bildirgec.org

öyle işte hakkında tüm yazılar

Hasibe’nin Gözlüğü

linet | 20 February 2008 17:15

Annem beni markete gönderdi, ama ben internet cafe de bu blogu yazıyorum. Burdan eve gidince de Ayşe Hanım teyzelere güne gidecekmişiz. Ben kitap okumak istiyorum oysa ki Goethe nin Faust unu aldım. Hayal kurdum elimde bu kitabı gören yakışıklı entel çocuk gelecek ve msn adresini verecek diye. Ama hala gelen giden yok, karşımdaki masadaki çocuk kesin sanal sapık, yüzü şekilden şekile giriyor. Offf yaa abim kestirmeseydi interneti ne güzel evden giriyor, bu sapıkların arasında vakit geçirmiyordum. Ahaa bu da ekmek alan baba modeli, karısına ekmek almaya gidiyorum diyip internet cafe de sanal aşkıyla yazışıyor, adi herif, karşısında yazan paçoza ne demeli? Tamam benimde oldu sanal aşklarım ama ben hep masum takıldım, öyle aç diyince açmadım kamerayı yani…Zaten abimin baskısıyla bu türbanı takalı beri kendimi uzaylı gibi hissediyorum, sanki herkes bana bakıyor. Bak iğne batıyor yine, allam ya ben dedim abime çene altı bağlayayım diye yok dedi bizim cemaat böyle bağlıyor, senin cemaatine emi.. Sen o cemaate gidip huu çekerken birbirnize değdirdiğinizi cümle alem biliyor, allahın homofobik olduğunu sanan gizli eşcinselleri. Bak ağzımı bozdurdular benim, sevgili okur kusuruma bakmayın, ben bir kenar mahalle dilberi olabilirim ama en az burda ahkam kesenler kadar gündemden haberim var. Mesela şu felsefeci kadın Simone de Beauvoir’in çıplak resmini gazetede gördüm, kıyamet kopmuş dünyada, kadında güzelmiş bence, Türk kadınlarına benziyor, kocaman kalçalar, ince bel. Neyse ne diyecektim bu kadın tüm ruhunu, aklını, düşüncelerini açmış dünyaya bedeni gözükse ne olur? Bakın bakın kadın ne demiş; “Evlilik geleneksel olarak kadinlara sunulmus tek gelecektir.Bir çok kadin ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmistir, ya da evli olmadigi için aci çekiyordur. “ simone de beauvoir

Dut Ali

| 25 July 2007 14:27

“Dut Ali, diye başlıyordu şarkı; Dut Ali uzanamıyordu kırmızı dutlara. Ama bilmeliydi ki beyaz dutlarda en az kırmızı dutlar kadar tatlıydı” Grup: Zen, Albüm: Neyzen tevfik bakırköy hastanesinde. Albümün adını yanlış yazmış olabilirim. Burdan oturduğum yerde deniz karşımda, gökyüzü Almanya bayrağı gibi. Terlemem durmuş durumda. Çünkü dinlenmek için soluklandım. Çayımda geldi. Oturdum pc karşısına. Müzik seçimi pink martini(kötü bir tercih). Zaten büyük bir ihtimalde bunları yazmama ön ayak oluşturan etmenler, yukarıda saydıklarım. Bir pencere işte baktığım. Başka bir pencereye baktığımda insanlar ölüyor, ormanlar bitiyor bildiğiniz hikayeler. Vicdani sorunları olan insanlar gece uyuyamaz der balzac. Vicdanımız ne durumda ona bakmalı. Birde vicdansızlar var gerçi. Ne diyordum ben unuttum. Kafam dalgın. Samimi olmaya çalışıyorum. Bakıyorumda ne kadar zormuş. Kalıplarla çıkıyor ya kelimeler. Gerçi beynimizde kendimizle konuştuğumuz gibi de konuşmamız gerekmiyor. Birde şu var değil mi? okuduğumuz yazıda kendimizden bir şeyler bulmalıyız. Veya bizi şaşırtmalı. Bilmiyorum inanın ki hiçbir şey bilmiyorum. Kelimeler yan yana geliyor ama bir sıra oluşturabiliyor mu? Onu bile bilmiyorum. Sigaram terden ıslanmış. Hayat şu yazdığım an gibi geliyor bazen. Bazende tüm geçmişim. Belkide gelecek. Standartlara sığınıyorum çoğu zaman. Ama hep bir huzursuzluk. Elimden bir şey gelmiyor veyahut çok tembelim. Ya sorumluluklar onları nasıl yadsırım. Yadsımak, reddetmek, neyhetmek nasıl kelimeler bunlar. Bu yazıda okuyan herkes için bir şeyler vardır. Mesela bir kelime. Bir cümle. Bu koşullama çok felaket. Hiç bu kadar girmemiştim içine bu sınıfların. Çeşit çeşit insan. Çeşit çeşitin arasında virgul olmayacak sanırım. Belkide olacak. Bir yazabilsem neler anlatacağım derler ya. Konuşuyorum belkide yazmıyorum. Zürafanın saçlarını taramak diye bir deyim vardır fransada saçmalayanlar için kullanılır. Benimkisi o hesap işte. Saçlarım olmadığından zürafanın saçlarını tarayıp duruyorum.Aklıma geldi birde zürafanın kokusu 1 kmden duyulabilirmiş. Koklanabilirmiş.Çok konuştum. Mazur görün tedavim tamamlanmadı. Bukowski’nin bir sözü vardır “beş yıl, uyumak isterdim ama izin vermezlerdi” benimkisi o hesap. Bu kadar yeter şimdilik yine tamamlayamadım yazımı. Rasyonel değilmiyim yoksa, çok üzülürdüm eğer böyleyse. Çünkü domatesler çürümesin diye deep freeze atıyorum her defasında.

Untouchable Zen İnsanının Son Yazısı

| 12 June 2007 15:55

Hafif mecmuasında bulunduğumuz süre zarfında, nacizane hasbe’t-tevazü ile mütehalite istihraçlar eyledik. Şark ve garb müelliflerinin, mülakat mekanı olması sebebiyle şahsımızı -nabecca- bu mecmuaya yakin hissettik. Hafif insanları tarafından muahezeye düçar olduysakta, hüsn-i tellakkiye mazhar dahi olunduk. Hafifin rüesasından mahz-ı matlubumuz zuhur etmediyse dahi vukuf istihraç eyledik. Bazen tazyi-i evkat addettik yazılarımızı, bazen mütala-i cedide. Haşiye-i tavileden kaçınıp, tetebuatlarımızı hülasa eyleyip; mülahazanıza sunduk mütenasib bir şekilde. İstiğrab eylemekten fikdan şahsımız, afil seng-i itirazlar fırlatmaktan da iba’etmedi. Velhasılı kelam ömrümüzü mütekaid olarak mevki-i müncemide de penguen hayvanlarına turp satarak geçirmeye karar verdik. Cümlenize sürç-ü lisan ettiysek affola der, bir lafzla kelamımı sonlandırmak arzu ederim..
Der zir-i felek na çişt
Raks-ı berre der dukkan-ı kassab

Bayan Hentbol Takımı

| 03 June 2007 10:58

Canavar düdüğünün yokuşunda yavaş adımlarla yukarı çıkarken karşıdan hızlı bir şekilde koşarak gelen bayan hentbol takımı, büyük bir hışımla yanımdan geçerken gölgemin yırtılmasına sebebiyet verdiler. Arkalarından, gün ışığına çıkmamış; içinde erkek ve kadın uzuvları bulunmayan, akraba-i talukatı barındırmayan nice küfür salladım da dönüp bakmadı; bu kısa donluların hiç biri. Hamili pusula sayın kendim gölgemi alaraktan terzi Bunuel’in yanına gittim. Abi dedim bizim gölge yırtıldı şunu iki dakkada hallet.” Yok, olmaz” ,dedi. Biraz düşündüm ve gölgemi orda bırakmaya karar verdim. 2 gün sonra alırsın dedi bana bunuel amca. Neyse, herşey böyle başladı. Garipleştim birden. Ne kadar diğer işçilerden farklı olacağımı düşünsemde, Amerika’ya inansamda; içimdeki garip hissiyat dinmiyordu. Ben de düşündüm; gireyim hafif kıraathanesine, bir çay içip çıkarım. Maksadımız biraz gevşeriz. Haluyeti ruhiyemiz pek bir otomatik portakal. Kuvetin içine radyo atacak adamda bulunmuyor vesselam white rabbit çalarken. Baktık hafif kıraathanesine genel mevzu dedikodu, aşk neyse ki fildişi sahillerinden aldığım kulak tıkacım yanımdaydı ki, bir çay söyleyip tıkayabildik kulaklarımızı. Kafamda 122 platipus, 34 zürafa, 22 mus geyiği dolaşırken bir şey dikkatimi çekti; (sesler gidip, 4 duyuyla kalınca ) kıraathanedeki bir çok kimsenin gölgesinin olmadığını fark ettim. İşin ilginci sanki insanın gölgesinin olmaması normalmiş gibi davranmakla kalmayıp geyikler üstünde niagara şelalesinden atlayıp intahar eden balıkçı kör allen’ın, “unsatisfied generated metabilizied sympaticly grown pimps dome” filminde sevgilisine kur yaparken kullandığı; alt dudağını, üst taraf sabitken hafif sol tarafa çekip dişiyle bastırmak ;hareketiyle birbirlerine kur yapmaktaydılar. Bir an için bunun normal dışı bir şeymiş gibi düşündüysem de sonraları aslında bunun olağan bir şey olduğunu, tek sorunun gölgemin yanımda olmayışı olduğunu hatırladım. Çayım gelmişti bu arada, bütün bu düşünceler aklımdan bir kağnı arabasıyla geçerken. Çayın içine normalde 1 adet şeker atacağıma, bu garip hissiyat dolayısıyla şekerin mutluluk verebileceği ümidiyle 2 adet daha şeker ekledim. Çayımdan bir yudum aldım. Arkama yaslandım. Sigaramı yaktım, çakmak taşı biten çakmağımı kibritle yakmak suretiyle. Birden keyiflendim. Diğer işçilerden farklı olacağımı ve Amerika’ya inanıp Amerika’da cenneti bulacağımı düşünüp hayallere daldım…

Doğum Sendromlu Çocuklar.

| 26 April 2007 13:32

KISM-I EVVEL

MUKADDİME

Şimdi ilk okuyunca abi yanlış mı yazmış, acaba dawn sendromu olmasın bir bakalım demiş olabilirsiniz. Neyse bu yazıyı bayağıdır yazmayı düşünüyordum lakin başlığını glass sendromu koyacaktım. Sonra glass sendromunun çok çiy duracağını düşündüm.Ama bu başlıkta çok iddialı sanki tıbbi bilgiler verecek gibi duran bir başlık.Neyse lafı uzattım ama belkide uzadıkça bir lastik gibi bir şeyler yapışır üzerine; hani uzayan şeylerin hacmi artar ya(kimbilir aklınıza ne getirdiniz). Size tavsiye eğer size uzayan bir şeyden bahsediyorsam ve bu lastik gibiyse kesinlikle sakızdır.Şimdiden bazılarınız sıkılıp bırakmak isteyecektir yazıyı lakin zaten herkesin okumaması için böyle bir giriş yaptım. Bu noktada siz yazıyı buraya kadar okumuş iseniz bu noktadan sonrada okursunuz. Pek tabi acil bir işiniz çıkmazsa. Sanırım şu fight club ın yazarının bir kitabıydı işte adam anlatıyor okumayın bu yazıyı eğer şöyleyseniz böyleyseniz; e mubareğin adamı bunu reklam için yaptığın belli bizim gençler bayılır atlamaya böyle şeylere neyse şimdi o yazarı seven arkadaşlar bana kızacaktır ama ninni söyleyerek, tıkanarak, peygamberler göstererek olmuyor bu işler.

Hüzün nedir, biliyor musunuz?

| 22 April 2007 17:38

Hüzün nedir biliyor musunuz… Bir çocuğa son paranızla alıp verdiğiniz çikolatanın yere düşmesidir… bir pazar günü bir aileyi uzaktan izlerken aile reisinin gelip sizden fotoğraf çekmenizi istemesidir… dünyada insanlar açlıktan ölürken yediğiniz yemekten utanmanızdır… kimsenin gelmediği bir adada, kimsenin gelmeyeceğini bile bile beklemektir…
gecenin en güzel saatlerinde ayın yansımasını demir parmaklıklar arasında izlemenizdir… Nöbette beklerken size sıkılan kurşunla yere yığıldığınızda, elinizin sevdiğinizin vermiş olduğu mendile gitmesidir…. Çöp kutusundan bulduğunuz atıl bir oyuncak arabayı akşam çocuğunuza getirmektir… Yaşlı bir insanın yıllardır yaşadığı eşini kaybettiği halde çocuklarına destek olmasıdır… hüzün; bir kaybedişe gülümseyiştir, hüzün; hayatın güzelliğini görmektir en büyük acılar içinde, hüzün; peş parasız sokaklarda gezerken cebindeki son parayla aldığı ekmek arası döneri bir kediyle paylaşmaktır… Hüzün nedir biliyormusunuz; 16. kattan aşağıya atladığınızda yüzünüzdeki gülümsemenin kaldırımda çıkmasıdır…

Değişik bir diaolog…

| 02 April 2007 19:15

Sürekli gittiğim bir internet cafe var. Bu kafede takım elbiseli, kıravatlı,65-70 yaşlarında bir amca var kasada.Yaklaşık 1-2 aydır o kafeye gitmekteyim.Kafeye girdiğimde kolay gelsin derim. Amca da bana hoşgeldiniz der.Bu şekilde sizli bizli ve fazla konuşmadan bir tanışıklığımız var. Neyse bu gün yine selam verip geçiyordumki masaya beni durdurdu size bir şey diyeceğim dedi. Buyrun dedim bende. Siz çok ağırbaşlı ve oturaklı bir iktisat mezununa benziyorsunuz dedi ayakları yere basan.Anında çok şaşırdım teşekkür ederim dedim.Fazla uzatmamak için konuşmayı ve bir an önce nette işlerimi bitirmek için.Ki düşündümde ağırbaşlı birinden ziyade simsiyah giyinmiş kirli sakallı bir mahalle delikanlısına benziyordum daha çok.Neyse ben teşekkür edince sizce benim 1980 de yazmış olduğum tez ne hakkında olabilir diye sordu bana.Bende düşündüm şimdi ayvayı yedik amca bizi rehin aldı kesin. Düşündüm bu iktisatçı dediğine göre bana kesin iktisatla alakalı bir tez yazmıştır diye. Tahmin etmem zor olur dedim ama sanırım iktisatla alakalıdır diye söyledim.Amca bana ergenlikte cinsellik ve kadın üzerine bir tez yazdığını ve tezin 75 sayfa olduğunu söyledi. Bende içimden tamam dedim ayvayı yedik zaten normal biri bulmaz bizi.Ama amcayı tanısanız uslubu ve türkçesi çok kibar ve tam bir Atatürkçü kendini geliştirmiş bir adam.Neyse sonra devam etti konuşmaya aslında gıda üzerine bir tez yazmak istiyormuş ama hocası cinsellik üzerine tez yazmasını söylemiş diye.Amca o kadar hararetli anlatıyorduki yıllardır kimseye anlatamadığı şeyler gibi bende dinliyordum severek.Sonra sordum hangi okuldan mezunsunuz diye.O da ifşa gibi bir şey dedi.Anlamadım ne demek olduğunu üstelemedimde. Sonra bana sordu hiç yurt dışına çıktınız mı diye.Ben çıkmadım dedim.Ben çıktım hollanda, isviçre,fransa gezdim dedi. Hatta dedi o zaman 1980lerdeki avrupalı gençlerle şimdiki türkiyedeki gençleri bir görüyorum dedi.Nasıl dedim.Yani dedi o zamanlar rahat rahat orda öpüşüyorlardı o zamanlar şimdide Türkiye’de bu şekilde rahat gençler dedi.Evet haklısınız dedim.Sonra size biraz müstehcen bir şey anlatmak istiyorum dedi.Buyrun dedim.Bu anlatacağım şeyi 1980 yılında hollandadan geldiğimde arkadaşlarıma anlatmıştım çok gülmüşlerdi dedi bana.Bende içimden acaba ne anlatacak diye merak ettim. Bundan sonra aynen kurduğu şekliyle cümleleri aktarıyorum size.Bir gün hollanda sokaklarında yürürken,afedersiniz duvarda bir resim gördüm.Resimde bir kadın amiyane tabirle çok affedersiniz domalmış ve vajinası gözüküyor.Arkasında da kocaman ve upuzun cinsel uzvuyla bir adam; ve adamın cinsel uzvunun hemen üst tarafında sexshop yazıyordu.Düşünsenize adamların reklamları bile ne kadar uçukmuş 80’lerde dedi bana. Bende güldüm ve tezimi yazmam gerekiyor, bana bir masa açarmısınız dedim ve masaya oturdum ve şimdide size bunları yazdım masaya oturur oturmaz…

Gülmekle ağlamak kardeştir..

| 10 March 2007 15:12

Bu gün size gülmekle ağlamanın kardeş olduğunu göstereceğim. Ama bir adet samimi arkadaşınıza ihtiyacınız olacak. İlk önce arkadaşınıza soruyorsunuz gülmekle ağlamanın kardeş olduğunu öğrenmek istermisin diye. Arkadaşınız evet derse işte deneyimiz başlıyor. Evet sözünü duyar duymaz arkadaşınızın yanağına bir tokat patlatıyorsunuz. Sonra o size bir tane patlatıyor. Böylece sırayı şaşırmadan giderek tokatların şiddetini arttırıyorsunuz. Gözünüzden yaş gelince de bırakıyorsunuz zaten o hadde hem gülüyor hem ağlıyor olacaksınız.. Teşekkürler.. Bu yazı Platipusları koruma derneğinden izin alarak yazıldı…