Tarihin tozlu raflarından indirdim bu hikayeyi.Önce el sürmeye çekindim,utandım aşkın kalpleri durduran samimiyetinden.Mahrem bir nesneye el sürmüş gibi irkildim,derin bir iç çektim ve tozunu üfledim.Sayfaları çevirdikçe adeta, ”bul beni!” der gibi bekleyen bir hikayeye rastladım.Tarih, 16.yüzyılın ilk çeyreği ve yer,Devlet-i Ali Osman…

Yavuz Sultan Selim Han,Mısır seferine çıkmıştır ve Suriye‘de Halep yakınlarına kurmuştur karargahı.Ordu üç ay gibi bir süre burada konaklamıştır.Türkmenlerin yaşadığı bir bölgede,Padişahın çadırını derleyip toparlamak için bir Türkmen kızı görevlendirilmiştir.Gün içerisinde Padişah çadırda yokken gider,ortalığa çeki düzen verir ve işini bitirince ayrılırmış bu güzel Türkmen kızı.Güzelliği dillere destan bu kız,bir sabah gündelik işlerini yapmak için gitmiş ve tam çadırın kapısında Yavuz Sultan Selim Han‘a rastlamış.Utanmış,başını önüne eğmiş ve Padişahın çıkmasını beklemiş.Çadıra girdiğinde gönlü küçük bir kuş gibi çırpınıyormuş güzelin.Bir bakış görmüş sadece ama o bakış bir mühür gibi işlemiş kalbine.Günler geçmiş,haftalar geçmiş ama Türkmen kızının yüreğindeki kor hiç geçmemiş aksine daha da alevlenmiş.Bir gün çadırın orta direğine gözü ilişmiş ve aşk sarhoşu misali direğe söyle bir yazı karalamış;