bildirgec.org

rüya hakkında tüm yazılar

KIM KI –DUK / İKİYE AYRILMIŞ BİR ÜLKENİN TEK VE KOCAMAN KALBİ (2)

sahaf1976 | 03 July 2009 18:41

Coast Guard
Coast Guard

2002′ de ”The Coast Guard” ise akıllara J.J.Rousseau’nun, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı eserinde geçen ünlü sözünü getiriyor; “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “bu bana aittir” diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine “bu sahtekâra kulak vermekten sakınınız, meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise hiç kimseye ait olmadığını unutursanız mahvolursunuz” diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, nice cinayetlerden, nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu!”
Yönetmen bu filmde de kendi hayatının beş yılını verdiği Deniz Kuvvetlerinde biriktirdikleri üzerinden girişir sorgulamaya, kendi içinde çatışmalar yaşayan bir sahil koruma müfrezesi ikiye bölünmüş Kore’yi simgeler gibidir.

Spring, Summer, Fall, Winter and Spring
Spring, Summer, Fall, Winter and Spring

Militarizme ağır bir eleştiri yolladığı bu filmde, Kuzey Kore’ li casusların ülkesine girmemesi için gece devriyesine çıkan ve milliyetçi duyguları son derece ağır basan bir asker sahilde sevişen bir çifti malum düşman zannederek ateş eder ve çiftten erkek olanı öldürür. Cinayetle birlikte askerin ve sevgilisi öldürülen genç kadının hayatı birbirine ölümle, suçla, suçlulukla, korku ve paranoyayla, nefretle bağlanmış olur. Üniforma ve sınırlar, devletin resmi aygıtları bir tarafta dururken sınırların anlamsızlığı ve insan hayatının değeri de öbür tarafta durmaktadır.

2003 yılında çektiği “Spring, Summer, Fall, Winter and Spring” yönetmenin seçtiği resimlerin insan ruhunda bıraktığı o haz sebebiyle oldukça beğeni topladı.

İNSAN = ?

sametparpar | 11 June 2009 15:46

Bir önceki yazımda insan mevzusuna kısa bir giriş yapmıştık ve Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi Erol ERBAŞ ‘ın insanın beden, gezen ve nefes alıp veren (N.A.V.) denilen üç yapıdan meydana geldiğini ifade ettiğini ve gezeni bir örnekle kısaca açıklamaya çalışmıştım.

Bu yazımda da gezen konusunu bir takım örneklerle anlatmaya ve önemini ortaya koymaya devam edeceğim.

Rüya- ı leb

bige | 05 June 2009 12:10

Öp beni
dudaklarının
daha önce öpülmemiş
olduğuna inandır beni

düşündüğümü bilme
ne aşk müzikleri akmış
mazide, lâl renginde
artık yarını düşünmeli
dudakların bana ait sadece

resim.k

insan fuarı..

morfik | 01 June 2009 14:29

Kapı her zaman iki defa kilitlenmiş olurdu. Bir tık sesi ile açıldı.
Şaşkın ördek geziniverdi suda. Gülümsedi deli olduğu farkında.
‘hay geldi’ diye bağıracaktı ki terlikler takıldı ayakları olmadığı herhangi bir yere. Mutfağa bakındı. Rahatlıkla görülüyordu sarı oda. Yemek kokusu aradı, yoktu, kimse orada. Oturma odasında oturmuyordu. Salon boş iken kapalı olurdu. Su sesi yoktu. Kesinlikle uyuyordu. Bulut edasında uçarcasına vardı. Yatağın üzeri boştu..
yoktum orada da..

Kapıyı iki defa kilitledi. Bir müddet bekledi. Bir yerlere kadar gitmiştir muhtemelen. Saatler geçti. Hep geçer zaten ağır yükü ile üstünden.. yine de doğrulur, iskelet sistemi dedi.. Gülümsemek istedi. Denedi. Olmadı. Denedi. Aman dedi.
İki tık sesinin ardından sokakta dolaşıyordu.
Bilmiyordu, insan fuarında ne arıyordu !

sadece bir Hikaye

TeMoR | 01 June 2009 13:35

Ölüm anımı hatırlamam bazen gerçek bir başlangıç olabiliyor.
Böyle başlıyor bütün hikaye

Bu yüzden daha sakin olabiliyorum veya sırf bu yüzden sadece ……….. diyebiliyorum.
kaybettiğim şeyle ölümü karşılaştırdığımda kendime ne kadar kapandığımı veya
ben olmayan bir sürü şeyin beni kapladığını fark ediyorum…

‘’bir akşam karanlığı ve
sadece kursunun geldiğini görüyorsun ve hiç bir film şeridi geçmiyor gözlerinin önünden..
sonra yavaş, yavaş bir sıcaklık hissetmeye başlıyorsun ve ılık bir şeyler akmaya başlıyor
yanaklarından… Kafanın sol yanında koca bir delik açılmış ve sen bunu sadece akşam
üstü serinliği gibi algılıyorsun..deniz yada uçurum kenarında ve uyumaya yada suya dalmaya
hazır gibi… Bırakıyorsun kendini ve belirsizleşiyor dünya görüntüler birbirine karışmaya başlıyor ve
sen yavaş, yavaş sessizliğe, daldığın suyun sıcaklığına karışıyorsun hiç kimse hiç hiçbir şey yokmuş gibi oluyor
sadece düştüğünü görüyorsun ama hiç bir his olmadan hiç acı duymadan
sonra
bir oltaya takılıp yeniden yeryüzüne çıkmak istiyorsun
yeniden sarsın
yeniden yüzünü okşasın istiyorsun rüzgar
ve kanatlarını açıp uçmak istediğini hatırlıyorsun.

TIKANDI BABA

nacak | 25 May 2009 14:28

Bugün tıkandı babanın meşhur hikayesini anlatmak istedim . Bazen öyle anlar oluyor ki kendimi Tıkandı Baba gibi hissediyorum ama bu hikayeyi anımsayınca gülümsemeden geçemiyorum .
Tıkandı babaya geçmeden önce Ziya Paşa’nın şu beyitine yer vermek de anlamlı olacak. Lise yıllarında Ziya Paşanın bu beytinin geçtiği şiirini uzun uzun tartışırdık derste. Edebiyat hocamız bile sinirlenirdi kaderin cilvesine kendine hakim olamayarak . Ama kızmak ne fayda , ne kadar tedbir alsan da bazen evdeki hesap çarşıya uymayıveriyor. Ziya Paşa der ki o beyitte;

‘Bi baht olanın bağına bir katresi düşmez,
Baran yerine dürü Güher yağsa semadan ‘

Aşk, Kadın, Peymâne

pilasdik | 14 April 2009 11:01

Bir ben var bende, benden içerilerde bir yerde… Benden kötü olmasın…
Sabah sabah, daha Karahisar’da afyonumu patlamamıştım ki, koştu geldi benime, pardon, yanıma…
Heyecanlı, telaşlı, dudakları titreye titreye başladı anlatmaya.

– Abi, abicim… Dün gece bir rüya gördüm…
Hatta, kabus aabi, kabus!
– Güzelim, benden kötü benciğim, ona “kabus” demezler.
Onun adı “kâbus” canımın içi, “kâ-bus”… La havle…
– Yaa abi, bırak sabah sabah dilbilgisini falan!
İyi ki, bi kitap yazdın yani ha! Doğru düzgün konuşamıyoz yanında…
– Bak, “doğru düzgün” değil canımın cânı… Ona “doğru dürüst” derler…
– Öf be aabi! Yaa, bi dinlesene beni n’olur be aabi!
– Tamam, anlat hadi…
– Abicim, ben tam tişörtü sepete koyuyordum ki, atölyeye iki tane polis girdi ta…
– Güzelim, canım… İnsanlar “tane”yle
sayılmaz ki ama! Aaaa!
– Yaa aabi be, rüyamı anlatmaya çalışırken bi de sen kabus olma be abi!
– Peki, bir daha kesmeyeceğim sözünü,
hadi ekşitme yüzünü de, anlat. Dinliyorum seni.
– Ne diyodum? Hah, içeriye iki tane…
Tamam yaaa, içeriye iki polis girdi.
Yaşları ben kadar. Biri adımı sordu. Benim, dedim korka korka.
Gel, dediler aabi. Koluma girdiler. Ben, nasıl yalvarıyorum. Komserim, diyorum, hatta emniyet müdürüm, abilerim yapmayın, diyorum.
Ben bu atölyede remayözcüyüm, diyorum. N’oldu, diyorum. Biri, kulağıma hafifçe eğilip, “ergenekon” diyor.
Benim ne işim olur Ergenekon’la falan diyorum. Dinlemiyorlar abicim.
-Eee?
-Abicim, bunlar beni aldılar attılar arabaya.
Ben, yine yalvarıyorum. Tek işim remayözcülük,
bi de loto moto diyorum. Savcı beye anlatırsın derdini, diyolar aabi!
-Sana pikeyle yatma, dedim. Hava ısınmadı daha!
-Savcının karşısına çıkardılar sonra beni aabi. Abicim, savcı bana dedi ki: Kısa mesajlarında
“Aşk, Kadın, Peymâne” kelimelerini
çok sık kullandığın tespit edilmiş, bu ne demek?
Kod adın “Rem A Yoz” değil mi?
Kafayı yiycek gibi oluyorum. Saçlarımı çekiştiriyorum hırsımdan, çaresizliğimden…

Rüyalarım ve anlatım çelişkilerim

| 12 April 2009 11:06

Tekerlekli sandalyede soluduğumuz hayat, hep birilerinin iteklemesine mecbur. Birileri illa ki olmalı ve acı vermeli… Hep canımızı yakanları özlememiz ne tuhaf. Ya da unutamadıklarımız hep kaybettiklerimiz değil mi? Bazen prangalı düşler görüyorum bir başkasına mahkum esir gizlenişler. Sonunda uyansam bile uyandığımı hatırlamıyorum. Gerçek ve hayal o kadar acımasız ki; en çok canının neden yandığını bilmiyorsun bazen nefes alışların bile düzensizleşiyor hatta unutuyorsun nasıl nefes alman gerektiğini. Çocukça hayallerini bir meçhul aşk’a kanatırken sadece ellerinle kendini parçaladığın gözyaşı serinlediğinde tüm dünyanı sarıyor. Oysa diyorsun bu bile yetmez anlatmaya ve yetmeyecekte. Ne kadar çok kendini hırpalarsan bir o kadar daha yakınlaşıyorsun uzak kalmak istediğine. Asla inanmıyorsun kendi içinde büyüttüğün ve imkansız bir hale getirdiğin şeyin sadece kendinden ibaret olduğuna. Buna değişik isimler ve formlar yaratmaya çalışıyorsun, küçülüyorsun!
Ta ki yok olana kadar…
Dünyanın en yüksek yerine çıksan ve bağırsan inan ki seni senden başka duyan olmayacak; lakin sen bunu yaptığında tüm dünya duyacakmış gibi hissediyorsun.
Kadınlar nasıl sever bilmem ama erkekler adam gibi seviyor.

Gittiğin günü hatırlıyorum da… Sanki gözüme bir perde inmişti. Sadece o an vardı sonrası ve öncesi asla olmayacak bir garip masaldı. En ufak ayrıntıların dâhil beynimin tüm hücrelerine hapsetmiştim seni. Ben yaşadığım sürece bana mahkûm kalacaktın. Oysa ben senden bile daha çocukmuşum. Ben büyürken tüm yalnızlıklarımda boş durmadı benimle büyüdü. Sende dahil olmak üzere, kendime yalanlardan oluşan mutlu bir dünya kurdum. Ve inan ki mutluyum.
Birinci tür edebiyat sadelikten ve yalınlıktan ibaret olsa da! Gülümseyebileceğim şeylerde olsun istedim. Evet sen…

GÜNDÜZLERE BOYKOT

il mare | 26 March 2009 09:35

Karanlıklardan artık korkulmadığını düşünsenize…Güpegündüz aydınlık sokaklardan geçerken,herşeyin tersini düşünmeye bayılan ben,bu sefer gündüz herkesin içeri,gece de dışarı aktığını düşündüm. Eğlenceli oldu…:) Geceyarısı,rengarenk ışıklara eşlik eden insanlar,ellerinde çocuklarıyla anneler,aydınlatılmış sokaklarda top koşturan çocuklar,herkesin herkesi bulmasının nasıl da zorlaştığı saklambaçın en zevkli hale geldiği saatler,gene geceyarısı tıkalı trafik ve trafik lambalarının ışıklarının en çok gece işe yaramasının verdiği çok daha fazla işlevsellik,kendini belli etmek için mecburiyetten giyilen rengarenk fosforlu giysiler,ellerden düşmeyen cep telefonlarının yaydığı renkli ışıkların geceye renk eklemesi,sinema salonlarında yer bulunamayan gece matineleri,ya da kadınların asıl gece vardiyalarında çalıştırılması,vapur seferlerinin durmadan işlediği karanlık gökyüzünün karanlık suları,üstünde yıldızlar ve yakamoz da cabası,hele ki önünden geçen bir ateş böceğinin selamı…
Esas gündüz kilitlenen kapılar ve gündüz kapalı olan perdeler,bir yazarın ilhamını gündüzlerin verdiği sessizlikten alması…Değişiklik gösteren yaz saati uygulamaları,gündüzleri kısaltma,geceleri uzatma çabaları,ve gözardı edilen elektrik faturaları:D Sonraaa…Ne bileyim,kenarlarına yanar söner ışıkların takıldığı gece uçurtmaları; tüm ışıklı oyuncakların oynandığı karanlık sokaklar,tüm ışıkların anlam kazanığı zamanlar…