bildirgec.org

nostalji hakkında tüm yazılar

Programlarin eski versiyonunu arayanlar

Flashcentury | 12 February 2009 21:00

Eger cevabiniz evet ise sizi buraya aliyim.

daha yenisi her zaman daha iyisi değildir sloganiyla yola cikan sitede bir cok programin eski sürümleri yeralmakta. program dünyasinda nostaljik bir gezintiye cikmak isteyebilirsiniz veya bir programin eski bir sürünü gercekten lazim olabilir.

iste birkac ilginc ornek ;

Tüm arsive buradan ulasabilirsiniz.

müyap arşivinden en iyi şarkılar seçmesi

kahramancayirli | 12 January 2009 16:43

gölge çiçeği gibi şarkılarla dönmesini hayal ettiğimiz reyhan karaca
gölge çiçeği gibi şarkılarla dönmesini hayal ettiğimiz reyhan karaca

mtv türkiye’nin internet sitesine kısa bir süre önce müyap arşivi eklendi. yaklaşık 2800 türk klibinin sitede istendiği an izlenebilmesi anlamına gelen bu gelişme, benim gibi youtube’larda 90ların klipleri peşinde koşanları epey tatmin edeceğe benziyor.

nostalji listemizde 2 şarkısıyla yer alan eda özülkü
nostalji listemizde 2 şarkısıyla yer alan eda özülkü

tüm şarkıları, klipleri bir bir taradım ve sevdiğim şarkılardan oluşan bir nostaljik pop müzik listesi hazırladım. tabii listede bulunması gereken pek çok şarkıyı göremeyebilirsiniz çünkü sadece mtv türkiye sitesinde müyap arşivi içerisinden seçtiğim klipli şarkılar bunlar.

Ahh! Nerede o eski şarkılar…

kalamara | 30 December 2008 16:06

Şimdi 1960’lara,70’lere gidip bir Nil Burak(Yalnızım ben mesela)dinlesek ne iyi olurdu değil mi?

Eski diyoruz ama hiç eskimiyor aslında. Hani şarap 40 yıl sonra daha da bir lezzetli olurmuşya, işte bizim şarkılarımızda böyle bence. Ne Cem Karacanın ne Barış Manço’nun ne de Ayten Alpman’ın yeni versiyonları yok artık dünyada…
Çok iyi yen ses sanatılarımız var ama eski üretkenlik yok demek istiyorum.Yeni sanatçılarımız o eski dediğimiz şarkıları yeniden yorumlayıp okuyorlar. İşte üretkenliğin eskisi gibi olmadığının kanıtı budur. Bir Semiramis Pekkan, bir Hümeyra, bir Ajda, bir Ayla Dikmen…. Ne güzel okuyorlar o güzelim şarkıları. Tekrar o zamana geri dönmek isterdim 35 yaşında biri olarak onlardan canl dinlemek İsterdim şarkılarını. Şarkılar insanı alır götürür o zamanlara her dinlendiğinde…
Zaman tünelini açan bir anahtardır adeta şarkılar.
Nerede o eski zamanlar diyoruzya işte nerede o (eski şarkılar ) ölmeyen şarkılar diyebiliriz aslında…

Nostaljik Bilgisayar Reklamları

dahicocuk | 29 November 2008 09:11

Eskilerden kalma ama o döneme damgasını vuran bilgisayar reklamları.1980’lerde bilgisayar fiyatları düşünce çıkan nostaljik reklamlar

ölüm kapımı çalmasa da . aslı . 75930

kahramancayirli | 30 October 2008 17:10

2000 yılının yazı...
2000 yılının yazı…

hafif.org’ta gezinirken kasetlerle eski videobantlarıyla karşılaşınca iyice nostaljiye sardım..
aslı’nın ölüm kapımı çalmasa da isimli şarkısıyla müzik piyasasına girmesinin üstünden bile sekiz sene geçmiş. tabii günümüze gelene kadar iki albüm daha çıkardı su gibi ve söylediğim şarkılarda saklı olmak üzere..

2004 yılının kışı
2004 yılının kışı

sadece müziğini yapıyor, saçma sapan magazin olaylarıyla iş yapmaya niyeti yok. genç, gerçek bir sanatçı.
ilk albümü neresindeyim’in kapağı ise hala zihnimde durur. burada sizinle de paylaşayım istedim.

uçurumlar

lecteur | 26 October 2008 17:06

bir an=her an, ölümsüzdür. uyanışlar da… rüyası, tanımadık bir parkta yürüyen ve banklardan birine kıvrılıp yatan biri idi (ne eksik ne fazla) ve uyandığında ölümsüzleştiği anda değildi artık. (onunla, bir daha, ebediyen, görüşemeyecek.) yeni doğmuş güneşle terli teninin içinde etrafına baktı. kötü bir rüya görmüş olmalıydı. yada o öyle düşündü . ve şimdi, iki an, iki uyanış olmalı onun için ; ‘ölüm’süzcesine kendisinde kalmış geçmişinde; bir rüyası, bir de gerçeğe uyanış için. ilk hangisi gelmeli?
.bedeninde uyuşukluğu bu yeni dünyanın renklerini canlılandırıyor, ağır ağır. demir örgü çitlerin ardından tek katlı bir bina görünüyor. bir çekirdekçi çiğ sarı taburesinin üstünde iki kalın kara kaştan ibaret, uyukluyor . ayağa kalktı ama devam etmedi : ” “üşüyorum” ” . parkın bitimindeki dev gross market, beyaz cüsseli bir… kapısız penceresiz . kör, hafızasını yitirmiş bir suçlu gibi . araba park yerlerinde dalları kesilmiş yarı ölü ağaç gövdeleri kökleşmiş . sarı çizgilerle sınırlandırılmış zeminde istisnasız herbirinde (..) işareti. . yüzünün sol yarısına buz gibi bir rüzgar çarpıyor . ” “sabah ayazı” ” . tek yaprak dahi kımıldamadı . markete giden yolun caddeyle buluştuğu yerde betondan yontulmuş birkaç ağaç. viyadüklerde üzerlerindeki tozdan duyulmaz olmuş amazon çığlığı anıtları, ağaçlara raptedilmiş pirinç bir ibare : özrün kabahate itildiği uçurum anıtı. onlar doğduğunda bu şehir oradaydı . ve bir zaman sonra şehir, değişmeyen şehirdi onları değiştiren . çünkü şehir onlara, yaptıklarına, anıtlarla veriyordu cevabını; şehrin içinde boğulmamaktı tek amaçları artık, tek becerebildikleriyse buydu . …boğulmak… .

manyetik lamba

xerre | 08 October 2008 01:40

Nal şeklindeki mıknatıstan esinlenerek yapılmış olan bu mıknatıs lamba Seokmoon Woo tarafından tasarlanmış. Mıknatıs ve lamba bölümü olarak iki kısımdan oluşan manyetik lamba demir vb. metal yüzeylere yapıştırıldığında otomatik olarak yanıyor. Kapatmak istediğiniz de ise onu metalden ayırmanız yeterli. Şu an konsept aşamasında olan bu tasarım oldukça farklı ve ilgi çekici fakat tasarımın verimli çalışması için ne tarz bir lambanın burada kullanılacağını merak etmekteyim.

Orhan Pamuk kitabı beklerken fazlasıyla masummuşum….

MerakliKedi | 06 October 2008 13:00

Nobel adaylığı, ödülü alması ve sonrasında çok yazıldı çok çizildi hakkında… Orhan Pamuk benim için önemli bir yazardı. Klasik romanlardan farklı bir tarza geçişimi başlatan, bana farklı bir dünyanın kapısını açan yazardı. Lisenin ilk yıllarında önce Cevdet Bey ve Oğulları ile tanışmıştım onunla. Ardından Sessiz Ev ve tabii ki benim için bir başyapıt olan Kara Kitap ile devam etti tanışıklığımız. Öylesine etkilenmiştim ki kitaplarını bekler olmuştum. Her yeni çıkanı da hevesle alır, okur olmuştum.
Nobel ödülü dönemi özel bir dönemdi. O güne kadar hiç değinmediği konulara girivermişti Orhan Pamuk. Bu konudaki yorumum çok başka. Burası onun yeri değil. Ama şu bir gerçekti ki benim için Orhan Pamuk iyi bir yazardı ve nobel hakkıydı. (En azından ben onun kitaplarını okuduğumda aldığım hazlar nedeniyle kitaplarını yazdığı dönemde diğerlerinden farklı bir yazar olduğunu düşündürmüştü). Sonra kaçışı, gidişi edebiyatçı kişiliğini etkilememişti gözümde.
Masumiyet Müzesi çıktığında bendeki ilk izlenimi bu sefer aradığımı bulamayacakmışım gibiydi. Fazlaca popülerize olmuş, klasik Orhan Pamuk hedef kitlesinin dışına çıkmış bir kitap diye düşünmüştüm. Bir arkadaşım, kitabı özellikle almayı düşünmüyorsam kendisinin verebileceğini söylemişti. Tabi ya, sonra istersem kütüphanem için alabilirdim. Kitabı aldım, okumaya başladım. Geri verdiğim için tam olarak söyleyememekle birlikte kitabın ikinci ya da üçüncü cümlesindeki gramer bozukluğu küçük dilimi yutturuyordu bana. Ama neyse ben devam edeyim dedim. Ettim de… Beş günlük seyahatimde o koca kitabı ve Paul Auster’ın bir kitabını daha bitirdim. Yanlış anlaşılmasın, kitap sürükleyici olduğundan bu kadar çabuk bitmedi. Kitabı yarım bırakmama nedenim, Orhan Pamuk mutlaka bir yerinde Orhan Pamuk’luğunu gösterecek diye düşünmemdi. Onu bir sonraki sayfada bulma umuduyla kitabın son sayfasına kadar okudum. Son sayfayı da bitirdiğimde ise ne elimde, ne içimde hiçbir şey kalmamıştı. Hoş bir nostalji diyenlere Ayfer Tunç’un Müsaitseniz Annemler Size Gelecek kitabını tavsiye ederim. Herhangi bir Türkan Şoray, Hülya Koçyigit, Ediz Hun filmi de işinizi görür. Hem de oldukça kısa zamanda biter. Damağınızda bırakacağı lezzetin aynı olacağından endişeniz olmasın. Masumiyet Müzesi’nde edebi bir eser okuduğunuza dair eşsiz bir lezzet de bulamayacağınıza göre kendinizi kitabı bitireceğim diye paralamayın. Okumamış olmak bir kayıp değil.

Televizyondaki yakın geçmiş-1

Culture Orange | 16 September 2008 16:29

Televizyon seyretmek eskiden güzeldi diye düşünüyorum. En azından gözünü para hırsı bürümüş medya patronları oluşmamıştı daha. Bahsettiğim yıllar çok eski yıllar değil bir 10 yıl gidebiliriz mesela. Çok geçmişe gidersek televizyonun biraz rengi kaçıyor ve siyah beyaza bürünüyoruz. Zaten tv’nin tadı sanıyorum ki 10 yıl önce çıkıyordu. Çizgifilmler olsun diziler olsun hepsi birbirinden güzel ve çileden çıkarıcıydı.
O zamanın dizileride güzeldi. İnsanı bağlar ama izlerken işten güçten etmezdi. Son bölümleri Rosalinda gibi trafik kilitletmez, asmalı konak gibi sinemada yayınlanmazdı. Tadında bırakırlardı. O zamanın komedi dizileri için ise fazla hayal gücüne gerek duyulmazdı.

Yalan Rüzgarı
Yalan Rüzgarı

Normal halkı canlandırmak yetebilirdi. Her gün yaptığı şeyleri tv de izleyen insan diziyi beğenir dizide kendini bulduğu için dizinin başarılı olduğunu düşünürdü. Şu sıralar bundan yararlanan tv dizileri “7 den 70 e herkes bir şeyler bulacak bu dizide” sloganlarıyla yayına başlıyorlar.
Bir at çiftliğinde geçen bir diziden herkes ne bulabilir kendine veya ütopyanın pembe boyalı yerebatan sarayına benzeyen mekanlarından ne anlayabilir ki insan? Hangimiz parmaklarımızı oynatarak yokuş aşağı hızla gemi azıya almış bir bebek arabasını durduruyoruz? Hani kendimizi bulacaktık biz bu dizilerde?
Bir ata binmek için 2 tane 1 ytl ve bir sopadan oluşan düzeneklere ihtiyaç var mıdır? Romanları dizilere uyarlamak ise ayrı bir furya oldu son günlerde. Aman bu yapımlardan biri tutmaya görsün hemen ardından ne kadar roman varsa hepsini dizi yapıp süreriz piyasaya.