bildirgec.org

kum hakkında tüm yazılar

Sen

Chat Noir 1 | 05 February 2011 12:03

Güneşin doğuşu insanı heyecanlandırıyordu,
Havanın kokusu bir huzur veriyordu,
Sabahın neşesi herkesi etkiliyordu,
Ama tek eksik sen yoktun.
Denizin kokusu anıları tazeliyordu,
Güneşin güzelliği herkesi büyülüyordu,
Sımsıcak kumlar, insanı ısıtıyordu,
Ama tek eksik sen yoktun.
Rüzgarın sesi bir melodi gibi geliyordu,
Yıldızlar ayı kıskandıracak kadar çok parlıyordu,
Gecenin sessizliği düşündürüyordu,
Ama tek eksik sen yoktun.

Güliz Ardilli / İstanbul / 1997

artık rahatlıkla telefonunuzu denize götürebilirsiniz

nazrdogan | 09 December 2010 10:50

defy
defy

Telefonların her geçen gün daha da büyüdüğü şu günlerde Motorola, Defy adını verdiği yeni kompakt telefonunu tanıttı.
Defy diğer büyük ekranlı telefonların aksine 3.6 inch ekrana ve 112 gram ağırlığa sahip.
Bu telefonu önemli yapan sadece küçük olması değil, aslında en önemli özelliği su ve kum geçirmemesi ve çizilmeye dayanıklı gorilla cam ekrana sahip olması. Ayrıca dış malzemesinin sadece birkaç yeni telefonda bulunan sertleştirilmiş malzemeyle yapılmış olması da dikkat çekici yanlarından biri. Bu özelliğinden dolayı özellikle kirli, ıslak yerlerde çalışanlar için kompakt ve saglam bir seçenek.

kum tanecikleri

massay | 13 November 2009 14:43

Yeryüzünde ne kadar kaya varsa, o kadar kum var. Kırık mercanlar, volkan lavları, parçalanmış kuvarslar bir süre sonra kuma dönüşüyor. Ve kum her geçen gün yeryüzündeki toprağı biraz daha yutuyor.

“Bir kumsal, sürekli hareket halindeki milyarlarca kum tanesinden oluşan bir ordu” Bascom’a göre.

Gerçekten hiç dikkat etmiyoruz, yaz mevsiminde, her geçen gün rüzgarın ve dalgaların öldürdüğü bir canlı organizma üzerinde yatıp güneşleniyoruz. Bu canlı organizma, evrensel bir niteliğe sahip.
Çünkü dünyanın her yerinde ve her türlü iklimde kuma rastlamak mümkün.

Denizyıldızı’nın Ahı

lagos | 24 August 2009 20:36

öncelikle empati temelli, “onun için farketti” mesajlı, kişisel gelişim kitaplarından dersanelere kadar düşen, klişe denizyıldızı hikayesi anlatmayacağımı belirtmek isterim.

17 yaşındayım. iskenderun‘a bağlı arsuz adlı tatil beldesindeyim. -bu şirin belde veya kasaba aynı zamanda memleketim olur.- denizin berraklığına dayanamayarak maske, şnorkel, palet üçlüsünü kaptığım gibi kendi dünyama dalıyorum. insanlardan uzaklaştıkça zihnimi farklı düşünceler kaplıyor, sadece ben varmışım gibi dünyada. ve bu karadaki yalnız kalmalara benzemiyor; odana kapanmak, bir ormanda yalnız olmak ya da hayalet bir kasabada insanlardan uzak olmak, hiçbirinin alakası bile yok. çünkü suyun altında sürekli duyduğun tek şey kendi nefes alış verişlerindir. ve orada dünyanın merkezi sensin..

Dostum’a…..

bilgisever | 22 July 2009 10:13

Sayılı gün çabuk geçer diye söylenir hep DOSTUM,
İş başlayabilmekte hayata.
Bir başladın mı…
Yaşamaktan hiç vazgeçemeyeceğin şeyler de tek tek sayılıyor bir avuç sedef gibi, malesef…..
Bir an olsun da geçsin gitsin dediklerin de bir kova kum gibi…. say say bitmez…..
Gidilecek yol aynı…Ayak sürüsek de, emin adımlarla ve coşkuyla adımlasak da…
Nasıl yaşadığımıza bakmalıyız DOSTUM,
Hayatın -bu nereden eseceği belirsiz olan- rüzgarına kendimizi kaptırdığımızda
Göreceğiz ki ortada ne boncuk kalacak ne de kum…..

izmir – çeşme

kahramancayirli | 20 July 2009 12:25

sehirler.net adresinden alınmıştır
sehirler.net adresinden alınmıştır
cesme-cesme.com adresinden alınmıştır
cesme-cesme.com adresinden alınmıştır

Güneş eski Güneş değil artık. İzmir’den Çeşme’ye motorla gidelim dedik, bacaklarım hâlâ yanıyor. Haftasonu da acılar içinde geçti. Oysa yanımda güneş yağı, kremi .. muhtelif alet edevat var sür işte değil mi!
Karşıyaka’da oturup Çeşme’ye gitmeye kalkışınca, şehirden çıkmak büyük azap oluyor. Bitmek bilmedi şehiriçi. Hoş zaten Güzelbahçe biterken Urla başlıyor, Zeytinlikti, Ildırı’ydı, Karaburun yol ayrımlarıydı derken insan Alaçatı’ya varıyor. Rüzgar pervanelerini görünce Çeşme tabelası kafanıza iniyor. İsmini andığım her yer çok güzel. Ayrı ayrı övmeye, iç kıymaya gerek yok.
Çeşme’de Burger King, Mc Donalds vb. zincir burger mağazalarından yok. Sadece Pizza Pizza var. Niye? Alaçatı’da da, Ilıca’da da. İsmi olmasına rağmen az insan yaşadığı için olabilir mi? Bu tip yiyeceklerin delisi olduğum için bu durumu ayıplıyorum. Ayıp bir şey!
Eski karayolundan giderseniz Ildırı yol ayrımını muhakkak göreceksiniz, 16 km içerideymiş, eskiden bu tip tarihi kalıntılar sıkardı, boğardı vb. ama son birkaç yıldır tarihe ve başta Knidos olmak üzere muhtelif arkeolojik kalıtlara çok ilgi göstermeye başladım. Bir tanıdığım da Datça’da geçirecek yıllık iznini. Kıskandım.
Benim isteğim şu: İzmir’den motorla yola çıkıp İstanbul’a dek deniz kenarından kasabaları, köyleri göre göre gitmek. Diyelim Foça’ya varıldı, iki saat deniz molası; Ayvalık, Cunda Adası vb. bin kere dura dura gitmek. Bence esas gezmek böyle olur. Ama çekindiğim noktalar da yok değil. Bakalım epey maceralı bir izin yolculuğu olacak mı..

AŞK-KUM

mucizemsin | 15 July 2009 09:42

kuma dokunmak
yoksa,
bir hayale dokunmak mı?
benim olsun dedikçe
parmaklarımın arasından akmak mı?

amaç akmak mı?
karanlığın karşısı ak-mı
zamana inat akmak-mı

kansere çare mi zakkum
ömrümdeki ur da tutkum
tutkumdaki kum-a da tut ki
çare zakkum
senden
ahulu zakkum
bana
safranlı lokum

hasretindir kokum
tebessümünle tokum
ancak senli çokum
son zamanlarımda da
sus-kum
kum

“ANNEE YÜZÜYORUM!!!”

il mare | 14 July 2009 09:19

Allah’ım! Kabus gibi..Kara kuru,esmer 9-10 yaşlaırnda bir çocuk,sanki ağzımı daha ne kadar geniş açabilirm acabacılık oynayaraktan “anneeee” diye bağırıyor denizin kıyısından,aslında derinde olduğunu sanarak. Ne de şirin,canım benim,aman da aman…Herşey çok güzel,gözlem yetimin doruklarındayım ve çocukluk hatıralarımın en derinlerinde…Sanmalarımı,sanılgılarımı hatırlıyorum hep denize dair,ellerimle aşağıdan kumlara dokunarak ve bu vasıtayla sırtımla beraber popomu su üzerinde bırakmaya çalışarak,gene ellerimle ilerlemeye çalıştığımı,bunun adını “yüzüyorum!!” koyduğumu falan hatırlıyorum,hatırlattın çocukk,saol..

Gözlüğün Geçmişine Yolculuk ve Camın Hikayesi

nacak | 05 June 2009 09:04

Gözlüğün olmadığı dönemlerde görme sorunu olan insanların nasıl sorunlarla karşılaştıklarını hiç düşündünüz mü? Hele de göz numaraları çok yüksek olan insanların. Evden çıkmayıp, sosyal hayata karışmamış olmaları ihtimal dahilinde. Tabii eğer soruna başka türlü bir çözüm bulamadılarsa. Ben yine de bir şekilde bu soruna da çözüm bulmuşlardır diye düşünüyorum. Geçmiş çağları araştırınca, o devir insanlarının beyinlerinin daha fazla bölümünü kullandıkları belli. Teknolojik aletlerin de olmadığını düşünürsek hele ki internet gibi her aradığını insanın önüne anında çıkaran ve beyin yormak zorunda bırakmayan bir icadı düşününce başka çareleri olmadığını anlamamak da mümkün değil zaten. Tek çözüm sorunlara çare üretmek.

Antik çağ insanlarının optik camlar hakkında bilgileri olduğu biliniyor. Girit’te yapılan kazılarda M.Ö 1000 yılına ait büyüteç bulunmuş. Gözlüğü ilk bulan kişinin kim olduğu ise muammasını koruyor. Bilinmeyen bu şahsa teşekkür mü etmek gerek yoksa kızmak mı gerek bilemiyorum. Zira gözlük icad edilmeseydi belki lazer ameliyatlara çok daha önceden başlanabilirdi. Bu da garip bir yaklaşım oldu galiba.

Gözlüğü bulan kişi bilinmese de Venedik’te yaşamış birisi olduğu düşünülüyor. Zira ortaçağda Venedik cam üretimiyle çok ünlenmişti. 13. yy’a doğru unutulup giden renksiz cam yapma tekniğini Venedikli cam ustaları yeniden canlandırmıştı.