bildirgec.org

rönesans hakkında tüm yazılar

Rönesans

gkhaslan | 15 March 2011 15:28

Rönesans 14.-15. yüzyıllar arasında İtalya’da bilim ve sanat alanında oluşan değişimler ve gelişimlerdir. Bu dönemde birçok alanda gelişmeler olmuştur. Yeni akımın oluşumuna zemin hazırlayan bir çok olay yaşanmıştır. Bilim adamları İstanbul’un fethi ile birlikte İtalya’ya göç etmişlerdir. Bu göçlerin yanında Kuzey Avrupa toplulukları Avrupa’nın iç kesimlerine kadar gelerek buranın yerli halkı üzerinde ezici etki yaratmıştır. Bu dönemde coğrafi keşifler olmuştur. Bu keşifler sonucunda zenginleşen bir kesim ortaya çıkmıştır. Burjuva sınıfı olarak adlandırılan bu kesim sanata ve bilime önem vermiştir. Birçok tarihi eser bu dönemde ilgi odağı olmuştur. Arap ve Roma eserleri olan bu yapıtlar önceden Arapça’ya çevrilmiş ve bu değerli eserler tercüme yolu ile tekrar sanat ve bilime kazandırılmıştır.
Bu gelişmelerin sonucunda Avrupa derinden etkilenmiş ve bir çok modern yeni dünya görüşü ortaya çıkmıştır. Başta, dönemin otokratik skolastik kilise görüşü derinden sarsılmıştır. Artık kilisenin itibarı kalmamıştır. Böylece kilisenin halk üzerinde ki etkisi azalmıştır. Bu dönem hümanizm üzerine yoğunlaşmıştır. Bilimsel görüş ön plana çıkmış ve bunun sonucunda da birçok bilimsel gelişme kaydedilmiştir. Bu akım Avrupa’nın birçok alanda gelişmesini sağlamıştır. Bu dönemin önemli gelişmelerinden biri de matbaanın bulunmasıdır. Matbaanın bulunmasıyla bir çok özgün eser yayınlanmış ve geniş kesimlere ulaşmıştır. Sanata ilgi duyan bir sınıf oluşmuştır.

Mükemmelil Ölçüsü: Altın Oran

tanolas | 16 February 2010 10:57

Altın Oran ‘ a ilişkin matematik bilgisi ilk kez Milattan önce 3. yüzyılda Euklid ( Öklid ) ‘ in Stoikhea ( Geometrinin Öğeleri adlı yapıtında ” Aşıt ve Ortalama Oranı ” adıyla kayda geçmiştir.
Altın Oran Fibonacci sayılarına ait bir özelliktir.

Altın Oran doğada,sanatta hatta yaşayan organizmalarda bile görünen bir matematiksel sayıdır. Bu sayı Pi sayısı gibi 13.sıradan sonra sabitleşen Altın Oran 1.1618033988……’a eşittir.
Yunan alfabesinden gelen ” F ” ” Phi ” ile sembolize edilir.
Fibonacci dizisinde bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine belirgin şekilde yakın sayılar çıkar.Serideki 13.sırada yer alan sayıdan itibaren bu sayı sabitlenir.
0 1 1 2 3 5 8 13 21 34 55 89 144 233 377 610 987 1597……
377 / 233 = 1.618
144 / 89 = 1.618

Ruhu Tazeleyen Ülke; “İtalya”…!

| 05 November 2009 19:30

Mozzarelle
Şarap
Makarna
Limondan yapılan harika içkiler
Yakışıklı erkekleri
Pizza Kulesi
İncecik hamurdan Pizzası
Vatikan’ı
Tarihle olan iç içeliğin baş döndürücü büyüsü…İtalya ile ilgili akla gelen ilkler bunlardır. Akdeniz ülkesi olması daha bir cazip kılar ülkeyi diğerlerine oranla.

Büyüdür İtalya, şu iğrenç dünyada sizi ve ruhunuzu dinlendiren, yeni doğmuşcasına yenileyendir. Atalarla ve geride bıraktıklarıyla iç içelik farklı heyecanlar katar benliğinize.

Rembrandt; Işığın ve Gölgelerin Ressamı

Galanthus | 27 July 2009 11:48

Hollanda’nın altın çağında yaşayan bir ressam… Işığın ve gölgelerin ressamı… Birbirinden değerli 38 adet self portre… ve daha nice portreler, gravürler… Bahsettiğimiz kişi tam adıyla Rembrandt Harmenszoon van Rijn.

17. yy’ın önemli resim ve baskı ustası Rembrandt Harmenszoon van Rijn 15 Temmuz 1606 Leiden , Cornelia ve Hermen Gerittz’in oğlu olarak Hollanda’da dünyaya gelir. Bir değirmencinin oğlu olan Rembrandt’ınailesi onun eğitimiyle yakından ilgilenir.

Tanrı bilim, klasik edebiyat ve tarihe ağırlık veren bir ortaöğretim döneminden sonra Leiden Üniversitesi’nde öğrenim görür. Öğrenimi sırasında Jacob Van Swanenburg’un takdirini kazanır ve öğrencisi olur. Ne ilginçtir ki, Swanenburg hakkında az bilgiye sahip olabiliyorken, Hollanda’nın altın çağında yaşayan Rembrandt adını Işığın ve Gölgelerin Ustası olarak tarihin tozlu sayfalarına yazdırmıştır.

Desiderius Erasmus

liquidlightening | 02 June 2009 15:00

Erasmus, 1465-69 Yılında Hollanda’nın Rotterdam şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu tarihle ilgili hakkında araştırdığım şeyler dahilinde kesin bir bilgi yok gibi gözüküyor. Erasmus Rönesans hümanizminin en büyük temsilcilerinden biridir. Eğitim hayatı 9 yaşında Hegius at Deventer’a gönderilmesi ile başlamıştır ve kendisinde hümanizmin temelleri oraya gönderilmesi ile ortaya çıkmıştır. 13 yaşına geldiği dönemde annesi ve aradan uzun bir zaman geçmeden babasını kaybetmiştir. Evlilik dışı bir çocuk olması ve babasının gezici bir rahip olması nedeniyle ölümlerinin ardında Erasmus’a ait olan az miktardaki mal varlıklarına vasileri el koymuş. Bu badireler atlatılıp öğrenim döneminin tamamlanmasının ardından Erasmus din adamı olmak üzere 1487 yılında Sageberg Manastırı’na bağlı Aziz Augustin Tarikatı’na girmiş ancak bağnazlığa karşı düşünce yapısı ile insancı yanın eğitim ve kitaplarla güçlendirileceğine ayrıca eğitimli kişilerin kendilerini körü körüne tutkulara kaptırmayacağına inanan Erasmus’un bu düşünceler çerçevesi içindeyken bildiğimiz rahip anlayışı ile ilgili herhangi bir etkinliği olmadığı biliniyor. Nihayet Erasmus 1492 yılında Papaz olabilmiş lakin kendini bilime adayacağını ifade ederek Papa Julius II’den papazlık andı içmemek için özel bir izin almış. Bu dönemlerde çalışmalarını sürdürmüş ve Papaz olmanın nimetlerinden bolca yararlanmıştır.

100 milyon insanı yokeden hastalık: Kara Ölüm

fortiori | 02 September 2008 15:18

Bugüne kadar insanlığın başına gelen en büyük felaketler hangileridir diye düşündüğümde elbette aklıma hemen savaşlar, yani insanların birbirlerini ortadan kaldırmak için gösterdikleri ‘insan üstü’ gayret süreçleri geliyor; ardından şu rakamları hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum:

1. Dünya Savaşı: 40 milyon can kaybı
2. Dünya Savaşı: 60 milyon can kaybı
Kore Savaşı: 3 milyon can kaybı
Vietnam Savaşı: 1.2 milyon can kaybı

Bu sonuçları başlıktaki rakamla kıyasladığımızda, felaketin boyutlarını kestirebiliyoruz. Kara Ölüm adı verilen salgın hastalıklar silsilesinin patlak verdiği 1300-1450 tarihleri arasında dünya nüfusunun ortalama 500 milyonu geçmediğini de hesaba katttığımız zaman felaketin dimağa durgunluk verecek büyüklüğünü vurgulamış oluyoruz.

Yazının devamında detaylandıracağım, tüm dünyada ortalama 150 yıl süren Kara Ölüm; Yersinia pestis adı verilen bakterinin yol açtığı salgın hastalıkların dünya nüfusunun üçte birini ortadan kaldırması olayıdır. Çoğunlukla Batı Avrupa’da yaygın olan hastalık mikrobu, fareler ve pireler aracılığıyla yayılmıştı. Kurbanlarını feci şekilde ortadan kaldıran hastalıkları tedavi etmek dönemin tibbi imkanlarıyla mümkün olmayınca insanlar farklı çözümler aramışlardı: Taşıyıcı olduğu sanılan insanlar yakılıyor, Almanların hastalıkların sorumlusu olarak gördükleri Yahudiler katlediliyordu. Hastalık ortadan tamamen kalktığında hayatta kalabilenlere geniş araziler kalmıştı. Avrupa’da, ekonomik, sanatsal, kültürel anlamda büyük bir karamsarlık ve çöküntü başgöstermişti.

Çağının Ötesinde Sıradışı Bir Hükümdar: Sultan 2. Mehmed’in Sanat Anlayışı

fortiori | 17 August 2008 22:00

Sultan 2. Mehmed’in, büyük Rönesans üstadlarından Michelangelo‘yu Topkapı Sarayı’na davet ettiği ve bu davetin memnuniyetle kabul edildiği biliniyor; lakin, bu büyük üstadın ziyareti Papa 5. Nicolas’nın müsadesine takılmış ve gerçekleşememişti. (De Osa, 1982) Yine de aynı dönemin ünlü ressamı Gentile Bellini (Fatih’i resmeden ilk ressamdır) ve madalyon sanatçısı Costanza Di Moysis ( Costanzo Di Ferrara olarak da bilinir) sarayda ağırlanmışlar ve 2.Mehmed tarafından patronize (himaye) edilmişlerdir. Fatih’in batının yaşam tarzına ve sanatına olan ilgisini örneklendirmeye devam edeceğim, ama şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Böylesine büyük bir ‘müslüman’ hükümdarın, İslami inanışın yasakladığı aktivitelere olan ilgisi nereden kaynaklanıyordu?

(1480) Gentile Bellini'nin 'Sultan Fatih' portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih'in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi'sinde sergileniyor
(1480) Gentile Bellini’nin ‘Sultan Fatih’ portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih’in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi’sinde sergileniyor

BAROK BAHÇE DÜZENLEMELERİ

lovesredcloud | 08 May 2008 18:58

Kıta Avrupası ve Yakın Doğu’ya ait bahçelerdeki işlevsel düşüncenin estetik kaygıya geçişi ve bunun getirdiği kültürler arası sıçrayış M.Ö 3. bin yıla kadar dayanmaktadır. Sümerlilerin mitolojik kralı Gılgameş eski Babilon’da bahçeler ve meyveliklerle süslenmiş, coşturulmuş bir şehri anlatan ilahiler söylermiş.

Bin yıl kadar sonra hemen hemen tüm Mezopotamya kralları, kraliyet bahçelerinde banketler vererek, yaşlı ağaçların gölgeleri altında değerli konuklarını lüks, konfor ve keyif içinde ağırlarlarmış.

İzlemeye Değmez Filmler

kadirgunay | 19 April 2008 02:36

Hep en iyileri ya da beğendiklerimizi yayınladık hatta şu konuda top 10 listemizi bile yaptık. İyi de her film izlenir diye bir kaide yok. Yanlışlıkla, şans eseri, bilmeden, yanlış tavsiye üzerine, afişine aldanıp, oyuncusuna aldanıp v.b. şekilde aldığımız filmler bazen hayal kırıklığı yaratabiliyor. İşte o filmleri listeleyip sinepil.org ve pilli.com üyelerine büyük bir iyilik yapmaya ne dersiniz?

Buyrun o zaman,

Bana göre tüm zamanların en kötü filmleri (bir sınır koymadım. aklınıza gelenleri yazın gelmeyenleri de geldikçe diğer cevaplara bakarak yazarsınız artık)

Orkestra

tentena | 12 April 2008 20:57

Çalgı toplulukları en eski çağlardan beri vardı, fakat gerçek orkestralar ancak çoksesli müziğin gelişmesinden sonra ortaya çıktı. 1475’den sonra Pesaro, Mantova, Brescia’da önemli çalgıcı topluluklarından söz edilir. Ama Rönesans devrinde şarkıcıların çoğunun viyol veya kornet gibi çalgılar çalarak şarkı söylediğini unutmamak gerekir. 1600’e doğru çoksesli çalgı müziği ses müziğinden ayrıldı, fakat iki türün ortak çalışmalarıda kesilmedi. 1700’de yalnız orkestraya yer veren bir repertuvar oluşmaya başladı. O zamana kadar tesadüfe veya durumun gereğine bırakılmış olan çalgı seçimi, operalar sayesinde değişmez bir düzene sokuldu; Lully’den yüz yıl sonra Paris Opera orkestrasının üye sayısı altmışı aştı. 1725’te Philidor’un kurduğu ‘Concerts Spirituels’ orkestrasının üye sayısı ise hiç bir zaman opera orkestrasına erişemedi. 1713’te Paris Opera orkestrasında ‘küçük koro’ adı verilen on çalgılı bir topluluk yer aldı; şu çalgılardan oluşuyordu: