri acı dolu ölümlerle sonuçlanır.-Kurban yatay pozisyonda iken alnına veya dikey pozisyonda sandalyede oturmuş halde iken kafasının tepesine yüksek mesafeden su damlatılır.Mesafe itibarı ile damla çarpma anında kafanın içinde ses patlamaları oluşturur bir süre sonra kurban aklını kaybeder.Bazı kaynaklarda bu metodla aynı noktaya değen su damlacıklarının kafatasında oyuk açtığı da geçiyor ki bu pek akla yatkın değil.-Vajina veya anüse sokulan bir boru mümkün olduğu kadar içeriye itilir.İçine bir akrep sokulur.Gerekirse akrebin ilerlemesi sağlanır.-Kurbanın erekte olması sağlanır.Bunun için fahişelerden yardım alınır.İnce uzun cam bir boru penisin içine sokulur.Fahişe gönderilir.Ereksiyon sona erirken cam boru parçalanır.Kurbana bol sıvı verilerek işemesi sağlanır.İdrarla baskı altına giren cam parçacıkları özellikle dışarı çıkmaya çalışırken(off anlatırken içim kalktı ya!) feci acı verir.-Kadın kurban meme uçlarından özel mandallarla ipe asılır.-Savaş esirlerine uygulanan bir diğer yöntemde askerler ağaçlara bağlanır,sütten yeni kesilmiş kuzu ya da danalar penisi emmeye başlar ki bir üre sonra zevk yerini acıya bırakır.-E tabi ki en ünlü yöntemi en sona bıraktık.Bin parça metodunda kurbanın her gün toplamı bin parça edecek şekilde vücudundan parçalar koparılır.Önce çok kaslı bölgeler sonra giderek kemiğe yakınlaşma.Bu dönemde kurbana uyuşturucular verilerek acı şoku önlenir,işlemi uzmanlar yaptığından kurban çoğunlukla ölmeden uzun zaman dayanır.

http://www.enteresanolaylar.com/detay.asp?hid=476

http://en.wikipedia.org/wiki/Chinese_torture