bildirgec.org

ölüm hakkında tüm yazılar

RÜYALARIM__

poseidon2000 | 01 March 2006 04:10

Uzun zaman oldu uyumayalı. Başımın ağrısı içtiğim biradan mı uykusuzluğumdan mı bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. bazen nefret ediyorum hayattan, kendimden, onlardan, bunlardan, şunlardan… bazen düşünüyorum sonra düşünmek bile istemiyorum. Hala lise yıllarında gençliğin baharında bir delikanlı sanıyorum kendimi. Yalnızlık buhranları, büyüklük sanrıları, aşağılık kompleksleri falan filan. Kurtulmak istiyorum belki de kurtulmanın yolunu bilmiyorum yada korkuyor muyum ne. Her neyse sonuçta kader deyip geçiyorum da kader_nereye kadar_? Acaba hiç mi güzel günün olmadı sorusuna uzun uzun düşündükten sonra cevap bile veremiyorum anlayacağın. Bilmiyorum daha kaç gün geçer böyle seviyormuş gibi yapmalarla, gülüyormuş gibi aldatmalarla, mutluymuş gibi kandırmacalar la. Ölüm nerde bilinmez ki. Merak etmiyorum da değil doğrusu.

Sigara ve İnsan arasındaki benzerlik

melo86 | 25 January 2006 17:59

sigara ve insan, ikiside başta cillop gibi, içmeye başlayınca ömrü kısalıyor, bitince birinin cesedi birinin izmariti leş gibi kokuyor.O zaman neden sigaralarımızı da gömmüyoruz.Haydi dostlar, sigaraların gömüldüğü bir dünya için hep beraber.El ele. Heyoooo heyooo

birisi ölünce ne yapılır?

bayat | 13 November 2005 18:35

yakınımız olan birisi öldüğünde, yapılması gereken şeyler nelerdir, prosedürler nasıldır? merak ettiklerim daha çok yasal işlemler (miras, vergi vs.) ve cenaze işlemleri. kimleri aramak, nerelere gitmek lazım, kimlerden yardım alınabilir? tecrübesi olanlar anlatırsa sevinirim, teşekkürler.

Ölüme ve hayata dair…

redbutterfly | 30 October 2005 21:30

Aristoteles bir yazısında ırmakta yaşayan küçük canlılardan söz eder: Ömürleri bir gündür. Bunlardan sabah 8’de ölen genç ölmüş sayılır; akşam 5’te ölen ise yaşlı… Montaigne ünlü “Denemeler”inde sorar: “Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Sonsuzluğun, dağların, nehirlerin, yıldızların, ağaçların yanında bizim hayatımızın uzunu – kısası da böyle gülünçtür.”

  • * * Son yılların en gözde akımlarından biri “uzun yaşam hırsı”… Modern tıp, ömrün sınırlarını zorlayan buluşlar elde ettikçe, tarihi boyunca “ölümsüzlük iksiri”nin peşinde koşmuş insanoğlunun iştahı kabarıyor.”Antiaging” denilen “yaşlanmayı geciktirme” iddiasındaki hücre tedavileri, hormonlar, ilaçlar, diyetler hep aynı hedefin peşinde: Ölümü erteleyebilmek… Biraz daha fazla yaşayabilmek….
  • * * Haşmet Babaoğlu da yazdı: “Modern insanın uygarlığın temeline koyduğu her tuğla, onu ölüm fikrinden biraz daha uzaklaştırıyor”. Köylerde göz önünde, hayatla iç içe “yaşayan” mezarlıklar, kentte varoşlarda ıssızlığa terk ediliyor. “Dirilerin şehri, ölülerin şehrini kovuyor”. O, günler süren taziye dayanışmaları bitti; internetten mezar yeri ayırtılabiliyor artık… Cenazeler bir şirkete emanet edilip apar topar defne gönderiliyor; camide ayaküstü sohbet ediliyor, telefonla kabre çiçek gönderiliyor, sulama işi 3 – 5 kuruşa mezarcılara havale ediliyor. Ve sonra herkes ölümü hafızasından silip “hayata”, işinin başına dönüyor. İnsanoğlu yüzyıllar boyu tevekkülle teslim olduğu ecelle dalaşıyor. Azrail’e posta koyuyor.
  • * * Ne yalan söyleyeyim, ölümcül bir diyetle tüm dünyevi zevklerden uzak durarak, sağlık merkezlerinde gençlik aşıları vurularak hayata biraz daha tutunmaya çalışanların nafile çabası, Aristo’nun ömrü bir gün süren küçük canlılarının “bahtsızlığını” hatırlatıyor bana… “Sağlıklı yaşam”a bir diyeceğim yok, ama “geç ölüm ihtirası”, “Ne için” sorusunu getiriyor hatıra… “Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş mütevekkil bir davetli gibi kalkıp gidemiyoruz?” “Niçin hayat meşalesini, yenilere devretmekte böyle zorlanıyoruz?” “Bunca yıl yapamadığımız neyi yapmak için ölüme direniyoruz?”
  • * * Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısına asıldığı günden beri tartışma konusu olan o ayet yüzünden yazdım bunları: “Her canlı ölümü tadacaktır”. Kimi “Malumu ilana ne hacet” diye karşı çıkıyor yazıya; kimi “İşe giderken insanın aklına eceli sokup moral bozmanın alemi yok” diye… Oysa benim ayetin devamında okuduğum mesaj gayet basit: “Nasıl olsa sonunda buraya geleceksiniz. Yan yana ve eşit büyüklükte çukurlara gömüleceksiniz. Size bahşedilen hayatı doğru dürüst yaşamaya bakın”. Ayeti böyle okuyunca, daha çok hayatta kalmak uğruna daha az “yaşayan”ların hali size de komik gelmiyor mu? Kainatın uçsuz bucaksızlığı karşısında, ha sabah 8, ha akşam 5, (“Ha 3 gün önce, ha 5 gün sonra”) ne fark eder ki?
  • * * Yine Montaigne ile bitirelim. “Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. öyle uzun yaşamışlar vardır ki, pek az yaşamışlardır. Doyasıya yaşamak, yılların çokluğuna değil, sizin coşkunuza bağlıdır”.

bu yazıyı paylaşmak istedim..

görünmez bir mezarlıktır zaman

nu | 11 October 2005 12:08

görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar an gelir attilâ ilhan ölür

dün gece Attila İlhan‘ı kaybettik.

Dünyanın sonu

onerty | 03 October 2005 14:19

13 nisan 2006 da kimseye söz vermeyin.. 5560 da 1 ihtimalle öleceksiniz.. ihtimal çok büyük gözükmese de kim güvenir ki bu 46 Mega ton*luk, muhtemel çarpma hızı 12,59 km/ saniye olan astreoid’ e..

*46 megaton= (46 x 1.000.000.000) = 46 milyar kg

magazinel günlük

onerty | 21 September 2005 06:03

“cansever le yarışılmaz ki ata”.

evet, overdose şehid?imiz ata türk bayrağına sarılı biçimde ebediyete yolcu edildi. kaçmak istesende kaçamıyosun gündemden 0,5 saat detaylandırıyolar bir şaklabanın ölümünü televizyonda. öldü sonuçta 20 li yaşlarında, arkasından “bıdı bıdı” yapmak hoş değilde; insanın içi “cız” ediyor dağda, tepede mayina basip bayrağa sarılacak bir cesedi bile bulunmayan evlatların ülkesinde bu haberler. popülizm.. bakalım nereye kadar..

baş sağlığı…

Maxipower | 04 September 2005 21:52

buraya hep ilgi çekici güzel yazıları okumak ve bildirmek için girerim. ama bu sefer bir arkadaşlık görevimi yerine getirmek için en azından böyle yaparsam getireceğime inandığım için giriyorum..

hani bilirsiniz trafik kuralları vardır; çoğumuzun umursamadığı. bir türklük adeti olarak “birşey olmaz” diye geçiştirdiği. işte benim üniversiteden bir arkadaşımda muhtemelen aynı düşünce ile geçti motorsikletin direksiyonuna. ancak bu düşüncelerin bedeli onun için ağır oldu.

ne yazıkki bu motorsiklet onun kullandığı son araç oldu. okuduğu endüstri mühendisliği bölümü ile ilgili hayalleri, gelecek planları, yaz okulu ile düzeltmeye çalıştığı ders aritmetiği ve daha birçok şeyi rafa kaldırdı.

six feet under anısına ithaf

aftermath | 18 August 2005 15:40

yüce dizi six feet under‘ı cnbce‘den takip ediyorsunuzdur. amerikan televizyonlarının en güçlü dizisi olarak nitelendirilen, steven spielberg’in en sevdiği dizi olduğunu bildiğimiz six feet under bu pazar anakarasında 5. sezonun bitmesiyle sonlanıyor. dizi boyunca sorgulanan hayat, yaşam, ölüm, zaman, uzay, duygular ve insanı birleştirip tek bir yumruk haline getiyor ve izleyicisinin kalbine ona yaraşır bir şiddetle indiriyor. konuşmamak için zor duruyorum. alan ball‘a sürprizlerinden ötürü oluşan kızgınlığım da anlatmakla bitiremem. bu blog ile serbest bırakıyorum seni six feet under..