bildirgec.org

rüya hakkında tüm yazılar

SaçmaLamak 2

necronamber | 15 October 2007 09:29

Canım sıkılıyor evet senin sıkılmıyor mu ? Benim mi ? evet senin canın sıkılmıyor mu ? Hayır sen ne yapıyorsun ben ne yapıyorum. SanaL aLemin amına koyayım. Gercekte götünden korkan ipneler burada kendini bir bok sanır. Neden dir ? Aklıma yine o orospu geldi. Bakmayın orospu dediğime o eve onu seviyorum. Neden mi bimiyorum aşk mı belki de evet peki sen seni hiç tatmin eden yok mu beni var evet peki ya seni ?
kAFAm iyi bakıyorum keyfime buna keyif mi deniyor bilmiyorum ama benim için öyle yanlışlar için de doğruları bulma kaygısı bizim ki yanlışlar için de çamura saplanmak gibi tıpkı sen senin beni çamur gibi çektiğin an geldi düşüncelerime senin beni benim seni anlamak için anlamzsız dünya’nın anlamını çıkarmaya çalışan bizler neyi bekliyorduk
Seni mi ? hayır seks m i ? Para …
evet para…
para…
onu seviyormusun yok sa beni mi ?
Arkadaşlık kavramı cigaran var mı?
yeni bitti, sıra kimde …

Hem padişahın işi ne?

pylan | 06 October 2007 17:12

Padişahın ruyasi
Sultan Murad Han o gün bir hoş”tur. Telaşeli görünür.
Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.
Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
– Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
— Akşam garip bir rüya gördüm.
– Hayırdır inşallah?..
— Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
– Nasıl yani?
— Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki,
padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve
gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a
çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir
dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan
bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
— Kimdir bu?
Ahali: – Aman hocam hiç bulaşma, derler.
Ayyaşın meyhusun biri işte!..
— Nerden biliyorsunuz?
– Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık
komşumuz… Bir başkası tafsilata girer;
– Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır.
Azaplar çarşısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar…
Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem
şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli
kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
– isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını
gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
— Nereye?
– Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
— Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem…
Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
– İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
— Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
– Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
— Mollalığa devam… Naaşı kaldırmalıyız en azından.
– Aman efendim, nasıl kaldırırız?
— Basbayağı kaldırırız işte.
– Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,
paklanması var. Tekfini, telkini…
— Merak etme ben beceririm.
Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
– Şurada bir mahalle mescidi var ama…
— Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
– Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den,
en azından Fatih Camii’nden…
— Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur.
Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim… Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur
ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş;
ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında.
Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur
dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama,
vezirin de keza… Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar,
musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli
vardır daha… Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
– Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba…
— Nasıl yani?..
– Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
— Doğru, öyle ya, neyse… Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah
garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi
metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
– Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar…
Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki.
Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından…
– Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir…
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam… Akşamlara kadar
nalın yapar… Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
elindekini avucundakini verir
satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
— Niye?
– Ümmeti Muhammed içmesin diye…
— Hayret…
– Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi.
Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek… O çeker gider, ben
menkîbeler anlatırdım onlara… Mızraklı ilmihal.
Hucceti islam okurdum…
— Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki…
– Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep
uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında
durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe’yi görmeli…
— Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
– işte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya…
Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle
böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek.
inan cenazen kalacak ortada…
— Doğru, öyle ya?..
– Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını
kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla
bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
— Peki o ne dedi?
– Önce uzun uzun güldü, sonra;
– Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

Şebnem ve dondurma

stickman | 17 September 2007 09:57

Güneşli bir hava, zaferde yürüyorum. (zafer:konyanın en işlek yerlerinden biri) Bir berber dükkanına giriyorum; bir berber bir berbere naber birader demiş diyorum. Şaka şaka. Dükkana giriyorum, etrafa bakıp çıkıyorum. Yürümeye devam ederken karşıma psikopat arkadaşım Şebnem çıkıyo ve yanında da kısa saçlı, kırmızı tişörtlü sert bakışlı tanımadığım ters biri var. El sıkışıyorum ikisiylede ve içten bir -merhabaaa… diyorum.

Beraber yürümeye başlıyoruz. Şebnem dondurma alıyor. (bir gece önce dondurma muhabbeti yapmıştık) Bana da getiriyo bi külah. Ama istemem ben bunu, ötekinden isterim ben, sevmiyom bunu diyorum ve almıyorum. Tesadüf o ki, o anda karşımıza dondurma satan bir seyyar satıcı çıkıyor. Çok enteresan ve ilginç bir seyyar satıcı, tuhaf bir görünümü var. Sade dondurma istiyorum. Adam iki saat veremiyor, kızıyorum. Sonra bir dondurma veriyorki, 5-6 külaha koyulcak dondurmayı 1 külaha koymuş, çikolatalı ve sade karışık, birde mıncık mıncık edip kıvırıyo dondurmayı. Sinirleniyorum, ben sade istemiştim yaa diyip, verip parayı gidiyorum.

Irak’tayım

stickman | 14 September 2007 10:48

Bu gece bazı kişi ve kişiler tarafından uyutulmadığım için yeni bir rüya göremedim. O yüzden bir kaç ay önce gördüğüm bir rüyamı yazcam.

Irak’tayım. Iraklı bir ailenin evinde. Evde koltuk falan filan hiç birşey yok. Anne,baba ve 4-5 tane çocukla birlikte oturuyoruz. Akşam saatleri, perde açık ve ben dışarıya bakıyorum. Birden Amerikan askerleri etrafta toplanıyor. Çatışma filan olcak sanıyorum hemen perdeyi çekip yere yatın filan diyorum evdekilere. Biraz süre geçtikten sonra perdeyi aralayıp bakıyorum. Askerler karşıdaki eve girecekler. Zenci bir amerikan askeriyle gözgöze geliyorum. Hemen perdeyi kapatıp saklanıyorum. Asker gelip cama tıklatıyor eliyle, gidip açıyorum ve bana ingilizce birşeyler söylüyor. Bende hemen;

-ay dont andırsitent, sori…

diyorum ve perdeyi kapatıyorum…

Burcu? ne arıyosun sen rüyamda?

stickman | 13 September 2007 13:10

Burcu? ne arıyosun rüyamda? hemde bu kadar büyük bir rolde, şaşırttın beni. Efendim Burcu internetten tanıştığım melek gibi bir insan, rocker bir insan, hani benim karakalem portresini çizdiğim amy lee varya ona benziyor biraz.

Velhasılı kelam ben eski mahallemizde bisiklet sürerken bi bakıyorum ki Burcu’da bisiklet sürüyor. Hemen gidiyorum yanına. Türk’üm ya, ilk önce bisikleti üstüne sürüyorum tabi şaka olarak. Neyse, beraber bisiklet sürmeye başlıyoruz. O sırada bizim mahallede ilginç şeyler oluyor tabi. Mahalledeki evlerden birinde beyaz tipi olan zenci bir çocuk görüyorum. Bana pencereden bakıp arapça birşeyler söylüyor. Anlamıyorum. Ne tesadüfdür ki taaa çocukluk arkadaşım Kemal’de orda. Ondan yardım istiyorum ne söylüyor bu çocuk diye, o da bilmiyor. Dikkat ederseniz çocuğun tenini sorgulamıyoruz, yani ne iş bizim mahallede zenci çocuk, ırkçılık yok bizde 🙂 dediklerini anlamaya çalışıyoruz.

yıkıntı

| 08 September 2007 11:32

..
bir rüya silsilesi daha atlattım bu sabah. tam yatagımda huzurla uyanmayı dilerken, bogulmaktan daha da öte bir dirilis zihnimde.. yasadıgımı vurgularcasına, bedenimi ele geciren sessizlik..

vurmak isteyip, defalarca yumruk sallayıp, kendine bir turlu zarar verememek, hissedememek hiddetini, agzını acıp haykıramamak.. anlayamamak neden orada oldugunu.. neden orada oylece durdugunu, kacmak isteyip kacamadıgını.. oysa cok degil bir hafta once oradaydım hemde her adımını isteyerek gitmistim. sonrası zaten o kadar sessiz o kadar saklı ki, hem neden bu ıslaklık, ve iste o en gitmek istemedigim anda, sanki nefes gibi sönen rüya..
bitmesin diye uyanmamaya edilen yeminler.. bir dakika daha, sanki parlaklasıp, sükuta cıkacak o anki fırtına, ama …

Nutella

| 21 August 2007 10:03

“Hangimizi çabuk söyle hangimizi” diye haykırıyordu. O ise cevap vermedi, vereedi. Öylece baktı. Peki bu olanların perde arkasında hangi gerçek yatıyordu” tam romanıma bu şekilde başlamıştım ki, birde telefonum çaldı. Uzun uzun çalıyordu telefon. Bakmadım. Birkez daha çaldı. Yine bakmadım. Yine çaldı. Sanki birisi sırf kendi menfaatleri uğruna, bana gıcıklık olsun diye, uzun uzun çaldırıyordu telefonu. Gittim baktım. Keza 2 gün önce bakkal hasan amcadan biraz peynir, bi de nutella almıştım. Veresiye yapmıştım ilk defa. Belki de telefonun diğer ucunda bakkal hasan amca vardı. Lakin telefonu açtığımda, gerçekleri tüm çıplaklığıyla öğrendim. Arayan Hasan ın çırağıydı. “Efendim” dedim. Çırak “Abi kaç gündür dışarı çıkmıyorsun. Acıdım vallahi sana, çık biraz dışarı. Yok hasan amca” dedi. Bu sözler beni derinden etkilemişti. Ani bir sinirle “Sana ne olum. Sana mı soracam. İşine bak sen” dedim. O da bana “Abi gel ne istiyorsan al, sonra verirsin. Hazır hasan amca da yok.” diyerek, beni yumuşattı. “Tamam, geliyorum.” deyip kapadım telefonu.”