bildirgec.org

rüzgar hakkında tüm yazılar

Elektrik ve rüzgâr enerjisiyle çalışan araba

abacus | 14 October 2006 20:57

venturi-electric-car.png

The Venturi Eclectic car üzerinde bulunan güneş panellerinin ürettiği elektrik ile hareket ediyor. Güneş enerjisinin yeterli olmadığı durumlarda kullanılmak üzere kendi bataryası da olan araç 350 kilo ağırlığa sahip.

Otomobilin tasarımcısı Sacha Lakic aracı modern, autonomous intelligent olarak tanımlıyor. 2007’den itibaren 24,000 euroluk bir fiyatla satışa sunulması beklenen aracın 2009 yılında daha ucuz modellerini piyasada görmek mümkün olacakmış.

dyson airblade

schizophrenia13 | 04 October 2006 23:20

dyson airblade
dyson airblade

dyson airblade bir el kurutma makinesi lakin diğerlerinin aksine biraz daha farklı bir çalışma şekli var ve bu nedenden ötürü diğer çözümlerden %83 daha az enerji harcayıp iki katı hızlı sonuca ulaştırıyor. dyson digital motor, filtreler ve tasarımı sayesinde diğer kurutma cihazlarına göre %99.9 bakteri oluşumuna engel olabiliyormuş.

W.Shakespeare

eskutk | 21 October 2005 12:37

Yağmuru sevdiğini söylüyorsun ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun, Güneşi sevdiğini söylüyorsun ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun, Rüzgarı sevdiğini söylüyorsun rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun. İşte bundan korkuyorum çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun(W. Shakespeare).********************** İnsanlar nekadar sevse de sevilse de unutulmaya mahkumdur anlaşılar!Bu güzel sözü hepimiz kavrayalım ve bu haytta unutulmamak için elimizden geleni yapalım!

ağlamasın yapraklar

| 13 October 2005 00:51

ve kentte rüzgâr eser. sultanahmet’te kandil mumundan damıtılan saf mürekkeple hât icrâ eder ulema. kentin yarısı açtır, diğer yarısı belki dalga geçer açlarla. güneş, kız kulesi’nin üstüne dokunduğunda rüya görürüm belki: ilk defa kız kulesi’ni geziyorumdur rüyamda. rüya bu ya; belki deniz yarılır ve düşümden düşerim serin maviye. benim rüyam bu; çırpınmak beyhude. derin bir nefes alırım boğazın serininde; üsküdar’dan vururum sahile. fırıncı kamyonları göremez beni sabah koşuşturmalarının telaşında-n. asya’dan avrupa’ya eser bu sabah rüzgar. uyanırım rüyamdan ve sarı nevresimlerimin neden yataktan çıkıp vücuduma dolandığına kafa yorarım ilk. belim terlemiştir ve doktorun dediği üzere, yavaşça sağ tarafım üzerinden doğrulurum üç minik bel fıtığımın cilvesi üzerine. terlik aramaz artık ayaklarım, ilk defa yerler kaplıdır beton olmayan bir şeyle. ayak parmaklarım, tahta parkeyi hissetmek için uzaklaşır birbirinden; tıpkı kırmızı hırkamda parlatıp yemeden seyrettiğim kırmızı elmayı “hissetmek” için aralanan “5-yaş-el-parmaklarım” gibi… tahtayı severim; dokunmayı, pürüzlerini, kıymıklarını, parmaklarını üzerinde kaydırdığında çıkardığı sesi-verdiği hissi… tahtayı severim; babam yaşarken bir süre marangoz olduğundan… tahtayı severim; doğup büyüdüğüm (büyümeye çalıştığım) ev ahşap olduğundan. ve tahta “mertek”lerle örtülü toprak “dam”ımızda hep mutlu olduğumdan. tahta balkonumuzda, babamın bana yaptığı tahta sedirimin üzerinde ilk aidiyet duygusunu hatırlatır tahta bana. babamı hatırlatır; ve kavakları.