bildirgec.org

psikoloji hakkında tüm yazılar

Yalnızlık

ventola | 20 December 2010 13:37

İnsan bilir yalnızlığını, yalnızlığının farkındadır. Nereye kadar gizleyecek ki… Gizlemesi daha kötü ya, bastırmış olur. Kendini sinemaya, içkiye, sigaraya, bir şeylere vurup ne kadar kaçabilecek ki… Daha da büyüyecektir içinde acısı. İnsan yalnızdır. İlişki içinde bile yalnızdır, bütünleşemez. Sevgilisi, aşkı sadece ebediyen çekip çıkarıyorsa o zaman bir şey diyemem, ama ne kadar mümkün bu? Oluyor mu? Yoksa kendini kaptırdığı en sürükleyici ilişkisine rağmen yalnızlığın acısını iliklerine kadar hissediyor mu? Bir gün yine yalnız kalacağı düşüncesi ya da bir gün yalnız kalması gerçekten… O zaman nasıl bir yalandır bu; bu sözde bütünleşme, sözde aşk dediği o ilişki ne yüzeysel bir şeydir. Ah ah bu nasıl bir aptallık!?

Yalnızlık var, insan farkında. Ama nedir bu yalnızlık, insan için neden acı ve korkutucudur? Eğer mutluluk olarak görülürse tabi ki mutluluktur yalnızlık. İnsan için her şey bakış açısıyla şekillenir. Elbette bakış açısını ayarlamak çok da kolay olmuyor; ama bu, bakış açısının rolünü yok saymamıza sebep değil. Bakış açısı insan için her şeydir.

Mükemmeliyetçi Tipler

ventola | 02 December 2010 11:29

Başta ben böyle hastalıklı tiplerden biriyim. Asla iyi bir şey değil. Bazıları iyi, faydalı bir şey olduğunu düşünse bile git gide içinden çıkılmaz bir hal alır, çünkü mükemmeliyetçi tipler doyuma ulaşmaz, bir yerden sonra ipin ucunu kaçırarak her şeyin mükemmel olmasına çalışır. Nafile bir çaba. Bir bakıma her şey olduğu gibi mükemmel olsa bile, mükemmeliyetçi tipler sadece kendi kafalarındaki mükemmelliğe kilitlenmiştir. Düzeltmek, kontrol etmek isterler her şeyi, fakat mümkün değil.

Hatta bu tipler bir yerden sonra en ufak şeylerin bile kendi kontrollerinde olmadığını görüp iyice çileden çıkarlar. Yani işin doğrusu hiçbir şeyi yüzde yüz kontrol edemiyor insan, bunu söylemek istedim. Çünkü her şey sonsuz ayrıntıya sahip. Bu durumda mükemmeliyetçi tipler çaresiz, perişan ortada kalıyor.

Mahallenin çözülüşü

kahramancayirli | 11 November 2010 13:49

“Şimdi artık kimse kimseye güvenmiyor, herkes birbirinden çekiniyor” dedim. “Evet, kaç katlı, kaç daireli apartmanda oturuyoruz, hiçbirimiz birbirimizi tanımıyoruz” dedi. “Ne yalan söyleyeyim kapıyı açmadan iki – üç kere kimsiniz diye soruyorum, yüreğim ağzımda açıyorum kapımı” dedim. “Organ mafyaları varmış” dedi. “Karıma parfüm alacağım, şu koku sizce nasıl deyip elini koklatıyormuş adamın teki, kokladığın an bayılıyormuşsun, arkadaşım bayıldı diye etraftan yardım isteyip, taksiye taşıyorlarmış, sonra birkaç gün sonra bütün iç organları alınmış halde bir çöp tenekesinde bulunmuş” dedi orta yaşlı, halinden, konuşmasından orta – üst sosyoekonomik sınıftan olduğunu hissettiğim kadın. “Bir yaşlı kadın varmış, caddeden karşıya geçebilmek için yardımınızı istiyormuş, yardım edip, kadının elini tuttuğunuz an, fark ettirmeden şırıngayla bayıltıyormuş, yardım edin, torunum bayıldı diye bir taksiye atlayıp götürüyormuş, onun da sonu aynı” dedi Arnavut göçmeni olduğunu söyleyen genç kız. “Tatile gittiğimiz yerde otele gitmeye korkuyoruz” dedi orta yaşlı kadın bu sefer de. Manken-sunucu Asuman Krause geçti sonra, sıramızı beklediğimiz salon gibi yerin önündeki koridordan. “Gerçekten de boyu uzunmuş” dedim, “güzelmiş hakikaten”, kadınların tümü bir perde yukarıdan baktılar ona, bir çeşit kıskanma, imrenme, beğenme arasında gelip giden bakışlarla. Bir süre konuşmadık. Üçümüz de farklı yönlere baktık bir otuz saniye kadar.Sonra bir dizi oyuncusu geldi, sıra için sayı aldı, pasaportunun süresini uzatmak için. İsmini bir türlü hatırlayamadım, onlar da hatırlayamadı. Asuman Krause’ye gösterilen ilgi, bu genç adama gösterilmedi pek, pasaport bekleyen kitlece. Saat on iki olacak da öğle arasını da beklemek zorunda kalacağız diye ödümüz kopuyordu. Sonra görevli memur, sistemlerinin gittiğini, bütün ülkede bilgisayar sistemlerinin çöktüğünü söyledi. Sırada bekleyen kadınlardan biri, neredeyse bağırdı, tersledi adamcağızı. O kadının işi muhakkak bugün mesai bitmeden yapılmalıymış, yurtdışı biletlerini ona göre almış, ne yapıp edip bilgisayar sistemini düzeltmelilermiş, sabahın köründen beri sıra bekliyormuş. Yapabileceğimiz bir şey yok hanımefendi, Ankara merkezli dese de görevli, kadın en son zorla parmak izi vermeye çalışıyordu üst katta.

Distimik Bozukluk Nedir?

oergin13 [pilli_silinen_hesap] | 11 November 2010 10:18

Distimik bozukluk dsm-4’e göre tanı kriterleri:

Son iki senedir depresif ruh halinde olmak ve bunun yanı sıra aşağıdakilerin en az ikisinden yakınmak
ve
İştah azalması veya aşırı yemek
Sürekli yorgunluk durumu
Düşük benlik algısı
Uyku bozuklukları
Yoğun ümitsizlik duygusu
Yoğunlaşamama, kararsızlık gibi yakınmalarıdan en az ikisine sahip olmak olan ve duygudurum bozuklukları kategorisinde değerlendirilen bir hastalıktır.

Kriterlerden de anlayabileceğimiz üzere (en az iki sene semptomların sürmesi gerekliliği) kronik bir rahatsızlıktır. Depresyon semptomları major depresyondakiler kadar sert, yoğun olmasa da kendi deneyimlerimden şunu söyleyebilirim ki oldukça yorucudur hatta distimili hastalara sırf bu kendileriyle olan uğraşlarından ötürü maaş bağlansa yeridir.

Sorularla Felsefe

mehmetbastug94 | 06 October 2010 16:59

Felsefe
Felsefe Yunanistan’ın İyonya kentinde M.Ö. 6. yy’da ortaya çıkmış ve ilk temsilcisi Thales kabul edilen bir fikir akımıdır.

Felsefe’nin anlamı
Yunanca’da Philia Sophia = Bilgelik sevgisi (Felsefe) anlamına gelmektedir.

Felsefenin konusu nedir?
Felsefenin konusu evren ve insandır…

Filozof nedir?
Üstte yer alan felsefe’nin anlamıyla ilişkili olarak; Bir arayış içerisinde bilgeliği seven, bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen kişilere filozofdenir.

Tembelliğin Psikolojisine Dair…

turritopsis | 30 July 2010 14:41

Tembellik, değerler sisteminde pek olumlu karşılanmayan bir durumdur. Tembellik, çalışma isteğinin olmaması, işten, çalışmaktan, meşgaleden tiksinme, sürekli dinlenmeye ve asalak yaşam biçimine olan eğilim şeklinde açıklanabilmektedir. Bu tanımda tembelliğin özünde olumlu bir şey yokmuş gibi gözükmektedir. Tabii her şey bu kadar basit değil. Tembelliğin birkaç çeşidi var. Bu yüzden kendinizi, çevrenizdekileri tembellikle suçlamadan önce tembelliğin çeşitlerine ve içeriklerine bakmakta fayda var.
İlerleme motoru şeklindeki tembellik.
Tekerlekten internete kadar insanlığın zamanını ve gücünü rasyonel bir biçimde harcamasına elveren icatları yapan mucitlerin çoğu “tembel” olmuşlardır. Sorunun çözümüne yönelik sergilenen yapıcı yaklaşımdan hareketle bu duruma tembellikten daha çok somut bir sorunu fazla çaba harcamadan optimal yöntemlerle çözme isteği denebilmekte. Aynı şekilde herhangi bir görev/ödev (işte, okulda, evde) alan birini, bunu yapmaya acele etmemesinden dolayı tembellikle suçlamak da yanlış olabilir, çünkü bu işi yapmadan önce en mantıklı, sonuç alıcı yöntemini bulmaya çalışıyor olabilmektedir.
Bünyeyi koruma tepkisi olarak ortaya çıkan tembellik.
Bazen iş yapma isteğinin olmaması, fiziksel ya da zihinsel olarak aşırı yoğunluğun sonucunda da ortaya çıkabilmekte. Fizyologların dilinde “korumacı frenleme” anlayışı vardır. Bu anlayışa göre, uzun zaman boyunca ara vermeden çalışanın vücudu, bir gün basit işlevler için bile güç bulamayacak, bünye insanın denetiminden çıkacaktır. Aniden elinde kitapla yatakta uzanmak, netten ya da telefonla arkadaşlarla sohbet etmek, planlanmamış öğle uykusu istenebilmektedir. Bu tarz “tembellik”, günün 24 saatini çalışarak geçiren insanlara özgüdür.

Sana Diyorum Sevişsene…

bilisikbey | 10 July 2010 11:05

Merhaba Arkadaşlar
Savaşların % 70 nin psikolojik olarak sürdüğü günümüzde bize dikte edilmeye çalışılan onlarca mevzudan biri olan cinsellik konusuna değinmek istiyorum.Ve bu konunun üzerinden toplumun nasıl yıpratılmak istediği hakkında kendimce fikirlerimi sunacağım.Görsel ve yayınsal medya , bazı işitsel medya organları , sinema gibi faktörler reyting kaygısıyla maalesef bu toplumun ahlakını pazara çıkarıyorlar.Peki bu tarz bir yaklaşım bize neleri kaybettiriyor.Farkında olmadan umursamadığımız bu gidiş , bize daha nasıl kayıplara neden olacaktır.Çünkü tabiri caizse kaftanımızdaki yırtık gittikçe büyüyor.Alıştırıla alıştırıla bunun farkına varmaktan alıkonuluyoruz.Gazetelerde sevişin diye sayfalarca süren bir yazı dizisiyle başlıyor üzerimizdeki cinsellik baskısı.Sexin yararına amenna fakat bunu gayriahlaki sekilde topluma adapte etmekte ne oluyor.Köşe yazarlar türüyor. Aldatan kadınların itirafları…. Belliki bu toplumun bunada ihtiyacı varmış düşünmüş yine bizim insanımız.Sonra komedi programları türüyor ana avrat bir espiri anlayışıyla vur belden altına inlesin Türkiye’m dinlesin.Sonra talkshowlar yine aynı birbiriyle karı-koca arasında geçemeyecek bir muhabbetle…Sonra reklam filimlerine dadanıyor bu, göğüsler fora ediliyor… Bazı bilgiden yoksun insanları saygı dağıtılıyor oluk oluk ve bu insanlarda kazandıkları saygıyla bu düşünceleri beyinlerimize empoze ediyorlar.Öyleya saygı duyulacak Sayın Bay ve Bayanlar ne diyorsa yine saygı duyuyoruz.Birileri eileştirince savunmalar başlıyor!! Be hey aptal. ben küfür ediyorsam izleme, Sen beni izleyipte ahlakın bozuluyorsa sen zaten ahlaksızsın… vs vs. bu savunmalarla kaçış yolundan kaçış gerçekleştiriliyor.Fakat insan psikolojisi bu kadar basit bir olgu ,insan nefsi bukadar basit bir olgu değildir.Onlarda çok iyi biliyorlarki toplumda sadece iyi değil kötü ahlaklı insanlarda var bu espirler bu sözler bu küfürler elbet birilerinin ağzında espiri olacak birilerinin ağzına dolanacak.Böylece gözün gördüğüne kulağın duyduğuna toplum alışacak ve bir sonraki ahlaksızlık aşamasına geçilecek. Bu şekilde sözler kirletilmiş artık düşüncelerin kirletilme aşamasına geçilmek için bütün malzemeler sağlanmış olacaktır.Ne yazıkki şuanki yaşadığımız toplumda bu aşamanında başarıyla tamamlandığını görüyoruz.İnsanlar birbirine güvenemez hale getirilmiş.İyi şeyleri emreden herşey pasifize edilmeye çalışılmış, aşalanmış komik duruma düşürülmeye çalışılmış.. çalışkan olmak , ahlaklı olmak (inek olmak, ot gelip saman gitmek, ) gibi deyimlerle aşalanmıştır.Aksini yapanlarıda baş tacı edilmiştir.Birbirine bağlı bir toplumdan birbirini sömüren bir toplumun bir ayağı olan cinsellik görevini bu şekilde yerine getirmiş bulunmaktadır.Çokmu karamsarım sizce? Normal hayatta yaşadığımız bu olayları yazıya dökünce (veya dökemeyince çünkü anlatamadığım binlerce eksiklik var) görüyorum karamsarlık bile düştüğümüz durumda pek bir içacıcı duruyor.Bir sizden herşey olur çünki siz tek değilsiniz.Bir sizden milyonlarca kişisiniz…Beyninize kurulan bu kapandan artık kurtulup kendimizi ve sorumlu olduğumuz kişileri bu ahlaksızlık çemberinden uzak tutup tekrar birbirine namusunu teslim edebilecek kadar güvenen sağlam karakterli bir toplumun ilk adımlarını atalım diyorum. Saygılarımla…

Kaleciye aldırma, penaltıyı kaçırma

desmondhume | 11 June 2010 16:31

Malumunuz üzere Dünya Kupası başlıyor. Eleme turlarında penaltılara kalan maçlarda heyecan doruğa çıkacak ve bazı takımlar ülkelerine dönmek zorunda kalacaklar. Peki penaltılarda başarının sırrı ne? Doğal olarak pek çok faktör penaltı başarısını etkilemekte. Penaltı konusunda dertli olan İngilizler işin psikolojik boyutunu araştırmışlar ve şu sonuca varmışlar. Penaltı atışı sırasında kalede kaleci yokmuş gibi düşünmek penaltı başarısını arttırıyor.

Exeter Üniversitesinden Greg Wood penaltı atışları üzerine yaptığı psikolojik araştırmada kaleciyi yok saymanın stresi azalttığını ve golü yapmak en iyi yolun hangisi olduğunu bulmayı kolaylaştırdığını belirtmiş.

Merhamet

nehar | 08 May 2010 14:26

Ne zaman orada burada, banyoda, mutfakta zor durumda kalmış ıslanmış sinek, bocek, karınca v.s görsem hemen kurtarmak için elimden geleni yapar, uygun olduğunu düşündüğüm bir yere bırakırım. kış günü soğuk odada vızıldayıp duran bir sineği yakalayıp sıcak odaya saldığımı, yaz sıcağında elimdeki bir damladan su içmeye çalışan sineğe elimi iyice ıslatarak su verdiğimi bilirim. çok düşünerek yaptığım bir şey değil belki ama içimden gelen, yapmadan rahat edemediğim bir şeydir bu.

Geçenlerde yine lavabonun kenarında kıpırdayan ıslanmış küçücük bir canlı gördüm her zamanki gibi hemen bir parça kağıtla aldım onu, azıcık kuruyunca hareketlendi ve birden kağıdın üstünde zıplayıverdi. Bunu görmemle birlikte kağıdın arasında ezmem bir oldu zavallıyı. Ben değil miydim abdesti yarım bırakıp, onu kurtarmaya çalışan daha demin, refleks miydi ? ne olmuştu bilmiyorum, sadece bir an o iğne ucundan azıcık büyük canlının bir pire olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Sanırım bite pireye duyduğum fobi bir anda bunu yapmamı sağlamıştı. sonra birden çok pişman oldum ve kendimi çok kötü hissettim.