bildirgec.org

Sinemanın 100. yılı şerefine hoş bir film çekmek isteyen Agnes Varda, 1995 senesinde karşımıza “Les cent et une nuits de Simon Cinéma” ile çıktı. Senaryosu yine Varda tarafından yazılan film, Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Altın Ayı adayı oldu. Fransız aktör Michel Piccoli‘nin başrolünde yer aldığı ve Julie Gayet’in yardımcı rolü üstlendiği filmde Marcello Mastroianni‘den Jean-Paul Belmondo‘ya, Sandrine Bonnaire’den Jean-Claude Brialy’e, Catherine Deneuve’den Alain Delon’a, Clint Eastwood, Jeanne Moreau, Jane Birkin, Isabelle Adjani, Harrison Ford, Gerard Depardieu’ya kadar bir çok ünlüyü görmek mümkün. Orjinal süresi 100 dakika olan film, İngilizce’ye “A Hundred and One Nights” olarak çevrildi.

Gary McKendry‘nin “Everything in This Country Must” adlı kısa yapımından sonraki ilk uzun metraj deneyimi olan “Killer Elite“, 2011 senesinde çekildi. Ranulph Fiennes’in eserinden uyarlanan filmde aksiyon filmlerinde rol alan Jason Statham, Oscar adaylığı bulunan İngiliz aktör Clive Owen ve usta aktör Robert De Niro yer alıyor. İngiltere, Avusturya ve Ürdün’de çekilen 105 dakikalık aksiyon gerilimi, gerçek bir öyküden uyarlandı. Filmin müzikleri Reinhold Heil ve Johnny Klimek tarafından yapıldı. Tipik bir ’emekli ajanın efsanevi dönüşü’ filmi olan “Killer Elite”, üç baş aktörün performansı için seyretmeye değer.

Bir zamanlar Amerika.
The Godfather‘ın yönetmenliğini reddeden Sergio Leone‘nin başyapıtlarından biri olan film1984 yılında çekilmiştir.

Büyük Buhran adı verilen, 1929 yılında Amerika’da başlayan ve tüm dünyaya yayılan ekonomik kriz döneminde henüz çocuk ve ilk gençlik yaşlarında olan Max(James Woods), Patsy(James Hayden), Cockeye(William Forsythe) ve Noodles(Robert de Niro)karakterlerinin hayatlarını konu alan film, mafya türleri arasında sağlam bir yere sahip.

Terry Gilliam‘ı “Fear and Loathing in Las Vegas”, “Life of Brian”, “Twelve Monkeys”, “The Fisher King” gibi yapımlardan tanıyoruz. 1940, Amerika doğumlu yönetmenin 1985 senesinde çektiği sinema filmi “Brazil“, gerek çekim tarzı, gerekse konusuyla dünya çapında büyük bir başarı elde etti. İki Oscar Ödüllü Amerikan aktör Robert De Niro, 1958 doğumlu aktris Kim Greist, İngiliz aktör Jonathan Pryce, Katherine Helmond, Ian Holm, Bob Hoskins, Michael Palin ve Jim Broadbent’in rol aldıkları film, En İyi Senaryo ve En İyi Set Dekorasyonu dallarında Oscar’a aday gösterildi. 15 Milyon Dolar gibi bir bütçeyle tamamlanan fantastik bilim-kurgu filmi “Brazil“in tanıtım videosunu buradan izleyebilirsiniz.

1940 doğumlu Amerikan yönetmen Terry Gilliam‘ın 15 Milyon Dolar ile çektiği fantastik bilim-kurgusu “Brazil“, 1985 senesinde vizyona girdi. İngiliz aktör Jonathan Pryce, Kim Greist, iki Oscar Ödüllü aktör Robert De Niro, İngiliz aktör Ian Holm, iki Altın Küre Ödülü sahibi aktris Katherine Helmond, Michael Palin, Bob Hoskins, Jim Broadbent, Peter Vaughan, Ian Richardson ve Barbara Hicks’in rol aldığı film, Sam Lowrey’in karmaşık yaşamını anlatıyor.
Türünün en önemli örneği olan Brazil, psikanalist Sigmund Freud’un yaşadığı zamanda çekilmiş olsaydı, kuşkusuz farklı biçimde okunuyor olurdu. Ne var ki Freuud, 1939’dan beri aramızda değil ve izleyip okuduklarımızı çözümlemek, yüzyıllardır olduğunu gibi yine bize kalıyor.

1972 senesinde vizyona giren ve sinema dünyasında çığır açan sinema filmi “The Godfather“in (Baba) devam filmi “The Godfather: Part II“, 1974 senesinde vizyona girdi. Mario Puzo’nun kitabından uyarlanıp İtalyan asıllı yönetmen Francis Ford Coppola tarafından çekien film, En İyi Film ve En İyi Yönetmen başta olmak üzere toplam 6 dalda Oscar Ödülü kazandı. Ödüllerden en konuşulanı da yaklaşık 40 dakikalık performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını alan Robert De Niro oldu. Al Pacino‘nun başrolünde yer aldığı filmde Robert De Niro, Robert Duvall, Diane Keaton, John Cazale, Talia Shire, Michael V. Gazzo, Gastone Moschin, Frank Sivero ve Bruno Kirby gibi isimler de rol alıyor. 13 Milyon Dolar gibi bir bütçeyle Dominik Cumhuriyeti, Amerika ve İtalya’da çekilen filmin devamı 1990 senesinde “The Godfather: Part III” ile geldi.

Mart ayında Amerika’da gösterime girecek olan Limitless, dünyanın muhtelif yerlerinde milyonlarca kez geyiği yapılmış bir konudan yola çıkıyor: “Beynimizin sadece yüzde 10’unu kullanabiliyormuşuz, düşünsene ya yüzde yüzünü kullanabilsek?“

Filmin konusu şöyle: Bir kitap yazmaya çalışan ama bir türlü başaramayan metin yazarı Eddie Morra (Bradley Cooper)’nın hayatı artık kendisinden umudu kesen kız arkadaşının onu terk etmesiyle bir kâbusa dönüşür. Eddie tam da kendisine acımaktayken eski bir arkadaşının aracılığıyla bir ilacı denemeye ikna olur. Bu ilaç sayesinde Eddie yüzde yüz konsantrasyon sağlayabilecek, yaşayan en özgüveni yüksek insan olacak, duyduğu, okuduğu, gördüğü her şey hemen zihnine yerleşecek, beyni yüzde yüz kapasiteyle çalışacaktır.

Little Fockers, Türkiye’de “Zor Baba” adıyla piyasaya sürülen filmlerin üçüncüsü. Serinin ilk iki film olan Meet the Parents ve Meet the Fockers‘dan farklı olarak bu sefer yönetmen koltuğunda American Pie‘dan tanıdığımız Paul Weitz var.
Filmin kadrosunda, ikinci filme göre bir değişiklik olmamakla beraber, seksi ilaç mümessili “Andi Garcia” rolüyle Jessica Alba arz-ı endam ediyor. Harvey Keitel ve Laura Dern de ufak rolleriyle seyirciye göz kırpıyor.

Film, eleştirmenlerden tam puan alamasa da, gişede, ilk iki filmde de olduğu gibi ilk haftada Amerika’da zirveye oturmuş durumda. Robert De Niro, Dustin Hoffman, Barbra Streisand, Blythe Danner gibi efsane isimlerin yanında Ben Stiller ve Owen Wilson gibi yeni jenerasyon komedi oyuncularının da bunda etkisi yadsınamaz.

Bir yönetmen için oyuncular önemlidir. Bu yüzden sürekli yetenekli oyuncular aranır film için. Yönetmen, oyuncuyla çalışır. Eğer oyuncunun oyunculuğundan ve karakterinden memnun kalırsa onu diğer projeleri için düşünmeye başlar. Hatta diğer projelerinde başkarakter için aklına gelecek ilk isim “o” oyuncu olur. Neden yönetmen, hep “onu” tercih ediyor? Cevabı bellidir aslında. Yönetmenin oyuncuyla kimyasının tutması ve diğerlerinde görmediği çok başka şeylerin “o” oyuncuda olması… Sinemada bir sürü ortaklık sözkonusu. Ben de bazılarına değinmeye çalışacağım burada. Genelde Hollywood ortaklıklarına değineceğim. İlerleyen zamanlarda yerli ortaklıklara da değinirim belki de.

*Robert De Niro-Martin Scorsese:

Sinemanın en verimli ortaklıklarıdır bu. De Niro ile Scorsese’nin kariyerleri aynı anda yükselişe girdi. İlk çektikleri (beraber) film olan Mean Streets’le ilgiyi topladılar. Sonraları Taxi Driver, Raging Bull, Cape Fear, King of Comedy, New York New York, Casino, Goodfellas’la ortaklıkları devam etti. Scorsese’nin başarısı De Niro’dan bağımsız değil. Aynı şekilde De Niro’nun başarısı Scorsese’den bağımsız değil. De Niro da Scorsese de en iyi işlerini beraber yaptılar ve bu zamanlarda hep yukarıdaki işlerle anılmaktalar.
Peki bu ortaklık bir kez daha devam edecek mi? Hepimiz yeni Scorsese-De Niro ortaklığını içeren bir filmi bekliyoruz. Olur mu, belli değil. Umarız ki olur. Ufukta bir proje var ama belirsizliğini koruyor. Peki bu ortaklık neden bitti? De Niro ile Scorsese’nin ortaklığının bitişinin nedenini bilmiyorum. Ama nedenin stüdyo olduğunu tahmin ediyorum. Stüdyolar bu ortaklıklardan sıkılmış ve bitirmiş olabilirler. Ama şimdi de bu ortaklığı gündeme getirip para kazanmayı düşünüyorlar. İronik!

De Niro-Scorsese

Bir iki yıl evvel usta yönetmen Scorsese‘nin “I Heard You Paint Houses” romanını sinemaya aktaracağı ve bu projede yıllar sonra tekrar De Niro ile çalışacağı haberleri çıkmıştı, hatta doğrulanmıştı da. Ama bir türlü yapımına başlanamamış, romanın hakları satın alınmıştı sadece.

Proje gerçekleşirse iki ustayı 4.kez aynı filmde izleyebileceğiz

Ünlü bir mafya tetikçisinin (Frank Sheeran) hayatını gözler önüne serecek. Tetikçiye gelenler daha çok ev boyatma bahanesiyle geliyor ve böylece tetikçiyi kiralıyorlar. De Niro, Frank’i canlandıracak ve uzun yıllardan sonra tekrar gangster türüne geri dönecek.