bildirgec.org

psikoloji hakkında tüm yazılar

On yedi temmuz ikibin sekiz

kahramancayirli | 15 June 2009 09:27

Bir haftadır İzmir’deyim. Üç yeni kişiyle tanıştım, ikisinden pek söz etmeye gerek yok, hiç beğenmedim onları.

25 yaşında. 1.89’a 84. Bana internetten gönderdiği fotoğrafta 76 kiloymuş, 8 kilo almış. İlk buluşmaya arabayla geldi. Arabaya binince ne kadar bozulduğumu anlatamam. Suratım beş karış oturdum. İnciraltı’na götürdü. Sohbeti fena sayılmaz. Profilden yüz hatları da güzel. Ama kilo vermeli.

Balon gibi şişirmişler ruhunu. Kendini dünyanın en önemli insanı sanıyor. Sürekli kendinden bahsediyor. Oysa yarın ölse, hiçbir şey değişmeyecek hayatta, bunu ona da söyledim. Kendini çok seviyor. Psikolojik bir vakayı izler gibi seyrediyorum onu.

Psikoloji Emperyalizmin Emrinde…

teacher07 | 03 June 2009 12:02

Bilime inanmış, bilime katkıda bulunmuş, teknoloji üretmiş emperyalistler, amaçlarını gerçekleştirmek için bilim ve teknolojiyi en verimli şekilde kullanırlar. Bunlardan sicak savaşta kullandıkları bilim ve teknolojiyi bütün çıplaklığıyla görebilenlerin oranı oldukça yüksektir.

-Vay be! Adamlar neler icat ediyor, bu uçak ne öyle, bu silah nasıl? diye şaşkınlıkla, hayranlıkla bakakalanlar var birde… Bunlar kim acaba?

Savunma Mekanizmaları

haritametoddefterikasalKSL | 31 May 2009 17:12

100 kişiye
psikoloji denince aklınıza gelen 3 şey nedir kuzum?
diye sordum.
allah sizi inandirsin çoğu id-ego-süperego dedi.
nedir bunlar diye sorunca ”tık” yok.Hiç biri oranina çok yakın adette kişi ,cevap veremedi.

İd denen şey birazcık ilkel duruyor,primat yani.haz ve taleplerin temini noktasinda pek bir baskın ve ilkel olnadir.Superego ise ego nun birboy büyüğümü ? daha süper olanimi
hayir tabiki.Şöyle ki taktir edilme ve onay görme kabul görme isteği.yani temelde dış dünya ile olan iletişimizle ilgili.
Kişinin ahlaki değerlerini, kurallarini,otokontrolunu ve kendi eleştirisini temsil eder. .Ego ise bu iki mekanizma arasindaki iletişimin ortak noktasi olup,yüzeye taşinan ve sizi siz beni ben onu da o yapan
temel ögeleri ortaya çıkarir.yani ego ,id ve superego nun kendi içindeki gereksinimmleri ile dış dünya ve beşeri ilişkilerimiz arasindaki uyumu
sağlamakta abilik vazifesi üstlenmiştir.Bu mühim ve saygıdeğer görevinden ötürü hepimizcede çok sevilir ve taktir edilir.
Her türden sıkıntılarimizi,çıkarlarimizi,zorunluluklarimizi ego temsil sürecimizde bir organ vazifesi üstlenerek dış dünya ile iletişimimizi sağlar.

Camdan kadınlar artık silkinmeli!

kahramancayirli | 25 May 2009 12:54

Camdan kadınlar artık silkinmeli!
Kahraman Çayırlı

Meselenin eğitim ve ekonomik bağımsızlık olduğunu savunuyordum. Değilmiş. Zihniyetimizin topyekûn değişmesi gerekiyor. Kadınlarımız, maaşlarını kocalarının ellerine sayıp, ayın geri kalanında harçlık dileniyorlarsa beylerinden, bağımsızlık nerede kaldı?Şu ana dek kaleme aldığım tüm makalelerde eğitimi çözüm olarak sunuyordum. Oysa “erkeğin aldatmasına alışacaksın” diyen sevgilisine gülümseyerek bakan, en büyük hayalinin evlenmek olduğunu söyleyen üniversiteli kızın sonu ne olur sizce? Şimdinin ataerkil söylemlerine itaat eden genç kızlar, çok değil birkaç sene sonra dayak yiyorlar kocalarından. Üniversite mezunu kocaların eşlerine, ilkokul mezunu ya da hiç okumamış kocalardan daha yüksek oranda şiddet uygulamaları, beni afallatıyor. Öyleyse okullarımızda sürdürülen eğitim-öğretimi, bir de erkek egemen kültürü yeniden üretmesi bağlamında yeniden irdelememiz gerek. Ama esas odaklanmamız gereken, aile. Gizliden gizliye babaları üzerinde otorite kurmaya çalışan, kırılıp bükülüveren anneleri gören, onları kendilerine rol model alan kız çocukları, büyüdüklerinde farklı mı davranacaklar?İlk olarak kadın-erkek hepimizin ciddi bir farkındalığa ihtiyacımız var. Özellikle de kadınlarımızın. İçselleştirdiğimiz bu eşitsizliği, hepimizin değiştirmek istemesi gerek. Hâlihazırdaki erkek-egemen düzeni her an, her dakika yeniden üreten medyanın böyle bir değişim sürecinde etkin rol oynayacağı, açık. Tüm gün kadınlarımızın ne denli mağdur olduklarını gösteren melodramatik yayınların yerini feminist bilinçlenmeye yönelik faydalı programlar almalı.İkincisi, eğitim sistemimizi düşünelim. Soru sormayı, araştırıp düşünmeyi teşvik eden bir eğitim sistemine doğru yol almalıyız. Yoksa kuru matematik-fizikle kimsenin hiçbir konuda bilinçlenemeyeceği gün gibi ortada.Zihinlerimizdeki tek boyutlu, altı boş feminizm tanımları da başlı başına bir yazı konusu. Her ne kadar popüler kültürün bir öznesi olarak görülüp, hep eleştirildiyse de, Duygu Asena’nın her kitabı, her cümlesi okuyanda bu konu üzerine sahici bir aydınlanma sürecini tetikleyebilir.

Gece – Gündüz

Colpadan | 20 May 2009 14:36

Her sabah yeni bir umuttur insan hayatında. Sabahın ve gündüzün simgesi ışık, ışıkla özdeşleşen kavramlar ise hayat, mutluluk, umut, iyilik ve belki de tüm güzelliklerdir. Akşam ise gecenin ve onun simgesi karanlığın başlangıcı gibidir sanki. Yepyeni bir enerji ve taze umutlarla başlanan bir günün, karanlığın habercisi gün batımına kadar olan kısmında yaşadığımız erime süreci midir akşamüstü melankolik halimizin sebebi? Yoksa güneşin batışındaki romantik tablonun etkisi mi? Az sonra karanlıkla beraber basması muhtemel depresif havanın bir ön hazırlığı da olabilir. Evet gerçekten de gece bize bazen depresif bir hava verebilir. Çünkü karanlıkla özdeş kavramlar ölüm, keder, düş kırıklığı ve kötülük, gecenin hakimiyetinde nüfuz eder iç dünyamıza.

Bir kalem pilin negatif ve pozitif uçları gibi düşünüyorum gece ve gündüzü. Kutuplar arası potansiyel farkı besliyor adeta hayatımızı. Kutupların her biri gece ve gündüz gibi. Manik depresif ruh hali dedikleri belki de bu gece-gündüz döngüsüdür. Her mutlu zamanı dengeleyen mutsuz bir trend mutlaka gelecektir. En dibe vurduğumuzda ise en bilge olanlarımız bilir güzel zamanların yakınlığını. Gece ve gündüz bunun için vardır belki de. Mutluluk dolu günlerimizde her gece, ölümü hatırlatır bize. Uzun soluklu umutsuz dönemlerde ise her yeni doğan güneş yaşam verir içimize. Budur işte gece-gündüz döngüsünün dengeleyiciliği. Aynı haletiruhiyede uzun süre takılıp kalmayın diye.

Spermbankası caiz mi?

makaleci | 13 May 2009 14:00

Evlenmeden önce beraberliğin henüz sorgulanmaya devam ettiği bir toplumda şimdiki tartışma konusu bu…

Kimi biçare kimselere göre bir imkan, ihtimal anne olma sebebi görülebilen tıptaki bu keşif şimdi usulca gündeme taşınıyor…

Kimi dini görüşler bu işin zina ile eşdeğer olduğunu söylüyor…

Kimi psikologlarda çocuğun ileride bu işe ne diyeceği konusunda yani vereceği tepki konusunda karamsarlar. Yani en azından bir çocuğa şu kişi senin babandı ama vefat etti veya bizi terk edip gitti deme imkanı varken, anlatacak hiç bir iyi ya da kötü hikaye olmaksızın sen sadece bir kimsenin çocuğusun o kadar, aramızda hiç bir hukuk yoktu demek travmatik olabilir görüşü hakim.

Tüm kuyular açılmalı!

kahramancayirli | 11 May 2009 14:01

Tüm kuyular açılmalı!
Kahraman Çayırlı

Kuyulardan çıkan ne? Kesif bir erkeklik, damıtılmış bir ikiyüzlülük, bilinçaltından kuyulara inmiş bir inkar. Sormaya utandığımız sorular, kaş-göz işareti yaparak kapatılan yanıtlar, kapatılan kapılar ve nihayet üzeri kapatılan kuyular…

Kuyulardan çıkan ne? Çocuklarını “aslan oğlum” diye seven, sırtlarını sıvazlayan anneler, oğullara zorla giydirilen “sert, ağlamaz, alınmaz, kırılmaz” gömlekleri, “hiçbir şekilde zayıf görünmeme” zırhlı elbiseleri… Erkeklik, erkek olmak resmen bir ateş bu topraklarda; kendisi yanıyor, toplumu da yakıyor. Erkeklik, ateşten bir çerçeve. Demirden çizgiler çiziyor hayatımızın her yerine. Gürültülü kahkahalar attırmıyor, kibarlıktan hazzetmiyor; hep tetikte, hep dikenler üstünde.

Bir toplum nasıl okunur?

kahramancayirli | 05 May 2009 11:24

Bir toplum, diğer bir toplumdan hangi özellikleriyle ayrılır ve biz bunu nasıl ölçebiliriz? Maalesef bu soruya verilen en yaygın yanıt, yaklaşık 25 yıldır aynı ismi içeriyor: Geert Hofstede. Hofstede, dört kültürel boyut belirlemiş ve 1967 – 1973 yılları arasında 70 ülkeden topladığı verilerle bu dört boyutu rakamlarla ifade edip, ülkeleri birbirleriyle karşılaştırılabilir hale getirmiş. Dört boyutun birincisi, bireysellikkollektivizm, karar verme sürecinde bireyin kendi başına karar alabilirliği ve aile, akrabalar, arkadaşlar gibi referans gruplarının verilen kararı şekillendirişi arasında salınıyor. Türkiye’nin bu ölçüden aldığı skor 1980 yılı için 46’ymış. Yani kollektivizme bir parça daha yakın bir toplum.İkinci boyut, güç uzaklığı, toplumdaki hiyerarşiyi, merkezileşmeyi ve ast-üst arasındaki güç mesafesini ölçüyor. Ülkemiz bu kriterden 63 puan almış, yani güç uzaklığının biraz yüksek olduğu bulunmuş.Bir diğer boyut olan erkeksilik-dişilik ise erkeksi toplumların başarı ve sonuç odaklı, dişi toplumlarınsa, sonuç değil süreç odaklı olduğu öngörüsü üzerine kurulu. 1980 verilerine göre 44 rakamı çıkıyor karşımıza, bu da demek oluyor ki, Türkiye, dişi özellikler gösteren, süreçi biraz daha fazla önemseyen bir toplum.Belirsizlikten kaçma (.doc), bu yazıda üzerinde tartışılacak bir diğer boyut. Ülkemiz bu ölçüde 88 puan alıyor, yani harekete geçmek / yeni bir işe girişmek için çevreden bilgi toplama düzeyimiz çok yüksek. Hofstede, bu boyutlara daha sonra “kısa ya da uzun vadeye dönüklük”ü de ekledi, ancak bu boyut için Türkiye verisi mevcut değil.Bu uzun girizgahı yaptıktan sonra verilerin güvenilirliği, toplumumuzun heterojen yapısının ayrıca değerlendirilmesi gerektiği gibi noktaları da dışarıda bırakıyorum.

Daha bireyci, erkeksi, belirsiz ve kısa vadeli bir toplum

Keşke bu boyutları değerlendiren ve güncel veriler üzerinden hesaplanan yeni çalışmalar yapılsa. O zaman rakamlar üzerinden karşılaştırma imkanımız olurdu ve görece daha somut tespitler yapabilirdik. Oysa ben burada daha farklı bir yönteme kalkışıp toplumumuzdaki 25 yıllık gelişimin bu rakamları hangi yönde ve ne derece değiştirebileceğini tartışmaya çabalayacağım.

intihar bombacısı profili

denizkar | 01 May 2009 12:02

Bilkent Üniversitesi’nde gerçekleşen intihar bombacısı olayından sonra aklı başında olan herkes bombacıya lanet okumuştur, hatta keşke ölseydi diyenler bile çıkmıştır. Peki ama bu insanlara bu kadar radikal bir eylemi yaptıran nedir?


fotoğraf: milliyet.com.tr

Tahmin edilenin aksine çoğu intihar bombacısı normal diyebileceğimiz insanlardır. Sürekli güncellenen çalışmalar gösteriyor ki intihar bombacıları çevrelerinde ortalamanın üzerinde başarı gösteren ve daha iyi eğitim görmüş kişiler olmaktadır. Patolojik anlamda nadiren intihar eğilimi gösteren insanlardır. Tel Aviv Üniversitesi’nden psikiyatrist Ariel Merari 1983 yılından bugüne orta doğu bölgesinde intihar saldırısı yapan kişileri incelemiş ve çok azında ruh hastalığı, uyuşturucu veya alkol bağımlılığı tespit etmiştir.

Ayrıca intihar bombacılarının radikal İslamcı veya radikal din görüşü olan kişiler olduğu genellemesi de doğru değildir. 1980’lerde lübnan’da yapılan intihar saldırıları tutucu hristiyanlar tarafından gerçekleştirilmiştir, günümüzdeki anlamıyla intihar saldırısı kavramının yaratıcıları ise marxist-leninist görüşteki tamil kaplanları isimli gruptur.

Peki nasıl oluyor da sağlıklı ve iyi eğitilmiş genç insanlar sivilleri öldürmek uğruna kendilerini kurban ediyorlar? Cevap bombacılardan çok onları bünyelerine alan ve eğiten organizasyonlarda saklı.