bildirgec.org

öykü hakkında tüm yazılar

KÖPRÜ

teacher07 | 17 December 2009 12:24

Güley Nine’nin evine ulaştıklarında Öğretmenler yorgunluktan bitkin durumdaydılar. Doğa kardan yorganını bütün yöreye örtmüş; hem de inanılmaz kalınlıkta, yolar ıssız, dağlar ürkütücü, ayaklarında edikler dört beş saattir yürümekten güçleri son noktasındaydı. Kalın zincire bağlanmış köpeğin boynundan tutan Yusuf buyur etti yolcuları. Daracık bir pencereden ışık alan odaya zor attılar kendilerini. Dışarının parlak kar ışığına alışık gözleri bir an hiç bir yerini seçemedi odanın. Neden sonra Güley nineyi seçebildiler, geldiklerinde hoş geldiniz çocuklar demişti Kürtçe, torunu Yusuf çevirdi, “hoş bulduk anne” dediler. Yusuf koşuşturdu, ediklerini çıkarmalarına yardım etti, sıcak su getirdi, ellerini yüzlerini bir güzel yıkayıp rahatladılar. Kuru yavan, ellerinden ne gelirse ağırladılar torunuyla Güley Nine. Sıcak çay bütün yorgunluklarını silip götürdü.

Güneş dağların ardından kaybolmak üzere, davrandılar yola, bir an önce karşı yakaya geçip evlerinde rahatlamak için. Kimseye yük olmak istemediler, yoksa rahatlarına diyecek yoktu. Köy dağınıktı, en kalabalık yer okulun bulunduğu bölümdü, Kenger Alanı. On beş dakikalık bir yolları daha vardı ama Göksu yol verirse…

Aydilge Sarp

admin | 08 December 2009 12:44

lunaroom.net adresinden alınmıştır (fotoğraf:gökçe pehlivanoğlu)
lunaroom.net adresinden alınmıştır (fotoğraf:gökçe pehlivanoğlu)

Rock müziğin yeni seslerinden Aydilge’yi ben daha önce yayımlanan kitaplarından tanıyordum. Blumia Sokağı’nı okumaya ise anca fırsat bulabildim. Kitap, 2002 yılında yayımlanmış. 1.57 boyu ve 70 kilosu olan Aylin’in zayıflama çalışmalarına başlaması ile başlıyor hikaye. Hoş benzetmeler, akan bir anlatım. Her kitapçıda bulamayabileceğiniz (ikinci baskısını görmedim henüz kitabın) bu kitabı öneriyorum demek çok mantıklı olmayacak.

Lale Müldür / Seyhan Özdamar – Medine & Kavun Likörü

kahramancayirli | 20 November 2009 12:41

kokteyl afişi..
kokteyl afişi..

Artshop Yayıncılık, bugün (20 Kasım 2009 – Cuma) Misket Cafe’de, 17.30da, İstiklal Cad. Mis Sokak No: 12/A Beyoğlu-İstanbul adresinde bir kitap tanıtım kokteyli düzenliyor..Kokteyle mevzu bahis kitapların çoğunluğu, beni heyecanlandıran şiir kitapları… Lale Müldür / Seyhan Özdamar’ın Medine & Kavun Likörü, listemizin ilk kitabı. Geçen yıl Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazanan Cevat Çapan, Çağdaş Amerikan Şiiri Antolojisi ve Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi ile kitapçı raflarında yerini alacak. İlyas Tunç, Sesler ve İncelikler ve Karnaval
isimli iki şiir kitabı ve Sessiz Yaşamın Şarkısı isimli Cai Tianxin’den çeviri eseriyle okurlarla buluşacak. Vedat Akdamar – Didem Görkay, Gökyüzüne Düşerken Melekler ve İntihar Eden Şairler Antolojisi ile şiirseverlere yol gösterecekler. Dergilerden ismine aşina olduğum Serdar Koçak, Pervazda ve Dünyanın Seherlerinde isimli kitaplarıyla, Metin Fındıkçı, Sen İçerde Uyurken; Tayyibe Atay, Yıldız Kovalayan Tel; Sedat Demirkaya, İkiden Büyük Bir / Şiirler – Yorumlar; Fatma Koşubaşı, Denizin Üvey Kızı; Meltem Arslan,
Siyah ve Gümüş adlı eserleriyle önümüzdeki günlerde okurlarıyla buluşacaklar…Bir de Büyülü Yolculuk isimli bir kolektif öykü çalışması var, yazarları F.Burçak Akı, Gülru Pektaş, Mine Karakuş, Münire Özgencan ve Sema Balaban. Tüm edebiyatseverlerle tanıtım kokteylinde görüşmek üzere…

anı

astral | 18 November 2009 14:11

Bir sabah kalktım. Buz gibi bir dünyaya kalktım. Kendi soğukluğumda yüzümü yıkadım, sabahın ayazını içime soludum. Giydim papuçlarımı, olmayacak bir sabaha uyandım. Uyandım. İçimde sürdürdüğüm kelimelerimle kendime sıcak bir öykü yazdım. Yüksek bir yere çıktım, en yüksek, sakladığım öykümü aşağılara bıraktım, dileklerim kabul olsun diye. Tuttuğum nefesimi bırakmadan usulca, kimse görmeden ağladım. Çocukluğumdaki aynı kızın gözlerine baktım aynada. İnandım ona. Çoktan beri topladığım güllerimi aldım elime. Bir sıcak tebessümün içimde bıraktığı matemin yolunu tutmak üzere yola çıktım. Kendi çıktığım yolda kendimi unuttum. Çoktan unutmuş bir ben vardım artık. Unutunca her şey değişti. Soğuk değişti, bulutlar değişti. Dedim ki, dileğim oldu. Oysa olan bendim, dilek de buydu. Ağlayan kız gözlerini sildi. Matemini duvara astı. Sustuğu anılarını albümlerden çıkardı. Valizin içine koydu. Bir bilet aldım uzak, uzak bir şehre. Dönüşsüz bir bilet yalnızca. Valizimi otobüse yerleştirdim. O uzak şehre yakınlaşırken valizim benden bir o kadar uzaklaştı. İçim temizlendi. Bu şehir temizlendi. Kar beyazı anılarım bana kaldı. Anılarımın matemi o yeni şehre…

Hülya Saat – Senem Dere

kahramancayirli | 17 November 2009 09:42

ilknokta.com adresinden alınmıştır.
ilknokta.com adresinden alınmıştır.

Hülya Saat, Senem Dere’nin ilk öykü kitabı. Kitabın ilk öyküsü “Saklı İstasyon”u okurken, müthiş detaylar, somut bir atmosfer, iyi betimlemeler, iç içe geçmiş olgular, insanlar karşılıyor okuru. Özellikle “Makas” öyküsünde cümleler usta işi. Zaten Dere’nin bu öyküleri nitelikli edebiyat dergilerinde yayımlandı daha önce, ciddi bir editoryadan geçmiş öyküler bunlar, böyle olunca insan olumlu beklentilerle alıyor kitabı eline. Kitap beklentileri boşa çıkarmıyor. Epeydir okuduğum en keyifli hikaye, “Makas”.

Rengarenk bir öykü kitabı : Birbirimize

kahramancayirli | 05 November 2009 17:53

Rengarenk bir öykü kitabı : Birbirimize

Kahraman Çayırlı

tulumba.com adresinden alınmıştır.
tulumba.com adresinden alınmıştır.

Yıllarca su gibi, edebiyatlı röportajlarını okudum Ahmet Tulgar’ın. Şimdi ise öykü kitabı Birbirimize var elimin altında…Dili steril, Tulgar’ın. Ne fazla ne az. Abartılı tasvirler, uzun uzadıya benzetmelerle yormuyor hikayeleri. Ağır olmadığı için hareketli bir anlatım. Kitap süresince dört kez “refüze” sözcüğünü kullanması haricinde hiçbir olumsuz fikrim yok dili hakkında.

radikal.com.tr adresinden alınmıştır.
radikal.com.tr adresinden alınmıştır.

Lokantada isimli hikayesini okurken hissediyorum ki, öykü karakterlerinin ruh hallerini ustaca bir incelikle işliyor cümlelerine. Ayrıca cesurca.Ağırlıkla çok kısa öykülerden oluşuyor, Birbirimize. İkisi isimli öyküsüne özellikle dikkat çekiyorum, çok sıcak, iki tam sayfalık sıkı bir öykü çünkü. Savaş adlı öyküsü ise iki yoğun cümleden ibaret başka bir ince öykü. Sadece iki cümle ama sayfalarca uzatılarak sünebilecek bir duygu sağanağını olduğu gibi naklediyor.

dogankitap.com.tr adresinden alınmıştır.
dogankitap.com.tr adresinden alınmıştır.

Manzara isimli öyküsünü bitirdikten sonra Tulgar’ın noktaların, anların küçük hikayelerini yazdığını fark ediyorum. Deneysel bir koku geliyor burnuma. Nokta etrafında dönmüş, aynı noktaya bambaşka yerlerden de bakmaya çalışmış.Kapak, kitabın içindekileri ele verir mi? Birbirimize’de veriyor sanki. Kapakta kırmızı, sarı, yeşil ve mavi harfler var ikişer üçer. Hikayeleri okudukça, rengarenk bir öykü kitabının içine düştüğümü fark ediyorum. Mutlulukla.Selim İleri’yi anımsatan yeni bir öykü izleği gördüm Tulgar’ın hikayelerinde. Dilerim aynı yoldan yürümeye devam eder. Birbirimize’yi, Selim İleri’nin Cumartesi Yalnızlığı kitabının hemen yanına koyuyorum rafta. Yakışıyorlar.

Birbirimize / Ahmet Tulgar / Everest Yayınları / Haziran 2009 / 99 sayfa

VESİLEYLE AŞK

gunesligunler | 25 October 2009 12:17

Bir yalnızlaşmak öyküsüdür aşk…
Ötekileşmek,
Sonra yalnızlaşmak mahşeri yerinde
Mızrak saplanırken yüreğe
Acısız, aşktan yitirmektir canı
Koşup terlemek değil, deryasında kavrulmaktır aşkın
Yaşam mı?
Onsuz yaşanmıyor, onunla oldun mu bitiveriyor.
Aşk’ın öyküsü kısadır hayat kadar.
Bir vardır sonra hiç yoktur.
Bir sihirbaz gelir
Şapkadan çıkarır; ilk görüşte aşk diyor insanlar buna.
Bir kahraman saldırırken düşmanına
Bütün bilinciyle sarılırken davasına
Sıkarken kurşununu hedef almadan, yüreğiyle gözlemesidir: Aşk!
Sonra hiç yoktur aslında aşk
Var olduğu kadar… Kayıptır!
Ayrılık der insanlar.
İşte böyle: bir vardır, bir yoktur aşk.
Hiç olmadığı kadar varlığı; her zaman olduğu gibi yokluğu
Aranandır aşk…
Bazen ana avrat küfredilip
Sokağa atılan piç edilen
Bazen de şık bir kentin asılı kalan trafiğinde bekletilip
Çaresiz yeşilin yanmasını bekleyen.
Vesselam aşk hep vardır hiç olmaz.
Mem yanar zin kavrulur.
Aşk arada dansözdür bazen.
Oynar oynar döner götünü gider.
Rahmin bekâret kilididir
Onu ancak “o” açar
Bir de “zor”(?)
Ağaçları yanmış, hayvanları ölmüş bir orman
Yağmurunu yitirmiş, bulutları yok olmuş bir gök
Sonra bir acı matem sonra bir insan
Aşk yaşatandır diyorlar insanlar
Aşktır bizi ayakta tutan
Bir vardır, olmasa da hep vardır aşk.

Kitaplığınızda “Eldiven” e yer açın!

morkadln | 23 October 2009 14:58

Eldivenler, Hikayeler Murathan Mungan‘ın metis yanınlarından çıkan yeni kitabı.
Eldivenler, Hikayeler, 1997-2009 yılları arasında yazılmış öykülerden ve 159 sayfadan oluşuyor.
Henüz okumaya başladım ama sizinle paylaşmak için daha fazla bekleyemedim. Kapak resmini Arzu Başaran‘ın başarılı bir şekilde hazırladığı bu kitabı reyonda gördüğünüz an bakmadan geçemiyorsunuz. En kısa zamanda sahip olmak istiyorsunuz. Böylesi bir albenisi var.
Kadınlar,erkekler,ilişkiler hakkında on öykü bulunuyor bu kitapta

  • Eldivenler
  • Ansızın her şey
  • Kaset
  • Yaz gibisi var mı?
  • Kötü adamla kötü kadının aşkı üzerine küçük bir film
  • Krepen’in Duvarı
  • Islık
  • Çarpışma
  • Tabut
  • Geçici kesinlikler

Bunu duyumsuyor olmam da iyi. Birbirinin ardı sıra ortaya çıkıp çoğalmaya başlayan bu duygularla benden önce içim diriliyor sanki. Kilitli kaldığım kaskatı bir uyuşukluktan yavaş yavaş çözülüyor gibiyim.

Murathan Mungan
Murathan Mungan

Oyun

absynthe | 05 October 2009 14:36

Bengisu: Hadi evcilik oynayalım. Sen benim kocammışsın. Sabah kalkıcaz, kahvaltı yapıcaz. Ben seni öpücem. Sonra işe gideceksin sen. Ben de evi toparlıycam. Sonra komşu gelicek, onla oturucaz, kocalarımızın dedikodusunu yapıcaz. Komşu gidicek, ben yemek yapıcam. Sonra akşam olucak, sen geliceksin. Yemeğimizi yicez, televizyon seyredicez. Sen uyuyakalcan televizyon başında. Ben seni zorla kaldırıp yatağına götürcem. Tamam mı?
Berkcan:Hayır, bak şimdi. Sen benim karımmışsın. Sabah kalkıcaz, kahvaltı yapıcaz. Ben seni öpücem, çocuğu yuvaya bırakıcam; sonra da ikimiz de işe gidicez. Çok yorulcaz işteyken. Akşam eve gelcez. Buzdolabından donmuş yemeği çıkarcaz, ısıtıp yiycez. Sonra kavga etçez. Ama sonra birbirimizi affetçez. Sonra da uyucaz. Tamam mı?
Bengisu: Tamam o za-
Ayfer: Bengiii, bitirin oyununuzu artık kızım. Berk’in annesi birazdan işten çıkar, ellerinizi yıkayın oyuncaklarınızı toplayın bakayım. (Kapı çalar) Ah bak işte geldi görüyo musun! Çabuk çabuk o oyuncaklar toplanıyoo! (Kapıyı açar) Ay hoş geldin şekerim, gel beş dakka otur çene çalardık..
Selma: Kusura bakma canım, baya yorgunum da çok yoğundu bugün şirkette. Zaten Berk’i de bütün gün size bıraktım aklım kaldı bi yaramazlık yapmıştır diye.
Ayfer: Olur mu hiç, kardeş kardeş oynadılar Bengi’yle-
Selma: Valla çok yaramazlık yapmıştır o, dedim ne güzel yuvaya git ama tutturdu her gün gidiyorum zaten, bugün Bengi’yle oynucakmış.
Ayfer: Her gün gelsin, bizim kıza da arkadaş oldu ne güzel.
Berkcan: (Koşarak gelir, kafasını yukarı kaldırır) Anne.
Selma: Heh gel bakalım gidiyoruz Berkcan.
Berkcan: Anne azcık daaaa lüüttfenn…
Selma: Hayır hadi al oyuncaklarını gidiyoruz.
Ayfer: Yarın yine gel Berkcan olur mu?
Berkcan:Anne?
Selma: Olmaz Ayfer teyzesi, yuvasına gitsin artık, başka zaman yine geliriz.
Ayfer: İyi o zaman bekliyorum ama.
Bengisu: (Koşarak gelir) Selma teyze biraz daaa dursaydınıııızz.
Selma: Bugünlük yeter Bengicim. Ben yine getircem Berk’i başka bi gün.
Bengisu: Amaa… (Gözler yaşlı)
Ayfer: Neyse o zaman böyle de kapıönünde olmadı ama, başka sefere o zaman Selmacım.
Selma:Tabii tabii şekerim, görüşürüz en yakın zamanda.
Bengi Berk’i öper. Kapı kapanır.

Labirent

fitil | 28 September 2009 10:10

Hızlı adımlarla yürümeye çalışıyordu. Etrafında ismini bir türlü hatırlayamadığı o kocaman şeylerden vardı. Kahverengi uzun gövdelerin üzerinden yine kahverengi daha ince kollar uzanıyordu. Kolların etrafında yeşil yapraklar vardı. Sanki biraz zorlarsa bulacaktı, ama kafasının içi bomboştu. ‘ Tipi varken karanlık bir labirentte kaybolmak gibi ‘ dedi yüksek sesle. Yere yatıp üzerinin karlarla örtülmesini beklemek istedi. Hareketsiz kalıp sonsuzluğa karışmak inanılmaz çekici geliyordu o anda. Ayakkabıları ayağına iyice vurmuştu. Parmakları sızlıyordu. Her adımda acaba çıkarıp çıplak ayaklarla mı yürüsem diye düşünüyordu. O gece hava çok serindi. İnce trençkotuna sarındı. Kafası öyle karışıktı ki! Gözünün önüne bir kedi görüntüsü geldi. Pembe yumağı öylesine yuvarlayıp ipin ucunu çekiştiriyordu ki hayalindeki küçük kız sonunda yumağı eline aldığında karışan kısmı koparıp atmak zorunda kalmıştı. Ama kafasını koparamıyordu. Birden gözlerini yukarıya kaldırdı. Etrafına bakarken kalp atışları hızlandı. Nerdeyim diye düşündü? Karanlığın farkına vardığında midesinden yukarıya doğru bir baskı geldiğini hissetti. Yemek borusu yandı. Şimdi başı da dönüyordu. Çaresizlik suratına o kadar şiddetli çarptı ki çantasına uzanıp içinden minik kırmızı metalik şeyi çıkarması gerektiğini düşündü. O şeyle tam olarak hatırlamadığı bir işlem yapınca huzurlu ve güvende olacağını biliyordu ama tam olarak ne olduğunu hatırlayamıyordu.Ayak sesleri ile irkildi. Metalik aleti çantasına atıp dümdüz yürümeye başladı. Aslında sola da dönebilirdi ama orası karanlıktı ve ayak seslerinin sahibinin kötü birisi olma ihtimaline karşı ışıklandırılmış yolu seçmesinin doğru olacağını düşündü. Arkasından gelen erkek sesi artık ne olacaksa olsun deyip durmasına neden oldu. Her şey o kadar anlamsızdı ki sıcak bir yaz gününde kafasını buzdolabının içine uzatıp geri çıkardığında gözlük camlarının buharı yüzünden her yerin o kopkoyu sise boğulduğu anı hatırladı.