bildirgec.org

modernizm hakkında tüm yazılar

Cihat Duman – ya da pişman değilim

kahramancayirli | 06 January 2011 13:40

Turgut Uyar ya da Ece Ayhan, hayatta olup, şimdilerde şiir yazıyor olsalardı tam da böyle bir şiir yazıyor olurlardı diye düşündüm Cihat Duman’ın şiirlerini okurken. Bu, öncelikle bir övgü elbette, bir kitap boyunca, tüm şiirlerde çizgiyi yüksek tutmak hiç kolay bir şey değil. Hele ki genç şairlerin ilk kitaplarında. Tabii ki şiirler öncelikle bir geçmişe, geleneğe yaslanacak. Sonra güncel mevzular, şairin sözcük oyunları, özgün dize kurguları bu geçmişten gelen binaya eklemlenecek. Duman’ın şiir isimleri de ayrıca övülmeyi hak ediyor, şiirlerindeki ironi ve özgünlük şiirlerin isimlerine de sirayet etmiş.

Wireless sosyalleşmeler

kahramancayirli | 05 January 2011 12:41

Yakın bir arkadaşımın bana küstüğünü, beni “facebook”undan silince anladım. Tabii Msn listesinden de. İlginç değil mi? Ya da en mahrem fotoğraflarımızı “feys”e koymak, bir çeşit kamusal alanda (facebook’ta) görünür kılmak için yarışmak, size hiç garip gelmiyor mu? Bu yeni, kahve dükkanı zincirlerine genç ve orta yaşta insanlar geliyor genelde, görmüşsünüzdür. Her biri deri, konforlu koltuğuna gömülür gömülmez, diz üstü bilgisayarını açıyor ve bir anda bilgisayarından sosyalleşmeye başlıyor. Bu, gerçek bir sosyalleşme mi? Mekandan ayrılana dek kendi aralarında neredeyse hiç konuşmadıklarını gözlemliyorum. Çalıştığımız yerlerde, masa arkadaşlarımızla ofis yazışma programları ile iletişim kurmayı tercih ediyoruz. Konuşmak yerine yazışmak. Her gün uyanır uyanmaz ilk işim, facebook ya da twitter hesaplarımı kontrol etmek. Bu, benim giderek yalnızlaştığımı göstermiyor mu? Ya da bu sanal (aslında olmayan) mesajları gerçek muhabbetlerle ikame etmeye çalıştığımı?

Mahallenin çözülüşü

kahramancayirli | 11 November 2010 13:49

“Şimdi artık kimse kimseye güvenmiyor, herkes birbirinden çekiniyor” dedim. “Evet, kaç katlı, kaç daireli apartmanda oturuyoruz, hiçbirimiz birbirimizi tanımıyoruz” dedi. “Ne yalan söyleyeyim kapıyı açmadan iki – üç kere kimsiniz diye soruyorum, yüreğim ağzımda açıyorum kapımı” dedim. “Organ mafyaları varmış” dedi. “Karıma parfüm alacağım, şu koku sizce nasıl deyip elini koklatıyormuş adamın teki, kokladığın an bayılıyormuşsun, arkadaşım bayıldı diye etraftan yardım isteyip, taksiye taşıyorlarmış, sonra birkaç gün sonra bütün iç organları alınmış halde bir çöp tenekesinde bulunmuş” dedi orta yaşlı, halinden, konuşmasından orta – üst sosyoekonomik sınıftan olduğunu hissettiğim kadın. “Bir yaşlı kadın varmış, caddeden karşıya geçebilmek için yardımınızı istiyormuş, yardım edip, kadının elini tuttuğunuz an, fark ettirmeden şırıngayla bayıltıyormuş, yardım edin, torunum bayıldı diye bir taksiye atlayıp götürüyormuş, onun da sonu aynı” dedi Arnavut göçmeni olduğunu söyleyen genç kız. “Tatile gittiğimiz yerde otele gitmeye korkuyoruz” dedi orta yaşlı kadın bu sefer de. Manken-sunucu Asuman Krause geçti sonra, sıramızı beklediğimiz salon gibi yerin önündeki koridordan. “Gerçekten de boyu uzunmuş” dedim, “güzelmiş hakikaten”, kadınların tümü bir perde yukarıdan baktılar ona, bir çeşit kıskanma, imrenme, beğenme arasında gelip giden bakışlarla. Bir süre konuşmadık. Üçümüz de farklı yönlere baktık bir otuz saniye kadar.Sonra bir dizi oyuncusu geldi, sıra için sayı aldı, pasaportunun süresini uzatmak için. İsmini bir türlü hatırlayamadım, onlar da hatırlayamadı. Asuman Krause’ye gösterilen ilgi, bu genç adama gösterilmedi pek, pasaport bekleyen kitlece. Saat on iki olacak da öğle arasını da beklemek zorunda kalacağız diye ödümüz kopuyordu. Sonra görevli memur, sistemlerinin gittiğini, bütün ülkede bilgisayar sistemlerinin çöktüğünü söyledi. Sırada bekleyen kadınlardan biri, neredeyse bağırdı, tersledi adamcağızı. O kadının işi muhakkak bugün mesai bitmeden yapılmalıymış, yurtdışı biletlerini ona göre almış, ne yapıp edip bilgisayar sistemini düzeltmelilermiş, sabahın köründen beri sıra bekliyormuş. Yapabileceğimiz bir şey yok hanımefendi, Ankara merkezli dese de görevli, kadın en son zorla parmak izi vermeye çalışıyordu üst katta.

Shakers (Sallanan İnsanlar)

Spx | 01 July 2010 16:15

Modern tasarım sürecinde önemli bir rol oynayan Shakers tarikatı, 18.yüzyıl ortalarında Ann Lee’nin Quakers grubuna katılmasıyla başlamıştır. Tam olarak 29 Şubat 1736 tarihinde İngiltere, Manchester’da kurulmuştur.

Shakers
Shakers

Sadelik üzerine kurulan Shakers’lar bekar komün yaşama inanırlardı ve evlilikten ve geleneksel aile yaşamından kendilerini sakınırlardı. Fonksiyonellik, sadelik ve güzellik taşıyan, hayat için gerekli her türlü malzemeyi üretip, kendi kendilerine yetecek bir hayat biçimi yaratmışlardı. İbadet sırasında kendilerinden geçercesine yaptıkları dansları sebebiyle Shakerler (sallanan insanlar) adını almışlardı. Bir süre sonra Shakers’ın davranışları sakıncalı bulunur ve Ann Lee hapise atılır. Hapisten çıktığında hayatını toplumdaki yozlaşmayı ve kirlenmeyi gidermeye adayacaktır, bu nedenle beklediği ilgiyi göremediği İngiltere’den, Amerika’ya göç eder. 1776’da Amerika’ya taşınan Shakers 1874’de Ann Lee’nin ölümünden sonra New Haven’a yerleşir. 19.yüzyılın ortalarına gelindiğinde Shakers yaklaşık olarak 19 komünü ve 6000 üyeye ulaşmıştır.

Shakers
Shakers

Shakers’lar dinden, ahlaktan, ürettikleri ürünlere kadar her konuda mükemmeli yakalamaya çalışmaktaydı. Shakers’ların bu bakış açısı günümüz modern dünyasının “form işlevi izler” felsefesinin temel taşlarını atmıştır. Shakers’lar ürettikleri mobilyaların hafif ve gerekmediği zaman ortadan kaldırılabilir olmasına dikkat etmekteydi. Bu nedenle bütün eşyaları asılabilicek şekilde üretilmiş ve evlerinde her duvarında bir uçtan diğer uca kadar askılar bulunmaktadır.

Shakers Mobilyaları (Askılar)
Shakers Mobilyaları (Askılar)

Modern Topluma Dair Sıkı Bir Taşlama: “Den Brysomme Mannen”

768 | 22 February 2010 12:21

Yönetmen Jens Lien‘in Per Schreiner‘ın senaryosundan uyarladığı, Türkçe’ye “Uyumsuz Adam” ya da “Sorun Yaratan Adam” olarak çevrilmiş 2006 yapımı oldukça kaliteli bir film. Ülkemizde henüz çok tanınmayan bir yönetmen olan Norveçli Jens Lien, bu filmiyle aslında bir anlamda kapitalizmi meşrulaştırmak için ortaya attığımız “modernizm” kavramını birçok yönüyle irdeliyor. Aşk, seks, iş ve ev hayatına dair çeşitli olaylarla; konformizmin tavan yaptığı bir toplumda bireyin yaşadığı yabancılaşma ve beraberinde gelen yalnızlaşma anlatılıyor. Film, daha ilk sahnedeki ilginç öpüşme sahnesiyle seyirciyi kendine çekmeyi başarıyor.

Bauhaus Etkisi (1919-1933)

vivian darkbloom | 25 December 2009 10:07

BAU + HAUS

Bauhaus 1919 yılında Walter Gropius taradından Weimar’da kurulumuş; zanaatla tasarımı, teknolojiyle sanatı birleştirmeyi amaç edinmiş ve var olduğu dönem sonrasında bile tüm dünyadaki sanat ve mimarlık akımlarını etkilemeyi başarmış bir mimarlık ve güzel sanatlar okuluydu. Aslında ilk açıldığında bir mimarlık bölümü olmamasına rağmen, adından niyetini belli ediyordu. Almancada inşaat anlamına gelen Bau ve ev anlamındaki Haus sözcüklerinin bileşiminden oluşan Bauhaus tamlaması, inşaat evinden -ya da inşaathaneden- ziyade “inşaat okulu” olarak dilimize çevrilebilir. Gropius’a göre bina, tüm sanatların birleştiği en yüksek noktaydı.

Walter Gropius (1883-1969)
Walter Gropius (1883-1969)

Kurucusu olan Walter Gropius’tan başka, Mies Van der Rohe, Wasilly Kandinsky, Paul Klee gibi şu an dünya çapında sayılan isimleri de bünyesinde bulunduran bu okulun tarihine bakmadan önce, neden Weimar gibi ufak bir şehirde kurulduğunu anlamak adına Almanya tarihine bakmak iyi olabilir.

I.Dünya Savaşı’nda yenilen Almanya, 1919 yılında Waimar’da toplanan yeni meclis tarafından anayasası oluşturularak yeniden kuruldu. O dönemde hala Alman İmparatorluğu olarak anılır ancak şu an tarihçiler bu dönemden Weimar Dönemi, o zamanki devletten de Weimar Cumhuriyeti olarak söz eder. 1933 yılında Nazilerin iktidara gelmesine kadar bu dönem sürdü. O tarihlerde bölgede, Dükün kurduğu bir güzel sanatlar okulu vardı; başında da Art Nouveau tarzında eserler veren mimar Henry van de Velde. Kendisinden Belçikalı olması sebebiyle istife etmesi istenince o da yerine birkaç isimle birlikte Walter Gropius’u önerdi. Savaş sebebiyle gerçekleşen gecikmenin ardından okul 1919’da kuruldu. Tabii tüm bunlar Weimar’ın kültürel tarihi hakkında pek bir şey söylemez. Zira Weimar, Goethe’den Bach’a, Lizst’ten Schiller’e birçok önemli isme ev sahipliğini yapmış bir kenttir de aynı zamanda. Bauhaus da bu mirasın üstüne daha fazlasını ekler ve Weimar 1999 Avrupa kültür başkenti olarak onurlandırılır.

Bir modernin güncesi…

kahramancayirli | 04 September 2009 08:49

Bir modernin güncesi…

Kahraman Çayırlı

yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.
yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.

Bir şiiri tanımak için önce içinden aktığı nehri, şairini tanımak gerek. İlk kitabı Bir Delinin Gülcesi’nin ilk şiiri Kumandan’da tanıtıyor kendini şair: Yöneticiliğe hevesli, iyi eğitim görmüş, maaşıyla eve DVD oynatıcı ve ev sineması alan (s.5) 30lu yaşlarında bir genç kadın, Gülce Başer. İlk şiirinde ayrıca 8 Mart Kadınlar Günü’nden, feminizmden, siyasetimizde bir ara epey tartışılan kadın kotası uygulamasından söz ediyor. Güncel, modern bir şiir bu, okuduğumuz.Eski zamanların kadınları yok kentlerde artık pek: Ekonomik özgürlüğünü kazanmış, erkek egemen geçmişimizi sorgulayan bir kadının kalemi bu. Sevgilisine “8 Mart’a mahsus” kahve servisi yaptıran, onu nikahına da alıverecek bir kadının hatta.

yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.
yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.

Dosyanın ikinci şiiri Sümbülî’de ilerledikçe marka yaratmayla, formatlanma tedirginliği yaşayan bilgisayarıyla (ne kadar güzel, hoş bir ifade!) karşılaşırız şairin. Ve bir şiir akrabalığı yakalarken Attila İlhanla, dört kısımdan oluşan “Kaptanın Ölümü”ne rastlarız. Hem samimi hem biraz mesafe bırakan duygu yüklü bulutlara benzeyen bir şiir, bu.İş yaşamına ait ayrıntılar da serpilmiştir şiirlere. İşyerlerine ait yaka kartlarını, yoklamaları buluruz Yüz şiirinde (s.16). Özel kisvesi altında kutladığımız günlerin (mesela 14 Şubatlar) içini ne denli boşalttığımız var İki şiirinde (s.19). Hemşehrileri İzmirlilere “bir jest olarak” yazdığı “İnci” var sonra.Sen ve Ben Kolajı, beş bölümden oluşan hoş bir şiir. Madonna, Casablanca, Selvi Boylum Al Yazmalım selam duruyor okurlara ilk kısmında. Dördüncü bölümündeyse bildiğimiz “kaburga kemiği fıkrası” ve şairin anne-oğul sorunsalına, Meclisin erkekleşmesine, Kabinedeki kadınlara dair fikirleri okunuyor dizelerden.Ve dosyanın en güzel, anlamlı iki dizesi son şiir Bay Milen(yum)’da yer alan:“hani sen bi gerçek olduğunu kanıtlasan,çıktını alabilsen hiç olmazsa bir yazıcıdan” (s.45)Zira evden daha çok vakit geçirdiğimiz, plastik bölmelerle çalışma arkadaşlarımızdan ayrı tutulduğumuz iş yerleri… Demir kapılar, alarmlar, binbir güvenlik önlemiyle kendimizi kapattığımız güvenli (!) apartman daireleri… Ve işte netice! Modern, güvensiz, yapayalnız birey. Tamam ayakları üzerinde duruyor, daha kaliteli gömlekler giyiyor, daha leziz yemekler yiyor belki ama ya zayıflayan gerçeklik algısı ve onca kalabalığın içinde daha kesif hissettiği yalnızlığı… İşte bu paralelde çok önemli, çok anlamlı, modern bireyin psikolojisini tahlil etmemize yardımcı olan güzel, keyifli dizeler, şiirler bunlar.

İş yaşamından şiire sızanlar…

TSK nereye koşuyor

Omer Oduncuoglu | 18 September 2008 09:59

Çağdaş bir demokrasi ve hukuk devleti geleneğine sahip olamayan toplumların dünya algılayışları, bu şansa erişebilmiş eşdeğerlerine göre ciddi farklılıklar gösterebilmekte. Nitekim demokratik toplumlarda özgürlüklerin yaşanması noktasında normal karşılanan pek çok talebin, otoriter bir yönetimi kanıksamış kitlelerde ciddi çatışmalar yaratabildiğini görebiliyoruz.

Son dönemlerde Türkiye’de de benzer bir ayrışma yaşandığını, hatta bunun toplumu ciddi bir kutuplaşmaya sürüklediğini söylemek mümkün. Bu derin sosyal çatlamanın statükocu kanadını oluşturan kesimlerin, reform yanlısı kitlelere göre azınlıkta kalmış olduğu bir gerçek. Ancak buna karşın söz konusu sınıfın hâlâ hatırı sayılır bir güce sahip olduğu ve geçmişten gelen etkinliğini elden bırakmaya pek de niyetli olmadığı ortada.

Avangard Kuram üzerine

lovesredcloud | 11 May 2008 12:08

Günümüzde bir sanatçı bir soba borusunu imzalayıp sergilese, sanat piyasasını eleştirmiş değil, ona uymuş olur. (…) Bunun nedeni sanatın olumsuzlanmasına yönelik avangardist amacı yerine getirmemesidir. Bugün, tarihsel avangardın sanat kurumu karşısındaki isyanı sanat diye kabul edildiğinden, neo-avangard’ın isyankar edimi sahih olmaktan çıkar.”(1)

duchamp
duchamp

Bu noktada avangardın tarihsel sürecine bakabiliriz;
Peter Bürger avangardı tarihsel süreç içinde üç aşamada inceler;