bildirgec.org

martı hakkında tüm yazılar

Uyanık Kalp!

Cali Kusu | 19 May 2011 10:52

Tuhaf bir tebessüm var yüzümde. Anlayamadım. Her gördüğüm insan acayip acayip bakıyor bana. Oysa gülümsüyorum ben ne var ki bunda? Üstelik tebessümüm rahatsız edicide değil. Kendimce, basit ve yerinde… Anormal bir durum varmış gibi, birazda acır gibi bakıyorlar bana. Sinirlerim geriliyor o an. ‘Ne ye bakıyorsun lan’ diyesim geliyor. Fakat tutuyorum kendimi. Sıkıyorum dişlerimi kıracak gibi. Ya sabır deyip ve eğip başımı devam ediyorum yürümeye. Biraz yürüdükten sonra ayaklarım ağırlaştı. Adımlarım yavaşladı. Daha isteksiz yürüyorum şimdi. Yorgun gibi. Hasta gibi. Ölü gibi. Ölür gibi…

Ara ara hayaller kuruyorum ve ayağımın altındaki karıncayı ezmekten vazgeçiyorum. Kırılıverir kolu bacağı. Daha nasıl kalksın ayağa. Nasıl taşısın sırtındaki buğdayı! Çekiyorum ayağımı geçip gidiyorum kıyıdan köşeden. Hem zaten günah defterimde doldu. Melekler ellerine ayaklarına yazar oldu. Derste tahtayı sekiz defa dolduran hocaya küfrettiğim gibi küfrediyor melekler bana. Yeter diyorlar. Yeter Allah aşkına! Yazacak ne kalem kaldı nede sayfa…

İzmir

bithikotsis | 15 April 2011 02:02

Hava bugün yağmurlu şehrimde…Nisan ayının ılıman etkisini bünyesine katmış, usul usul yağıyor…Terbiyeli, efendi bir çocuk gibi. Saldırmıyor yağarken, çok tatlı bir toprak kokusu bırakarak düşüyor İzmir’ime…

Havası değişken derler İzmir’in. Evet öyledir. Hatta İzmir kızlarının İzmir havasına benzediğini söyleyenler de olur. Nitekim haklıdırlar. Mayıs’ta yağmur, Şubat’ta güneşli bir hava sizi bekliyor olabilir. Yanıltabilir sizi, sonra yaramaz bir çocuk edası ile güler size, afacanlık yapmıştır işte. Size kendini öyle ya da böyle sevdirir…

YAKIYORUM

astral | 12 January 2010 17:42

Ruhumun ısırganlarını özgür bırakıyorum bu akşam. Akşam, güneş ne de kahraman; hiç bir şey yok. Isırgan otları var. İster misiniz? Üzgün müyüm? Hayır değilim. Annem mi ağlıyor? Hayal görüyorsun güzelim. Evim mi yanıyor, çok eskidendi çok. Ağlamıyorum artık. Ağlamam gerektiği yerlerde dahi ağlayan kadını bir yana bıraktım.

Dünya devam ediyor ey gökyüzü. Bugün gökyüzünü aradım. Tekrar ‘Merhaba!’ dedim. Tedirgin olan ses coşkuyla devam etti sesinin tonuna. Özlemişim seni demeyi de esirgemedi, oysa zordu bu laflar ona. Ben ona çoktum ya da o bana az. Ne fark eder? Kim az kim çok? Kim suçlu, kim günahlarının pazara çıkarmış aslan? Ben, yorulan dingin savaşçı şimdi baharlarımı yazıyorum, sırlar kitabında, bu çağın Merlin’iyim. Kimse bunu beklemiyor benden ki, bu daha ilgi çekici.

Hipnozcu : Richard BACH

semazem | 09 October 2009 11:30

Martı’nın yazarı Richard Bach’dan yine okurları bulutların arasında dolaştıran bir kitap geldi. Bu sefer Jonhattan’ın kanatlarında değil bir Beech T-34’ün yolcu koltuğunda uçuyoruz gökyüzünde. Ve hatta dolatığımız tek yer gökyüzü değil; kendi içimizde, geçmişimizde, aklımızda ve inançlarımızda da dolaşıyoruz.

April Yayıncılık’tan, 2009 Eylül tarihli olarak yayımlanmış 160 sayfalık, puntoarı alışılmıştan biraz daha büyük bir kitap. “Bir solukta okunan” dediklerinden hani, bir oturuşta okunması biten ama insanın içinde çok daha uzun süre kalan ve belki de bir daha asla “okumadan öncesi gibi” olamayacağınız bir kitap.

Beech T-34
Beech T-34

İhtimal

pilli pati | 31 August 2009 09:08

Bir martı kanadı suya nasıl değerse işte o kadar kısa sürecek omuzuma değip geçişin. O an kaderimizin bu denli keskin hatlarıyla çizilmiş olduğunu daha önce hiç farkedemediğimi anlayacağım ve zaten kilitlenmiş olacak adımların kendi mutad yönüne. Bizi bizden ayıran yollara vuracağız kendimizi. Gözlerimi senden alışım, hele o görüntünü hafızama hapsedişim herhalde çok zahmetli olacak.

Gümüşsuyu Palas’ın emektar asansörüne binerken her seferinde gıcırdayan ahşap zemin, yıllar öncesinden kanatlarımda birikmeye yüz tutmuş çileyi anımsatacak bana. Sensiz yaşlanacağım hayatın çıkmaz sokaklarında. Emektar bir asansörle kader birliği yapacağım. Hayat boyu aynı kitabı okumaya mahkum edilsem yine Elias Canetti’nin Körleşme’si diyeceğim. Sonra belki yapabilirsem bakmadan görmeyi öğreneceğim önümdeki satranç tahtasının zaruri bir oyuncusu olarak… Zaruriyetler hep sonunda çokça meziyetlere gebedir ya, bunun için sana sonsuz teşekkür edeceğim her anımsayışımda. Bu oyunda bir oyuncu olmama katkı sağladığın için…

Şehvetle Şeyederim Enstrümanı Ben!…

Kuduz maymun | 23 August 2009 10:24

Sabah vakti. Otobüse bindim. Hemen muavinin ardındaki koltuğa çöktüm. Muavine;
‘Afedersiniz saat kaç?’ dedim.
‘Yirmi dakika sonra orada oluruz abla’
Demek yirmi dakika sonra orada olurmuşuz. Çevremdeki herkes –bendeniz müstesna- matematik olimpiyatlarına gitmeye hazırlanıyor herhalde. Demek ineceğimiz vakit bana saati söyleyecek, ben de söylenen vakitten yirmi dakika düşüp ilk bindiğim zamanki saati hesaplayacağım.
İnince bir taksiye bindim.
‘Günaydıııın, ablam!’
‘Günaydın.’
Ve 5 dakika boyunca beyabimiz karadenizli olduğunu, 65 yaşında olduğunu ama ‘20’ hissettiğini söyleyecek fırsatı buldu. Aslında taksici olmadığını, müzisyen olduğunu söylerken iyice coştu.
‘Ben o müzisyenlerden değilim!… Ben var ya. Şu ben, ta Amerikalı müzisyenlerle çaldım Paris’te. Adam hayran oldu. Ben çalmam enstrümanı. Sevişirim. Şehvetle şeyederim enstrümanı. Bak yanlış anlama abla’
‘Yok estağfurullah çok iyi anlıyorum sizi’Vapura bindim.
Bir aile. Aşağı yukarı 15 kişi var. Enik-encik doluşmuşlar. Ellerinde torbalar, kilimler, halılar, bavullar, denkler, heybeler, bohçalar… Bir tanesi halıyı yere sermiş. Diğerleri de vapurun orta yerine yayılı bu halının üstünde oturuyorlar. Bir genç kadın. Rüzgar çarpmasın diye oturduğu halı üstünde battaniyeye sarınmış. Derken o battaniyenin altından bir velet çıktı bir süre sonra. Uyuyormuş çocuk.
Karşımdaki kanepede oturan bir kadın bacağını kaşıyor. Yanındaki adam dişleriyle bıyıklarını çiğniyor. Arkamda ayakta duran bir grup genç var. Ellerindeki simitlerden kopardıkları parçaları martılara atmaya çalışıyorlar. Kucağım simit parçacığı doldu. Yesem mi acaba. Kafama da geldi bir parça.
Hasbinallah…

Nerden nereye sohbetleri

algy | 26 July 2009 23:41

“Bana bir daha çiçek alma lütfen, midemi bulandırıyor, bakamıyorum.”dedi. Neden? diye sordum.

“Bana insanları çağrıştırıyor, bir vazo içinde sınırları belirlenmiş, özgürlüğü kısıtlanmış, doğa ile bağı olmayan, süresi önceden tahmin edilebilen bir ömür biçilmiş, önceleri güzel gözüken ve kokan daha sonra solup çürüyen ve kötü kokan….”

“Haklısın. Bebekler ne kadar güzel kokar, yaşlılar tüm ömrün birikmiş günahı üstüne sinmiş gibi… Peki saksıdaki çiçekler. Ömürleri ve sonları daha belirsiz?”

“Onlarda hemen hemen aynı, nasıl bir nihayete varacağı ona ne verildiğine bağlı. Keza doğa ile bağı gene kopuk.”

BALKONA ÇIKMAK

il mare | 27 June 2009 12:19

Şimdi yemeklerini ocağın ateşine emanet etmiş kadınların,camlarının önünde geçirdikleri zamanlarda neler yorumladıklarını anlayabiliyorum galiba.Gözlenenler elbet farklıdır;fakat kendilerinin ne kadar dışına çıkabildiklerini,merak duygularının nasıl da fokurdaştığını falan cidden anlar gibi oluyorum:)

Rüzgarın güzellik katıp kimbilir neyden çalıp getirdiği ferahlatıcı,eski,birşeyleri anımsatan kokusunu da burnumun terkedemeyişiyle,kendine şu sıralar kitap okumaktan başka yapacak bir şey yüklemeyen ben,vaktimin çok büyük kısmını balkonumdaki yüksekcene bir sandalye üzerinde geçiriyorum.Bugünlerde böyleyim.Elimde 500 küsür sayfalık kitabı da gördükçe,sol yanağıma çarpan kokulu rüzgar,kulağıma ‘hiç uğraşma,böyle aval aval dışarı dalan gözlerle bitmez o elindeki’ diye fısıldıyor.Hak verip tebessüm ediyorum kendisine…

UMUDA DAİR..

neceff | 27 April 2009 15:25

Töz: En genel anlamda bir şeyin özü, ya da bir şeyi her ne ise o yapan şey…

Bir kanat tüyüydü o! pısırık bir martının sağ kanadının en uç tüyü. Her an kopup kaybolma tedirginliği içinde, her an koparılıp yok olma korkusuyla.

Yine simit parçasını kaçırmıştı martı, yeni bir sorti için havayı yararak manevra yapmaktaydı. Göz göze geldiler, tüyü ve martı. Tüyünün tedirginliğini o an tüm yüreğinde hissetti. Kendi, kendini ne yönetebiliyordu ne de mutlu olabiliyordu. Simitten vazgeçti, daha uzaklara doğru kanat çırpmaya başladı; hiç cesaret edemediği yerlere doğru. Nefes nefese kalmıştı. İlk bulunduğu kara parçasına kondu. Çok yorgundu, çok açtı, susamıştı. Çevresine bakındı, bir kum tepeciğine konmuştu. O an kararını verdi, orası artık onundu ve orayı savunmak, mevcudiyetini devam ettirmek için kanının son damlasına kadar savaşmaya hazırdı. Bu kararlılık ve huzur, onun açlığı, susuzluğu bile unutmasını sağlamıştı. Başını göğsüne kıstırdı, kanatlarını kapatarak etrafını sardı. Uykuya dalmadan önce tüyüyle göz göze geldi, inancını paylaştığını görmek gücüne güç kattı. Artık daha büyük hedefler için daldı uykusuna… O anda, kuşun hemen arkasında; genç adam, ilerideki tepeciğin üzerinde uykuya dalan kuşa gözlerinin içi gülerek baktı. Artık kalem tutmayan sağ eline doğru eğdi başını, başını tekrar kaldırdığında biliyordu: O kuş onundu ve onu savunmak, mevcudiyetini devam ettirmek için kanının son damlasına kadar savaşmaya hazırdı.

ekim mikrobu

admin | 24 February 2009 10:53

Rus abidesi yıkılıyor, ekim mikrobu bardaktan boşalıyor, asfalt kanıyor, martılar insan düzüyordu feribot seferlerinde. Pipisiz oğlanlar dalgalar üstünde gelecek ararken kendine, Bebek’ te bir konsomatris etini yiyor, pavyon piçleri maceradan mecmuaya atlıyordu. Tırnakları sökülmüş kötümser rahipler küskün midelere karışıyor; mayolu imamlar günahsız köylüleri din tarlasında düzerken, ben arsız adamlara gramofon çalıyordum.