bildirgec.org

rutin hakkında tüm yazılar

TV ve Bir Günüm

absynthe | 13 July 2010 15:50

Bu sabah erken kalktım. Vaktimi yürüyüş, sabah sporu gibi şeylerle harcayacağıma televizyonun düğmesine dokunayım dedim. “Sabah haberleri” karşıladı beni. Hande Yener’in mayoyla çıktığı konser, dünya kupasını kimin aldığı, ahtapotun nasıl da bildiği gibi çok gerekli bilgilerle nöronlarım ışıl ışıl yanarken, baktım diğer kanalda doktor programı başlamış. Şu sıralar benim favorim. Bir an fark ediyorum ki her yerim hastaymış. Onu düzeltmek için şundan, başkasını düzeltmek için bundan yemem gerekiyormuş, hemen alışveriş listeme ekliyorum. Evlilik programlarına da şöyle bi göz attıktan sonra(yaz mevsiminde inanılmaz bir azalma gösterdi-canım sıkılıyor), yemek programlarına doğru süzülüyorum. İlle de dini kanallardaki yemek programları, sanırım onlar eşlerine daha iyi gözükmek kaygısıyla daha iyi yemekler hazırlıyor.

siyah

astral | 16 January 2010 16:43

Acı geçmiyor, geçmeyecek. Siyah daha siyah. Siyah yağıyor. Kahkahalarım mı yalan yoksa dünya mı yoksa ben dünyanın haline mi gülüyorum ya da dünyadaki benim halime mi? geçmeyecek bu tasa. Tanrı da oradan seyrediyor nasıl sıyrılacağım bu siyahın içinden diye. Sana güveniyorum diyor. Ne ifade ediyor bu laf? Siyah bir şarkı dinliyorum bedenimde. Sesin derken tenin deyiveriyorum, bilinç altımın ortaya çıkmış olmamasını umut ediyorum. Umut ediyorum, etmiyorum. Umutlarım azalıyor, sonra yine umut ediyorum. Sonra umuttan nefret ediyorum. Meleğimle konuşuyorum sonra yokmuş gibi davranıyorum. Tepetaklak düşüyorum, düşer gibi oluyorum, düşenleri görüyorum; ‘Ne yapıyorsun sen?’ diyorum. Şımarıklığın hat noktasında dans ediyorsun diyorum, sonra adice suratımda bir gülümseme, ‘Dans ettiğin tek nokta da şımarıklık’ diye ekliyorum.

Rutini Kırmak

Colpadan | 06 November 2009 10:31

Dön dur bütün gün aynı şeyleri yap
Acaba bugün neler yaşanacak?
Merak etme sadece dön, düne bak.
Tekrar edince ismi bugün olacak

Dön dur her gün aynı şeye tak
Acaba yarın neler olacak?
Bugün düşündüğün herşey
Yarın sana koşacak.

Yeni birşeyler yapmanın adı
Rutini kırmak! Rutini kırmak!
Sanmaki böylesine kolay
Bilinmeyene sapmak
Sürekli yeni birşeyler yapmak, yeni hayatlar yaşamak.

Tek bir fark yaratmak, rutinde sadece bir çatlak
Dene, kır rutini bugün, yepyeni bir şey yap
Sonra çekil, resme uzaktan bak
Aylar, yıllar önce de aynı şeyleri yaşadın muhakkak
Rutini rutin yapan
Hep aynı çatlak.

Büyüklere Masal:)

| 02 July 2007 09:32

Nevdalist masallar dedi, dürttü beni, bu çıktı:)

“Bir varmış bir yokmuşşş…Ülkenin birinde kendisini Cinderella zanneden ve “Elbet bir gün olacak lan bu balo!” diye söylene söylene temizlik yapan bir kız varmış. Dedik ya, hatun azimle baloyu bekliyor, tüm cefa bu balo için sanıyor.
Bir gün elinde elektrikli süpürge can hıraş halıyı süpürürken kapı çalmış. “Geldi yine adı batasıca üvey kızkardeşlerim” diyerek açmış kapıyı. Gelenler kızkardeşler değil…Tanımadığı bir adam kapıda. “İyi günler hanfendi. Ben elektrik idaresinden geliyorum. Ödenmemiş 2 faturanız yüzünden kesiyoruz elektriğinizi”…
Haydaaa! “E peki, kes kardeşim!” demiş kız (nam-ı diğer cinderella 2007)
Elektrik kesilmiş, halıyı süpürme işi yarım kalmış…Ne yapmalı? Kızımızın gözü uzun zamandır tekrar okumak istediği kitaba takılmış…Bu kitabı üniversite son sınıfta okumuş ilk defa. “Tanıklarla Sokrates”…Almış kitabı eline,
başlamış okumaya…Offf, paslanmış beyni…İlk okuduğunda ne biçim heyecanlanmışmış halbuki! “Aaa, adamın yakaladığı
detaya bak!” diye diye bir solukta okumuşmuş kitabı. Şimdi gitmiyormuş…
Yerine koymuş kitabı…
Geceyi mum ışığında ödenmemiş faturaya söverek geçirmiş. erkenden uyumuş.
Rüyasında prensi görmüş. “Cinderella, hazırsan çıkalım artık. Metroyu kaçırıcaz ama, hadi! Makyaj da yapmayıver!”
diye söylene söylene kapıda bekliyormuş prensi. Beyaz at yok. Pahalıymış beyaz at, metroyla idare ediyorlarmış.
Rüyanın devamını görememiş Cinderella 2007.
Ertesi gün işe gitmiş. Öğrencileri onu sinir etmek ve “Tüm emeğim havaya! Hiç çalışmıyorsunuz! Ne olacak sizin
haliniz?” şeklindeki tipik fırçasını dinlemek için ellerinden geleni yapmışlar. Cinderella 2007 eve döndüğünde çok
yorgunmuş. Bir bira açmış, oturmuş salonda en sevdiği koltuğuna. Başlamış düşünmeye:
“Bu masalın bir yerinde bir karışıklık oldu kesin! Kötü kalpli üvey anne ve kızkardeşlerimin işi bu, eminim. Yoksa
olacak iş mi canım? Yaş 32 oldu, elde var sıfır! Çocuk da yapamadım kariyer de! Nil mi dediydi bunu bana? Evet o
şapşal söylemişti. Anlamıştım zaten kafa bulduğunu…Otursun “Kek” yapsın o çatlak!”
Birası bitmek üzereyken prens aramış. “Sana geliyorum” demiş. “Tamam canım” demiş Cinderella 2007. Kalkıp ortalığı
toplayıvermiş. Saçını başını düzeltmiş. Prens gelmiş. Oturup içmişler onunla da. Sızmışlar sonra…
Günler böyle geçip gidiyormuş. Hep aynı…Sonunda Cinderella anlamış ki, arkadaşı Pamuk Prenses kadar ballı değil. O en azından 7 cücelerle yaşıyor, kira derdi yok, fatura derdi yok. E cüceler de sevimli çocuklar, koruyup
kolluyorlar bunu. Evi temizliyor iki kap yemek yapıyor, cüceler de evin geçimini sağlıyor, mis gibi hayat.
Rapunzel’i düşünmüş bizim kız sonra. “Ne ballı hatundur o da…” diye geçirmiş içinden…Saç güzeli seçildikten
sonra reklam filmleri, fotomodellik falan derken bulmuş yolunu. Şimdi Caddebostan’da sahile bakan bir evde tek
başına yaşıyormuş. Komşuları şikayetçiymiş gerçi kendisinden. “Bu kadın sürekli balkondan saçlarını sallayıp eve erkek atıyor” diye şikayet etmişler Rapunzeli yöneticiye. Çılgın uyuşturucu partileri veriyor çok gürültü yapıyorlarmış. “Aman neyse, bana ne canım…Benim derdim bana yeter” diye düşünmüş Cinderella 2007…

Tereyağlı Böcek Kupası

Cevval Portakal | 12 April 2007 12:55

Sabah telefon sesiyle uyandım veya ben uyanmıştım gözümü açıınca bi sigara yakıp aradım veya gelen ödemeli aramayı meşgule alıp o duygusuz bant kaydını dinlemeden kendim aradım bunlardan bitanesiydi sanırım,herneyse sonuçta her sabah olduğu gibi sevgilimle konuştum,telefonu açtığım gibi günaydın dedim saat 17:00’ı gösteriyordu ama benim için ne zaman uyanırsam o zaman sabahtır oda beni kırmadan günaydın diye karşılık verdi(ilk başlarda uyku düzenime karşıydı ‘günaydın’ yerine ‘ne günaydını akşam oldu bee!’ gibi cevaplar aldığımda oldu ama zamanla alıştı)zaten mantıken akşam olmasına rağmen yeni uyanan ben olduğum için onun bana günaydın demesi gerekliydi,işten çıkmış,gece benim ondan çaldığım uykuyu geri alabilmek için yatağına doğru yol alıyordu bi süre konuştuk,bende aç karına daha yataktan bile çıkmadan üç sigara içmiş oldum böylece,1 saatlik konuşmanın sonunda sesim değişmeye başladı 10 saatlik uyku esnasında kurumuş ağzınızla sırtüstü yatıp sadece boynunuzu dik tutarak 3 sigara içip 1 saat boyunca konuşmuşsanız zor nefes almaya başlarsınız deneyin göreceksiniz,neyseki anlayışlı bir sevgiliye sahibim,ben ona ‘açmısın?’ diye sorunca kahvaltıya ihityacım olduğunu anladı 2 şer kere öptüm deyip ardından farklı bi konu açılınca 15 dk daha konuşuldu,avea tarifesiyle 4 kontör daha harcandı,üçüncü öptümden sonra konuşma sonlandı.Yatakta biraz oturup ne dinleyerek odamdan çıkarsam daha karizmatik olur diye düşünerek playlistimi biraz kurcaladım sonunda sultans of swing‘e karar verdim biraz ses verip odadan ağır adımlarla çıktım aç karnımı doyurmam lazımdı her sabah olduğu gibi iki tost yapmalıydım,kaşarlı ve salamlı tostları hazırladım önce tostların üzerine biraz yağ sürdüm sonrada yapışmamaları için tost makinesinde tostları yerleştirmeyi planladığım bölgelere yağ sürüyordum ki makinenin sol tarafından siyah ufak bir yaratık hızla gelip tereyağının üzerinde durdu ne olduğunu anlamak için biraz yakından baktım tereyağının içinde kımıldayıp duruyordu bi an afalladım elime bi peçete geçirip onu tereyağının içinden aldım peçetenin üzerindeykende biraz inceledim,ya o etrafta uçuşan yıllardır güvemi yoksa kelebekmi olduğuna karar veremediğim yaratıklardan biriydi yada daha farklı bi böcekti(sanki tanıdığım böcekleri yememde sakınca yokmuş gibi) tereyağına bulandığı için anlamak pek mümkün değildi peçeteyle elimde iyice ezip çöpe attım daha hijyenik bişeyler yapıp yemeyi düşünürken tembelliğime yenik düştüm hiç birşey olmamış gibi tostları yerleştirdim yerkende acaba hangisi böcekliydi die düşündüm ama tabağa alırken dikkat etmemiştim belki tek tostla doysam iğrenip böcekli olanı yemiyebilirdim,karnımı doyuruncada oturup millilerimizle dünya kupasına katıldım finalde İtalyayla karşılaştım ama kupayı alabilmek için final maçını 3 defa oynamam gerekti önceden de Brezilya maçını 2 defa oynamıştım turnuvaya bir kez fesat karışınca sonradan yapılan hileler pek birşey ifade etmiyo,final esnasında babam eve geldi ben daha kupa sevincini üzerimden atamamışken iş konusunda ne yapıcağımı sordu CV’mi gönderip göndermediğimi,sınavımın ne zaman olduğunu öğrenmek istedi,kaçamak cevaplarla savuşturdum bu soruları,bi an için benimde içimii gelecek kaygısı sardı ama daha sonra aklıma başka bişey geldi ne olduğunu pek hatırlamıyorum,sonrada tuvaletim geldi zaten sigaramı kültablamı ve dergimi alıp yarım saatimi oturarak geçirdim akşam oluverdi yine internette zaman geçirdim,eğlendim,yeni şeyler öğrendim gereksizde olsa öğrendim,uyanan sevgilimle görüştüm gece ikinci öğünümü atıştırdım çok severek aldığım okuma lambamı çalıştırıp yatağıma uzandım bişeyler okurken uyuya kaldım 2 saat sonra gözümü açıp bütün aksamları metal olduğu için çok çalışınca soba görevi gören lambayı rahatsız olup kapattım bir güzel gün daha geçti sorumluluk almadan,dakikaları sayarak geçmesini beklediğim saatlerim olmadan,gündüzü kullanmadan,emir almadan,emir vermeden,değişiklik yapmadan.

İnsan Kendini Ne Zaman Değerli Hisseder?

deborahhh | 05 October 2006 03:56

İnsan kendini ne zaman değerli hisseder?
Çok istediği bir nesneyi satın alınca mı, “toplumun bunlar alınmalı” dediği etiketlerden birini edinince mi (diploma, sertifika, karne….) , sevgili yaş gününü anımsayınca mı, annesi en sevdiği yemeği sırf onun için pişirince mi, maaşı artınca mı, uzun süren bir gripten kurtulunca mı????
İnsan kendini ne zaman değerli hisseder?
Son zamanlarda kendini öylesine değersiz hissediyordu ki. Hemen her gece rutinleşmiş sevgili telefonlarından biriydi. “Nasılsın? Bu gün neler yaptın?” robot gibi sorulmuş ve sırası hiç değişmeyen sorulardı bunlar. Ama o her gün robot gibi sırası değişmeyen yanıtlar veremiyordu. Çünkü bu kavgaya neden olurdu. Yine mi aynı şeyleri yapmıştı? Yine mi hiç bir şeyi düzene koyamamıştı. O halde az sonra “offf yani değişen bir şey yok, haydi sana iyigeceler” cümlesi gelecekti. Rutinliğin son raddesinde her zamanki tartışmaya yine canı sıkılacak, yine kendini anlamsız bulacaktı. Bu döngünün uzun süre değişmeyeceği apaçık ortadaydı.
Oysa daha geçen hafta “Bana biraz süre ver. Toparlanmak için zamana ihtiyacım var” dememiş miydi? Üstelik bu ricası sevgili tarafından anlayışla karşılanmamış mıydı? Ne yani süre deyince karşısındaki ertesi günü mü anlamıştı?
Bunca biriktirilmiş sorun nasıl olurda ertesi gün çözülürdü? Bunun için yeni bir açıklama, yeni bir açıklama ve yeni bir açıklama her gün nasıl yapabilirdi?
Çoğu zaman sorunlarına odaklanmak yerine akşam telefonda ne söyleyeceğini düşünürken buluyordu kendini. Sanki günlük verileri aktardığı bir merciydi sevgili. Rapor zamanı gelipde telefon çaldığında gözleri parlamıyordu artık. Mutlu gibi bir ses tonu giymeye çalışıyor, acemi kalıyordu. Zaten ilk soru ve ardından verdiği ilk yanıtla gidiyordu o sahte mutluluk sesi. Sonra nasıl toparlanacak ve gülücüklerle kapanacaktı o telefon?
Gereğinden fazla biliyordu artık çözümsüzlükleri. İstese de olumlu bakamıyor, bakmaya çalıştığında hemen birileri onu kendine getirip hayallerinden sıyrılmasını sağlıyordu. Hep böyle olmaz mı? Hayallerin en güzel yerinde bir realist acımasızca bölmez mi?
O gerçekci geçinenlerin hiç zor günleri olmaz mı? Hep mi rahat yaşar bu insanlar? Şans sadece onlara mı arkadaşlık eder?
Bir an sıyrıldı. Sevmezdi ağlak edebiyatı. “Yakışmaz bana” diye geçirdi içinden. “Bana? Ben?” Ben kimim ki bazı şeylerin yakışıp yakışmadığını düşünebiliyorum. Evet çok zayıfım. Uzun etek yakışmaz. Ama kişiliğim? Bu fizik gibi değil. Neyin yakışıp yakışmadığını aynaya bakarak söyleyebilmek bu derece kolay mı?
Yine uzaklaştı işte herşeyden. Psikolog camiasının o pek cafcaflı laflarından biri değil miydi bu yaşadığı? İçsel çatışma? Yok yok… Daha çok “depresyon” denilen şey bu olsa gerek. Ama depresyon geçiren insan bütün gün evde oturup, sigara, kahve tüketmeli, Türk filmlerine kendini vermeli, ağlak şarkıları bulup bulup dinlemeli, falan filan değil miydi? Ama o öyle de değildi? Her gün yılmadan sokağa atıyordu kendini. Yılmadan çare arıyordu. Olmuyordu belki ama bıkmıyordu. Deniyordu. Belki de onlarca kere.
O halde onu bu denli boğan neydi? Olumsuzluklar mı? Hayır. Onu bu denli boğan her akşam gelen telefon. Tatlı bir tebessümle açması gerekirken, eskiden aramadığında üzüldüğü, şimdiyse “bugün aramasa bari” dediği sevgiliydi.
“Sevmiyor muyum?” diye yokladı bir an. Seviyordu. Buna şüphe yoktu. Seviyordu. Belkide eskisinden bile fazla. Ama neden artık “bugün aramasa bari” ?
İnsan kendini ne zaman değerli hisseder? Rutin sorulara rutin olmayan yanıtlar bulduğunda mı?

İnzivaya mı Çekilmeliyim?

deborahhh | 19 March 2006 01:14

Bazan düşünüyorum da acaba yıllarca boşu boşuna mı okullar okuduk,kitaplar karıştırdık,dil öğrenmeye çabaladık….. Özgün bir şey düşünebilmek için hiçbir şeyden etkilenmemek olanaksız gibi görünüyor.. Örneğin son öykülerimi büyük bir umutla kardeşime okutuyorum. Aldığım yorum gayet açık: Çok klişe! Elbette etki-tepki prensibini hemen uygulamaya geçiriyor ve kardeşime bunun fazlasıyla özgün,orjinal v.s. olduğunu ispatlamaya çalışıyorum. Ama aynı sayfaları iki gün sonra bende okuyunca klişe buluyorum. Ya bir kitaptan, ya bir filmden ya da başka herhangi bir şeydn etkilendiğimi görüyorum…. O halde nasıl özgün olabilirim? Kendimi bir kuleye mi hapsetmeliyim? Ya da üniversiteye ilk başladığımda öğretmenlerin dediği gibi “daha önce öğrendiğim! herşeyi unut” malı mıyım?…… Belkide inzivaya çekilmek tek çaredir!

uzun zaman oldu

Zavazingho | 11 March 2006 18:58

şans işte tam buraya üye oldum bilgisayarım bozuldu.Ama artıkın yepyeni bi anakartla karsınızdayım…olsam ne olur olmasam ne olur gercı..benım hayatta olduğumu Bulut olduğumu bilen bı tutam insan grubu dısında sizin umrunuzda değil..hayatın garip bi tarafı daha işte bu..2 kez yazabildim daha bildirgeçe 2 ay falan olmustur en son yazdığımdan bugune dek..ve hayatımda hıc bır değişiklik yok.hala işsizim hala bilgisayarımla birlikteyım (bi ara tv ile ilişkiye girdim zorunlu olrak cnbc e de olmasa) ve yine sabah oluo yine aksam oluo yemek ye yat uyu offf ne kadar surecek bu döngü..i dont know…aman olsun bi gün bitecek ve diğer dönguye baslayacağım..sabah erken kalk işe git çalış eve gel biraz otur günün yorgun gectı hadi yat artıkın falan filann.. yine ilk yazımdakı gibi “Yine Aynı Şarkı” çalıyor… her gün biraz daha yaklaşıyoruz ak saçlı olmaya yaa bazen diyorum ne önemı war bu hayatın o kadar calıs didin yaa al işte sabancı bile öldü…gideceğimiz yer belli kimimiz güle oynaya rahat rahat gidiyor,kimimiz toz toprak içinde bi patıkadan gidiyor.her insanın ne kadarda gideceği belli ve her insan sonunda aynı yerde sınıf ayrımı yapılmadan yargılancak..neyse yaa benim yine beynimde böcekelr dolaşmaya başladı dahada saçmalamadan bitsin buyazı..Bulut ne sacmalaması gercekler bazen sacma gelir insana kabul etmek ıstemedığı için..off yeter bu kadar her seye rağmen tek bir şeyi unutmayın GÜLMEK gülün yaa ne oalcak üzülmeyın ve salla gitsin deyın en olacak deyin unutun gitsin hayatın istemedığınız anlarını..aa bide unuturken ordan bi ders cıkarmayı unutmayın…hehe yeter bu kadar byee günlüğümün az önce temız olan ama kırlettığım sayfası…