bildirgec.org

mutluluk hakkında tüm yazılar

Günaydın

haytahayat | 17 November 2010 23:36

Ne güzel bir kelimedir Günaydın, pırıl pırıl içten samimi,İyi bir ruhsal durumumuz için birebir,sabah daha ayılamamışsın ve oradan bir ses sevdiğin ,tanımadığın farketmez ki sana bütün iyi niyetlerini belirten bu güzel sözü söylüyor Günaydın ve bir gülümseme oluyor dudaklarımızda…

Hergünümüzün aydınlık olması dileğiyle….

http://dusunmekvepaylasmak.blogspot.com/

uzak diyarlar

astral | 29 September 2010 09:34

sabah, 28.09.10
sabah, 28.09.10

Bazen görmediğin yerlere gidersin. Bir aşk bir tılsım olup, rüzgar olup konar kanadına, kendini ıssız bir yerde bulursun. Öyle ki, sonu bucağı olmayan bir sonsuzluğun ortasındaki bir huzur gibi.

Bir kızıllık, bir şafak vakti; çoktan ve çoktan götürmüş olurmuş seni, rüya gibi mekanlara. Öyle ki, zaman da akmazmış, o an ölsen kanın da…

Bir varlık, öyle mutlu edermiş ki; tekrar Tanrı’ya binlerce şükredermişsin.

Kendini başka başka yerlerde, ‘keşfetmeyi keşfetmiş bir çocuk’ kadar eğlenceli, dünyanın en büyük su parkında; seninle birlikte…

ÇOK DAHA FAZLASI

mavilikler | 06 September 2010 15:47

“Mutluyum.” dedi. “En azından şimdilik…” diye ekledi ardından.

Neden hep aynı şeyi sorup dururlardı ki?! Bekledikleri cevabı vermeye, hissetmesi gerektiğini düşündükleri hisleri duymaya neden zorlarlardı?

Sevdiği erkekle evlenmiş bir kız… mutlu olmalıydı! Telefon açıp hatırını soranlara, kelimelere dökmesine bile gerek kalmadan cevabı anlatmalıydı, sesinden taşan duygular.

Tıpkı mutlu sonla biten filmlerdeki gibi olmalıydı her şey. Birbirini seven kızla erkek evlenmeli ve bununla da bitmeliydi tüm mesele. Mutluluk denen o son’da nefes almaktan bile korkarak sonsuza dek çakılıp kalmalıydı.

Yaşam Sirkinin Hayal Avcıları

firatocal | 31 August 2010 12:44

İnsan ya hayalleriyle yaşıyor ve sessiz sessiz avutuyor doğuştan şansız , zavallı varlığını ; yada hayalleri için yaşıayıp savaşarak kırıyor kabuğunu… Kaybedenlere endekslenmiş zaman nehrinin azgın sularına savrulmuş bi çare sahipsiz kaderine isyan edip , avazı çıktığı kadar yükseltiyor sesini..

Hayalleriyle yaşayıp kırıntılarla avunanlar hiçbirzaman ulaşamaya caklarını bildikleri bir hayat biçimiyle düşlerini dekore etmiş keder mağlubu gönül zengini insanlar oluyor hep… Gözlerini kapattıklarında imrendikleri bu elit hayatın müsvetteleriyle kendilerini avutmaya razı oluyorlar her defasında…

Ruhlarının açlıklarını sadece düşleriyle doyuran kitleler için hayat sorunsalı değiştirilemeyecek çaresiz bir kaderi gösteriyor… … Onların çocuklarının büyük bir kısmı da ölü toprağı ile örtülmüş yaşam enerjisi kaynaklarını kemiriyorlar köşelerinden… Babalarından aldıkları kaybetmeye mahkum yaşam mirasını yeniden ayağa kaldırmanın telaşesiyle geçiriyorlar ellerinde kalmış yoksun ve bitkin düşmüş , savunmasız hayatlarını…

Onlar ne kendileri ne de içinde bulundukları toplum için en küçük bir fayda bile üretemiyor , koca bir ömrün sonunda doğum ve ölüm tarihleri arasına sıkışıp , yerin altındaki karanlık mabetlerinde başka bir bahara ertelenmiş mutluluk hayallerinin başını beklemeye başlıyorlar…

bebek..

taha3045 | 29 August 2010 17:34

Çocuktum ilkokul bire gidiyorum , yavaş yavaş bana annen sana kardeş getirsin mi sorularına maruz kalmaya başladığımda anlamamıştım, bunlar benden izin istiyor ama bebek çoktan yola çıkmış zaten, bari bana sormayın.

Annemin karnı büyüdükçe daha çok tepesine binme isteğim oluyordu, zavallı kadın beni mi üzmesin, kendini ve bebeği mi korusun bilemiyordu.

Bir gün gidip kucaklarında kızkardeşimle geldiler, sonraki günler her sabah yastığımın altında çikolata, gofret gibi yiyecekler bulmamla geçti, neymiş efendim bunları bana kardeşim hediye ediyormuş, bende yedim .(gerçek anlamda yiyordum, farazi anlamda ise yemiyordum) Bir gün kalktım baktım ne çikolata var ne gofret, sakıza bile razıydım o bile yok, hemen koşa koşa gittim anneme bağırdım: Anne, yastığımın altına yiyecek koymayı unutmuşsunuz.

MASALLAR GERÇEK OLSA…..

suleceizler | 09 August 2010 17:45

Ve bir gün mutluluğu arayan insanlar bir araya toplanırlar. Herkesin bir derdi vardır, yüzleri asla gülmez ve mutluluk sanki onlara çok uzaktır. Ama yinede mutluluğu aramak için yola çıkmaya karar verirler. Gitmedikleri ülke kalmamıştır nerdeyse ama bir türlü aradıkları mutluluğu bulamazlar. Aslında mutlululuğun tek bir gülüşte olduğunu bilmezler.

İçlerinden biri derki “O zaman mutlu insanlara bakalım ne yapıyorlar? Nasıl mutlu oluyorlar?” der.

Mutlu insanları gözlemlemeye başlarlar.. Hepsinin yüzü gülüyor, neşeyle kahkaha atıyor, sanki dünya umurlarında değil gibi davranıyorlardı. Bu insanlar ne çok zenginlerdi, ne de dertsiz insanlardı. Aslında hepsinin bir dünya derdi olmasına rağmen hayata gülüp geçebiliyorlardı. Birde kendilerine bakarlar, hiç gülmediklerini ve hep söylendilerini fark ederler. Aslında mutluluk yanı başlarındadır. Hatta mutluluk tam içlerinde, kalplerinin tam ortasındadır. Nasıl farketmediklerine şaşırırlar, halbuki ülke ülke gezip mutluluğu arayacaklarına kendi kalplerini dinlemeyi bilselerdi mutluluğun yalnızca sevdikleriyle birlikte olmak ve kalplerindeki sevgi olduğunu anlayacaklardı. Geç de olsa bunu anladılar ve mutluluğu arayan o insanların küçük köyünde gülüşmeler, kahkalar ve şenlikler yükseldi. Her yıl mutluluk şenlikleri düzenlediler ve doyasıya eğlendiler. Ve o günden sonra mutluluğu kalplerinde yaşamayı öğrendiler……

ORMAN

mavilikler | 05 August 2010 15:34

Neden sürekli gelmemi istiyorsunuz? Yanınıza… Hayır! Gelmeyeceğim! Ben iyiyim burada.

Gülüşünüz, yüzünüzdeki beni düşündüğünüzü, böylelikle de kendiniz dışında herhangi birini düşünebileceğinizi gösteren, bu yüzden de kendinize duyduğunuz nedensiz hayranlığa bir dayanak kazandırdığı için sizi çok mutlu eden o endişe ifadesi bu sefer kandıramayacak beni.

Belki gerçekten üzülüyorsunuz. Kendinizle barışmanızı sağlayacak bir araç değil yalnızca yüzünüzdeki ifade. Ama ben oraya gelirsem biliyorum, şu an gerçek de olsa her şey bir yalana dönüşecek. Yine kendinize dönecek, burnunuzun ucunu göremeyeceksiniz.

Çocuğumla Oynamak…

firatocal | 31 July 2010 13:28

Çocuğumla oynarken çocuk olmak… Oyunların ve oyuncak ların büyülü dünyasında kaybolmak … Oğlum Rüzgar’ım ile birlikteyken hissettiğim duygular bunlar… Onun dünyası, hiçbir kısıtlayıcı kuralın olmadığı , yaşamın gülücüklerden ibaret olduğu bir harikalar diyarı…

Rüzgarımla oynarken kaybolduğumu ve bulunmayı hiç mi hiç istemediğimi fark ediyorum… Kalbi duran ve belli bir süre öylece yatıp tıbben ölü sayılan, sonra yeniden hayata dönenlerin anlattıklarını hatırlıyorum… Bir müddet tünelde ilerlediklerini , sonunda beyaz bir ışığın onları beklediğini , ışığa doğru ilerledikçe , tüm dertlerinden ve acılarından uzaklaştıklarını ve mümkün olsa bir daha geriye dönmek istemediklerini anlatıyorlardı… Sanki onlar da benim gibi , sonsuza dek kaybolmak ve bir daha bulunmak istemiyor gibilerdi… Başka bir alemin , bedenin zincirleri boşaldıktan sonra hissettirdikleriydi bunlar…

Ben de Oğlum Rüzgar ile oynarken anlatılan duyguların aynısını , sanki başka bir alemi yaşarcasına , engelsiz ve dur duraksız hissediyorum… Hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi görmüyor , aklımın mantık zincirlerinin boşalmasıyla birlikte var olan kuralları tanımaz hale geliyorum…

Oğluma sarılıp , kokusuyla saatlerce mest olmayı , yanı başında uykuya dalıp , bilinmez bir zamanda ve faili meçhul bir yerde , günlerce , haftalarca hatta aylarca sonra uyanmayı diliyorum…

Üç Boyutlu Yaşamak…

karuma76 | 30 July 2010 11:57

Geçen hafta sinemadaydım. Girerken birer gözlük verdiler. Ama bana hiç yakışmadı. Aslında etrafımdaki herkese yakışmadı. Taktık gözlüklerimizi ve beklemeye başladık. Ne göreceksek? Bir ara gözlüklerimi çıkardım ve etrafıma baktım. Filmi bulanık görmeye başladım. Hemen taktım gözlükleri tabii. Takmamla yanımdan geçen okları yakalamaya çalışmam bir oldu. Sanki yanımızda gibiydi herşey. Ya da biz onların yanına gitmiştik. Film boyunca biz de onların içinde yer aldık, ve film bitti…
Sonra düşünmeye koyuldum. Biz gerçekten üç boyutlu yaşıyor muyuz ki, üç boyutlu seyredelim. Sonra hayatın üç boyutunun ne olabileceğini düşündüm. İlk boyut bendim. Ben olmazsam hiçbir şey olmazdı herhalde. Tabii bu düşünceyi biraz egoist buldum. Fakat hayatın gerçeği bendim. Karakterimle, duygularımla, paylaşımlarımla, iyilerimle, kötülerimle ben! İkinci boyut Sevgi olmalıydı bence. Yaşamayı, eşimi, işimi, ailemi, çocuklarımı kendimi sevmeliydim. Kalbimin en önemli besin kaynağı sevgiydi. Sonra beni aldım ve içine tıka basa sevgi doldurdum. Şimdi eksik olan parçayı bulmak kaldı. Fakat ilk denemem başarısızdı. Hep günlük işlere kayıyordu aklım. Nasıl geçineceğim, nasıl para kazanacağım, ayın sonunu nasıl getireceğim falan…
Ama bunların hiçbiri ruhumu doyurmadı. Sadece geçici düşünce akımı olarak geçip gittiler. Şimdi bir daha bakalım profilimize. Bizi aldık, içini sevgiyle doldurduk. Peki neden! İşte tam o sırada içeri biri girdi.
“Canım,nasılsın? Günün nasıl geçti?”
Bana, bize, herkese gereken üçüncü şeyin ne olduğunu anladım. Sevgimizi paylaşabileceğimiz, gösterebileceğimiz birileri gerekiyordu. Bazıları için hayat arkadaşı, bazıları için SEVGİLİ…
Şimdi ben de üç boyutlu yaşıyorum hayatı ve çok mutluyum… Sinemada okları yakalamaya çalışan ben, şimdi eşimle birlikte mutluluğu yakalıyorum…