bildirgec.org

marquis de sade hakkında tüm yazılar

Kısa ve Acılı Marki de Sade : ”Quills (Düşlerin Efendisi)”

gorcun | 03 June 2009 12:50

Quills
Quills

Sadizmin isim babası ve fikirleriyle kavramın oluşmasını sağlayan Fransız aristokrat düşünür ve yazar Marquis de Sade’in son zamanlarını anlatan film Quills(Düşlerin Efendisi) 2000 yılında Philip Kaufman tarafından çekilmiş. Topluma göre ”hastalıklı” düşüncelere sahip olduğundan bir akıl hastanesine hapsedilen Marquis de Sade (Geoffrey Rush) pornografik hikayeler yazan bir yazardır.
Eserlerindeki ahlaksız ve sert üslubu yüzünden yazıları yasaklanmıştır. Akıl hastanesinde görev yapan güzel çamaşırcı kız Madeleine (Kate Winslet) Marquis de Sade’ tan etkilenir ve yazılarını alıp saklar. Hastanede yayılan yazılar herkes tarafından okunur ve olay duyulduğunda İmparator Napolyon (Ron Cook) üstesinden gelmesi için Dr. Royer Collard’ı (Michael Caine) akıl hastanesine yollar.

Quills
Quills

İşkenceci ceza yöntemleriyle ünlü doktorun akıl hastanesine gelmesi hem hastanenin hemde Marquis De Sade’ın sonunu getirecektir. Kadrosuyla ilgi çeken film düşünce özgürlüğü açısından da önemli şeyler söyler. Adı geçenler dışında Joaquin Phoenix, Patrick Malahide, Amelia Warner, Stephen Moyer gibi oyuncularda filmde yer alır. Geoffrey Rush’ın gerçek hayattaki eşi Jane Menelaus, filmde de Marquis de Sade’in eşi rolündedir.
Filmde okunan hikayeler Marquis de Sade’a değil senaryo yazarı Doug Wright’a aittir. Film en iyi aktör (Geoffrey Rush), en iyi sanat yönetmenliğ ve en iyi kostüm olmak üzere 3 dalda Oscar adaylığına seçilmiştir.

Sodom’un 120 Günü

emrextreme | 01 July 2008 15:35

Sodom’un 120 Günü
Yönetmen: Pier Paolo Pasolini Oyuncular: Paolo Bonacelli, Giorgio Cataldi, Umberto Paolo Quintavalle, Aldo Valletti, Caterina Boratto, Elsa De Giorgi, Hélène Surgère

Özet:
Film, 2.Dünya Savaşının son dönemlerinde, İtalya’nın kuzeyinde kurulan ve ömrü 2 yıl olan Faşist Salo Cumhuriyeti’nde geçer. Filmin baş kahramanları bir hakim, bir dük, bir başkan, ve bir papazın bir grup genç erkek ve kızı bir saraya hapsedip her türlü cinsel, fiziksel ve psikolojik işkence yaparak aldıkları sapkın zevki anlatan bir başyapıt. Film dört ana bölümden oluşuyor ve giriş bölümü hariç diğer bölümler hayat kadını olan ve başlarından geçen hikayeleri anlatarak, bu hikayelerin gerçekleştirildikleri bölümlerdir;

  • Cehenneme Giriş: 4 faşistin çevre köylerden kurban bularak saraya ilk girişlerini anlatan bölüm.
  • Çılgınlıklar Çemberi İlk hikaye anlatıcısının sapkın hikayeler anlattıtığı bölümdür. Kurbanları nesnelleştiren bölümdür.
  • Dışkı Çemberi İkinci hikaye anlatıcısının dışkı yemekle ilgili hikayelerini anlattığı bölümdür.
  • Kan Çemberi Üçüncü hikaye anlatıcısının fiziksel işkence ile ilgili hikayelerini anlattığı bölümdür.

Tom Robbins ve Yeraltı Edebiyatı

cyberdrug | 12 January 2008 15:05

Tom Robbins
Tom Robbins

Eğlenceli yazar Tom Robbins‘i tanıyalım. Parfümün Dansı adlı kitabıyla büyük ilgi gören yazar asıl adıyla Thomas Eugene Robbins 22 Temmuz 1936 yılında dünyaya gelmiş olup, Amerikalı roman ve kısa hikâye yazarıdır.

Parfümün Dansı
Parfümün Dansı

Romanları yeraltı edebiyatının özellerini taşır ve kendi ismini kısaltarak Tom Robbins olarak kullanır. “Oyunculuk, uçarılık değil bilgeliktir,” görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık derecesinde oyuncul romanlar yazmaktadır. Romanları, hayatın daha ciddi yanlarını inkâr etmez; “her şeye rağmen mutluluk” ilkesinin savunuculuğunu yapar. Bu ilkenin içerdiği mesajı, romanlarındaki karakterlerin felsefeleri ve aynı zamanda da incelikli yazı biçimiyle iletir. Edepsiz kelime oyunları, alakasız sonuçlar, zıtlık içeren ifadeler, ara sözler, Robbins’in anlatımının belli başlı özellikleridir. Romanları yalnızca edebi uzlaşımları değil, insanoğlunu tatmin etmenin en iyi yolu hakkında toplumda yer alan varsayımları da sorgular. Robbins, panteizm, mistik Doğu dinleri ve Yeni Fizik gibi çeşitli kaynaklardan alternatif düşünceleri bir araya getirir.

Tom Robbins yeraltı edebiyatının önemli temsilcilerindendir. Yeraltı edebiyatından da kısaca bahsetmek de yarar var. 19. yüzyılın ortaları ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır ve özgürlük temasına sahiptir. Gerçekle hayal arasında gezinen bu edebiyat, kimi zaman sert ve aykırı bir dille yazıldığı gibi kimi zaman da oldukça naif ve erotik bir anlatımla da zenginleştirilmiştir. Normal hayatın dışına çıkarak içimizde biriktirdiklerimizi dışa vurduran bir dile sahip olan yeraltı edebiyatının kökleri, Sadizm’in fikir babası diye tabir edebileceğimiz Marquis de Sade ile başlar. Marquis de Sade, Charles Bukowski’den günümüzdeki yazarlara kadar birçok kişiye ilham kaynağı olmuştur. Günümüzde ise yer altı edebiyatı tanınmaya iyice başlamış, Chuck Palahniuk adlı yazarın Fight Club adlı eseriyle de oldukça ün kazanmıştır.

Dövüş Kulübü
Dövüş Kulübü

Tom Robbins’in henüz bir kitabı filme çevrilmedi fakat romanları halen çok okunmakta ve birçok dile çevrilmektedir.

Bastırılan benliğimiz, bastırılan Biz!

d e g g i a l | 09 December 2007 18:50

Sade
Sade

“Beni bedensel, günaha ilişkin dayanılmaz bir perhize mahkûm ederek mükemmel bir iş yaptığınızı düşündünüz ama yanıldınız, beynimi coşturdunuz, bana can vermek zorunda kalacağım hayaletler yarattırdınız.” demişti Sade 1784’te Bastille’deyken…

Herkes tarafından sadizmin kökenlerinin Marquis de Sade’a dayandığı bilinmektedir, yaşadığı uçlardaki sapkınlıklarla dolu hayatından dolayı hapse tıkılmak belki de onun için bir ölüm olacaktı, bu yüzden de yazarak günlerini geçirmek istedi. Sodom’un 120 Günü onun en önemli eseridir. Şahsen kitabını okuma fırsatım olmasa da filmini izledim. (Salò o le 120 giornate di Sodoma)

Ben de okuyan ya da izleyen herkes gibi dehşet içerisinde kaldım, ben sadizm ve mazoşizmin herkesin içinde az ya da çok varolduğuna inanan biriyim fakat en uçlara varan görüntülerden rahatsız olmamak mümkün değil, yani aslında filmden burada ayrıntılı bahsetmek isterdim ama inanın anlatılacak gibi değil fırsatınız olursa ve midenizin kaldıracağına inanıyorsanız izlemenizi öneririm.Çivi yedirmek, dışkı yedirmek,canlı canlı kafa derisi yüzmek, köleleri zorla cinsel ilişkiye girmek durumunda bırakmak, tecavüz, idrar içme vs vs vs.

Salo
Salo

Bu filmin yönetmeni pier Paolo Pasolini‘nin sonu da dönemin faşistleri tarafından cinayete kurban götürülmek olmuştur. Film;
1. anti-inferno
2. the circle of manias
3. the circle of shit
4. the circle of blood gibi 4 bölümden meydana geliyor eşcinsellik, ensest, fetişizm gibi türlü cinsel sapkınlığa yer veren film sonunda eğer varsa sizi vicdan azabınızla bırakıyor, bu açıdan bence sinemanın en rahatsız edici kültüdür.
Sadizm ve mazoşizm çoğu zaman fetişizmle
birlikte görülmekte,bu sapmaların cinsel bir tutum olarak benimsenmesi özellikle de Türk toplumunda yadırganmaktadır. Yani elbette sokaklarda elinde kırbaçlı kadınlar ya da erkekler göremezsiniz bunlar kişilere özel durumlar olduğu gibi aynı zamanda bastırılan hisleri de barındırıyor, istatistikler giderek artan oranlarda cinsel sapkınlık eğilimlerine raslandığını söylese de etrafınızda pek göremiyorsunuz çünkü yadırganıyor. Bu tür sapmaların hep eğlenceli oyunlar haline getirildiği söyleniyor, peki nedir toplumu bu denli korkutan ? Tanrı Sodom şehrini günahlarından ve sapkınlıklarından dolayı tarihten silmemiş miydi? Aşırıya kaçmayan her şey güzeldir(!).

ölüm orgazmı

mansonilized | 25 October 2007 19:35

Otoerotik asfiksi (auto erotic asphixication) mastürbasyon esnasında oluşacak zevkin arttırılması ve doyumun şiddetlendirilmesi adına beyine giden oksijenin bilinçli olarak kesilmesi işlemidir. Geçici anoksi (beyine oksijen gitmemesi) beyinde kısmi bir oksijen yoksunluğu oluşturarak bazı sexüel aktiviteleri uyarır. Olay tamamen cinsel bir davranış bozukluğudur. Otoerotik asfiksi uygulayıcının doğru anda müdahale etmemesi durumunda kaza sonucu ölümle sonuçlanır. Çünkü o, anlık bilinç kaybı durumu saniyeler içinde uygulayıcıyı olaya müdahale edemez hale getirir ve ölüm oluşabilir. TTB (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi-STED) durumu beyine giden oksijenin azalmasının haz duygusunu arttırması şeklinde açıklıyor.

Karşı bir sanatçı için , bir başlangıç yazısı , Pier Paolo Pasolini (3)

seyrialem | 04 November 2006 14:52

II Vangelo secondo Matteo (Aziz Matyus’a göre incil) Bir film olarak “İncil” projesi 1962 ye kadar gider ama Pasolini ancak 1963 yılında “Kutsal Toprakları” ziyaret ettikten sonra (ve birde oldukça hayal kırıklığı yaratan gezisinin kayıtlarını “Sopralluoghi Filistinde” adında bir belgesel yapar) Pasolini geri döndü ve her zamanki gibi radikal olarak ,İncil film janr’ının başından başlayarak ve bu janrın çökeltilerinin dinsel yeniden sunumunun geleneğini bütün olarak dışarıya çıkarmaya başlamıştı.Parçalanma ve zor anlaşılma riskine karşın Hıristiyan inancının sosyalleşmiş orta-Marksist versiyonunu , dışavurumcu stratejiler ve çoğalan çok farklı stillerde yarattı Pasolini’nin kendisi gibi kaba ve değişmez yargılarla , İsa ki birçok yoldan devrimci ve provakatör’dür .Oswald Stack la bir röportajında Pasolini “Katolikler filmden çıktıklarında biraz karışıklardı , benim kötü bir İsa yaptığımı hissediyorlardı.O gerçekte kötü değil tamamen muhaliftir.Pasolininin filmi tartışmaları alevlendirdi ;Film OCIC(Uluslararası Katolik Sinema Organizasyonu) tarafından “Venedik onur” ödülünü aldı ama sol kanattan bir kısım tarafından saldırıya uğradı ve hıristiyan’lık , din propagandası yapmakla eleştirildi.Bu film Pasolini’nin uluslararası alanda ilk kez tanınmasını sağladı.
İncil’ i filme çekmeden önce Pasolini alışılmadık bir adım atarak İtalyanların seks hakkındaki fikirlerini bir belgesel haline getirir.Comizi d’amore(Aşk Toplantıları) bu film Pasolini’nin çoğunlukla İtalya’nın kuzeyinden güneyine seyahatinden oluşur.Bu sorular yerinde olarak her yaştaki İtalyan’a ,bütün cinsiyetlere ve sosyal sınıflara sorulur , bu sorular onların seksüel alışkanlıkları , eşcinsellikleri , boşanmaları ve kürtaj hakkında ki düşüncelerini açığa çıkarmaya yönelik hazırlanmıştır . Bazı bölümlerde yazar Alberto Moravia ve psiko-analist Cesare Musatti yorumlarıyla bu provakatif sorulara cevap vererek İtalya’nın bütün olarak ne söylediğini araştırırlar . Bu film ilgi çekici bir doküman olarak varolmaya devam etmektedir ayrıca Pasolini’nin muhteşem“gerçekliğe olan aşkını” gösteren bir belge niteliğindedir , final sorusunda çıplak “gerçek” olarak İtalya solda mıdır ? bu soruyu cevapsız bırakır.Bu belgesel filmin bize teklifi İtalya hala bir çok yolda geriye gitmekte ve parçalanmaktadır ülkenin bu değişimi Pasolini için iğrençti.Pasolini’nin Gramskiyen organik entelektüellerin rehberliğinde Marksist devrimin olabilirliğine duyduğu uzun süreli inanç şimdi zayıflamaya başlamıştı ve bu ideolojik krizin ilk işaretleri “Uccellaci e uccelini”(Şahinler ve Serçeler)


“şahinler ve serçeler” 1966 (Gramscinin cenazesinin gerçek görüntüleri)

filminin nazik ve arkadaşça yüzeyini oluşturur (1966).
Brecht ve Bunuel’e dokunan çarpıcı peri masalı , Chaplin , sessiz komedi ve napoliten ortaoyunlarının bir karışımı olan bu film pikaresk macera ve filmsel bir denemedir.Pasolinin kendisi bunu ideo-komedi olarak adlandırır.Bir baba ve oğlu (Toto ve Ninetto Davoli) bir yolda Romanın dışına doğru ilerlemektedirler.Onlara konuşan bir karga katılır, karga ideoloji ülkesindendir , babası Şüphe , annesi bilinçtir . Seyahat ederlerken karga gerçek bir sol entelektüel gibi soru sormaya devam eder , ağır resmi açıklamalar yapar , sosyo-politik düzeni tartışır.Bir bölümde pedagojik bir örnek olarak Pasolini bir ortaçağ öyküsü anlatır , hikaye peder Ciccillo ve peder Ninetto aziz Francis tarafından Şahinler ve serçeler arasında Tanrı mesajıyla aşk inanışını yaymakla görevlendirilirler.Biraz uğraştan sonra pederler kuş dilini öğrenirler ve evrensel aşk vaazını her iki grup için bireysel olarak anlatırlar.Sonunda her biriyle iletişim kurmak için döndüklerinde şahinlerin serçeleri avlamaya devam ettiklerini görürler . Hikayenin etiği aziz Francis’in pederlerin ona verdiği rapordan sonra söyledikleridir “Dünyayı değiştirmeye bir ihtiyaç vardır ama bu hala mümkünmüdür? Bu ortaçağ fablında göründükten sonra Toto ve Ninetto günümüzdeki yolculuklarına dönerler ve İtalyan komünist partisinin lideri , Palmiro Togliatti’nin cenazesiyle karşılaşırlar. Sonra karganın gittikçe artan yorucu aralıksız tartışmalarından ve yorumlarından sıkılarak sonunda kargayı öldürüp onu yerler ,belli bir mesafe yürürler.Filmin sonundaki sonu açık son belki de filmin başındaki açılış notunda anlaşılır kılınmıştır( Edgar Snow ve Mao Tse-tung arasındaki röportajın esas noktası): “Dove va l’umanita?Boh.”(İnsanlığın başı nerededir?Bu kahrolasını kim bilir?)Pasolini Toto ve Ninettoyu iki çekici kısa fabl da yeniden kullanır,La terra vista dalla luna(1966) (aydan görünen dünya kısa 31 dk) .ve Che sono le nuvole?(1967) (bulutlar ne yapar? kısa 22 dk.) ama bu sefer entelektüellerin olası bir sosyal devrimdeki rehberlik rollerini ve varoşların hızlıca ağır tüketim kültürünün kontrolü altına girmesini sorguladı . Pasolini kamerasını bu sefer mitik zamanlara çevirdi ve ritüel olarak kutsallığa olan ilgisini sürdürdü Edipo Resofoklesin muhtesem trajedisinin adaptasyonuydu,
Arkaik tarihsel ve mito-şiirsel film seti zekice yaratılmıştı,tamamen tanımlanan antik yunan kültürü ikonografisinin dışındaydı ,(bu film çoğunlukla Morocco da çekildi) hatta film Sophokles’in trajedisinin objektif olarak (orijinal metin’e sadık kalındı) ve nesnel olarak (Pasolini’nin kendi babasıyla olan ödipal durumunun ) başarılı bir uyarlamasıydı . Filmin giriş ve final bölümleri savaş sonrası 1922’li yılların Bologna’sında geçer ,Pasolini Oedipus mitini kullanarak modern zamanlar ve kendisiyle, bu mit arasında bir ilişki kurar bu şekilde kendi tanımıyla etkileyici olarak kendisinin tamamen metaforik ve mitololojize oto-biyografisini çıkartır.
Pasolini “Medea”bu film Türkiyede çekilmiştir kapadokya yöresindeydi bu adaptasyonuyla 1969 yılında mitik film setine geri döndü , o Medea ve Jason arasındaki trajik ve başarısız ilişkiyle , arkaik kültür temelli büyü ve kutsallaşmış şiddet arasındaki çarpışmayı ve onun rasyonalist kültür ile modernizme taşınmasını ve onların ellerinde kısırlaşmasını filme aldı . Pasolini için , İtalya içinde 3.Dünya ülkelerinin sömürülmesi ve neo-kapitalist tüketiciliğin geleneksel köylü kültürü üzerinde yayılması ve onu zarara uğratması arasındaki bu çarpışma hala devam ediyordu . Böylelikle bu zamanlarda bütün yayılmacı tüketim ahlakından nefret ederek ona savaş açtı ve bilinçli olarak İtalyan halkının büyük bir çoğunluğu için , yalnızca kültürel elit tabakanın anlayabileceği “tüketilemez” ve “hazmedilemez” birkaç zor film çıkardı.
Bilinçli “zor” filmlerinin ilki Teoremadır(1968) bu filmi Pasolini önceden kitap olarak yayınlamıştı.Terence Stamp’ın oyunculuğundaki yakışıklı ve gizemli bir yabancı Milano lu burjuva ailenin evine girer ve kısa bir sürede fiziksel ve duygusal olarak evdeki herkesi kendine çekerek evin hizmetçiside dahil olmak üzere evdeki herkesle cinsel ilişkiye girer. Aileye umulmadık bir şekilde, aniden girerek onları ,önceki kendi varlıklarından hoşnut yaşantıdan ayırır ve onlara kendi varoluşlarının boşluğunu hissettirir.Filmin alegorisi yabancılaşmış ve tahmin edilebilir olarak dört üyeli burjuva ailesine (anne,baba,oğul,kız)
otantik duygunun girmesiyle her şey kötüleşir ve çılgınlığa doğru gider ama hizmetçi Emilia (o da köy kökenlidir) köyüne geri döner, bir pişmanlık döneminden sonra birkaç mucize gösterir ve azizelik mertebesine ulaşır baba fabrikasını işçilere bırakır , bütün giysilerini çıkarır , çıplak ve bağırarak kutsal kitaptaki gibi bir çöl parçasına doğru koşar . Filmin sonu babanın bu akıldan çıkmaz görüntüsüdür.Filmin yeni bir şey söylemeyen çağdaş burjuva değerlerini sağlam bir şekilde sorgulaması filmin OCIC jürisi tarafından tanınmasını ve Venedik te onur ödülü almasını sağladı . Bu karara aniden Katolik otoriteler tarafından şiddetle karşı çıkıldı film geri çekildi ve yaratıcısı müstehcenlikle suçlandı.Pasolini’nin iki yıl boyunca hukuk tarafından suçlanan filmi sonunda davayı kazandı ve 1970 yılında gösterime girdi.Zaman artık Pasolini’nin Salo(1975) dan önceki hazmedilmesi en zor filmini çekme zamanıydı.
Porcile(1969)Pasolini’nin “zor” döneminin zirvesini oluşturan filmdir.Zorluğu muhtemelen Pasolini’nin 68 öğrenci hareketlerine karşı duyduğu sorumluluktan gelir. Porcile iki farklı hikayeyi değişik bir montajla sunar hikaye hem komik hem de korkutucudur.


“Porcile” domuz çiftliği 1969

Hikayenin biri bir yanardağın kuru tepelerinde geçer , genç bir adam vahşi olarak cinayet ve yamyamlık da içeren saf şiddetini dışarı çıkarmaktadır.Bir müddet sonra birkaç insanın katılmasıyla onun etrafında küçük bir grup oluşur,yakınlarındaki bir köyde kalan askerlerin onlara tuzak kurmasına kadar etraflarından geçen insanları avlayarak yaşarlar.Askerler onları ölüm cezasına çarptırır.İçlerinden biri diz çökerek pişmanlık duyar ve İsa’yı öper ama liderleri pişman değildir ve ölmeden önce şunları söyler “Zevkten titreyerek babamı öldürdüm ve insan eti yedim”.İkinci hikaye karşı kutupta çağdaş Almanya’da Herr Klotz adlı güçlü bir fabrikatörün oğlu olan Julıan’ın etrafında geçer. Julian’ın kimseyle paylaşmak istemediği bir sırrı vardır. Bu sır nişanlısı ile beraber Berlin’e bir öğrenci gösterisine giderken uğradıkları babasının işyerinde ortaya çıkar.Julian’ın sırrı domuzlarla seks yapmayı sevmesidir.Herr Klotzun iş ortağı Herr Herditze tarafından Julianın sırrı keşfedilir bununla Klotz’a şantaj yapar ,Herditze eski bir Nazidir;.Klotz da Herditze’nin geçmişini açıklamakla tehdit eder.Sonunda gerçek kapitalistler olarak ,güçlerini birleştirme ve diğerlerine karşı savaşma kararı alırlar ama onlar bu birleşmeyi kutlarken Julian’ın domuzlar tarafından yendiği haberini alırlar.Hiç bir iz bırakmadan yok olan Julian için üzülmeyi keserek sessiz kalmaya karar verirler. Pasolini’nin kendi açıklamalarına göre bu iki genç adamın kimliğinde filmin final mesajını verir – bütün toplumlar kendi çocuklarını yerler-bitirirler- yani politik anarşizm yalnızca politika arena da başarılı olur.Buna inanması zor ama Pasolini bu zamandan Appunti per an Oresteaide Africana (1970)filmine kadar tamamen politika dışında kalmayı savundu.Bu film bir çeşit seyahat belgeselidir ama Afrika’nın sömürge altında ki eleştirel tarihini anlatır, o hala tutkuyla en azından Üçüncü Dünyanın politikasıyla ilgileniyordu. Bununla birlikte Pasolini’nin sonraki filmleri IL Decameron(Dekameron Öyküleri 1971), I racconti di Canterbury (Canterbury Öyküleri 1972) ve Il fiore delle mille e una notte (1001 Gece Masalları 1974) ,gibi üç seçme edebiyat uyarlaması olacaktır,bu üçlemeye “Hayat üçlemesi” adını verdi ve bu filmleri kendisinin en apolitik filmleri olarak karakterize etti.


“Decameron” 1971

Bu üçleme harika fotoğraflanmış film setleri,pahalı kostümleri ve varoş filmlerindeki gibi amatör oyuncuların seçimi ve onların muhteşem dışavurumcu yüz çekimleriyle Pasolini’ye olabilecek en fazla pazar başarısını sağladı.Sonradan Pasolini karşı olarak bu filmlerinin onun bir başka açıdan “en politik” filmleri olduğunu iddia etti , bu politika, ideolojik değil ama seksüeldi, erotik seksüel enerji ile dolu insan vücuduyla ilgili filmleriyle her yerde ünlendi ve Pasolini’ye göre anca bu erotik alan kapitalist tüketimin baskısından kaçabilirdi.Bu ürünler pazarda birden sağladığı başarı ve popülerlikle beraber marketlere yüzlerce soft-porno taklidiyle beraber akmaya başladı, bu popülerlik Pasolini’yi seksüel enerji ile dolu insan vücudunun kapitalist tüketim den kaçabileceği konusunu yeniden düşünmeye zorladı bu yeniden düşüncelerini “Üçlemenin” yayınlanmış senaryosunun girişine ekledi.Ama “Hayat üçlemesindeki” kamusal değerlere inançsızlığından fazlasını, sonraki aynı zamanda final filmi olan , Salo o le 120 giornate di sodoma .. (Sodom’un 120 günü) filminde gösterdi.
Film gösterime girdi(ve sonra tahmin edileceği üzere seksüel sahneleri yüzünden sansüre uğradı) ve yalnızca iki hafta sonra Pasolini genç erkek bir fahişenin ellerinde, vahşi bir cinayete kurban gitti ,cinayet filmin renkli gösterimi sırasında işlendi.Kesinlikle onun en zor ve en klostrofobik filmidir Soğuk ve kristalize sinematik kararı, işkencenin güçlü bir duyguyla yeniden sunumu ve bunun acımasız mantığıyla ilişkilidir, Pasolini’nin ekspresyonist filmlerine uymayan yapıda onlardan daha fazla anormal miktarda birşeyler vardır bu film de.Temel olarak uygun inşa edilmiş ama transparan alegori, Porcile ve Teorema filmlerindeki stile dönüşe benzer, Sadeist metin ile ön-metinin değişmeyen yeniden sunumu , vücut üzerindeki sınırsız güç kullanımını ve bu vücutların ürünlere dönüştürülerek sonrada alçaltılarak şeyleştirilmesi çok etkileyicidir ve bütün bunlar faşizmin fonksiyonlarına referans olarak gösterilir.Üçlemenin içinde belki de naif olarak Pasolini aşırı canlılık ve otantikliğin temel noktası olarak bedenleri ve seksi göstermiştir, tamamen yer değiştiren bedenler gücün engellenemez cezasıyla önemini yitiriyorlardı Pasolini’nin kendisi bunu “Gücün kendi Anarşisi olarak adlandırdı”.
Bu büyüyen umutsuzluk ve açıkça nihilizmle beraber bu üçlemenin içinde yalnızca bedenlerin ünlenmesinden farklı değildi, hatta baskın güç olarak varoş filmlerinin olabilirliği içinde yada başka bir yerde, yeni kapitalist tüketiciliği antik yunan oyunları adaptasyonuyla dışavurdu. Pasolini’nin umutsuzluğu ve kötülüğü yeniden sunumu onun 1970’li yılların ortalarında gelişen ve onu rahatsız eden İtalyan gerçekleridir.O Salo filmini yaparken Corriere della sera gazetesinde bir köşesi vardı ve önde gelen hıristiyan demokratlar tarafından suçlu bulunuyordu,tutuklanmak ve İtalya’nın gözünden düşmesi için onu arıyorlardı.Pasolinin ölümüne belki de bu filmi yol açtı. Bir yerden ayrılırken yada bir komplonun parçası olarak belki de bu şok edici sahneleri çektikten aylar sonra, dışarı çıktığı o ekim gecesi kendi ölümünü mü arıyordu ? Ama belki de bu ölüm Pasolini’nin sinemasına bir vurguydu : En önemli karakterleri yaşamla ölüm arasında savaşıyorlardı ve en sonunda acı bir şekilde ölüm kazanıyordu . Accatone ölür, Ettore ölür , Stracci ölür , Julian domuzlar tarafından yenerek ölür ve tabiki İsa ölür. Pasolini’nin film teorisinde değişmez olarak ölüm temasını bulabiliriz.. Edipo Re filmini çekerken yapılan bir röportajda Pasolini şunları söylemiştir:

yatak odasında felsefe

Tucimania | 27 October 2006 23:46

marquis de sade mükemmeL bir kitabı.. 18. yy’ın düşünce akımına acımasızca saLdırır.. doğayı savunur, şiddet dahiL her şeyin doğaLLığını savunur.. bir ara yasakLıLar arasındaydı bu kitap..
kitabın kimi düşünceLerine katıLmayacaksınız.. kimi düşünceLerine katıLacaksınız.. sizi düşündürecek.. sade kitapta ki düşünceLerini körükörüne savunmaz.. bu da size koLayLık sağLar.. düşünceLeri ya benimseyeceksiniz ya benimsemeyeceksiniz.. bu kadar.. kitabın kimi yerLerinde tezatLıkLar vardır.. bu tezatLıkLar kitaba ayrı bir hava verir.. işte bir sade kitabı.. 🙂
eğer bir yeraLtı edebiyatı okuru değiLseniz bu kitap size çok ağır geLecektir.. küfür ve seksten ibaret geLecektir.. ama öyLe değiLdir..