bildirgec.org

kim ki duk hakkında tüm yazılar

REAL FICTION / LA VİDA ES SUENO*

sahaf1976 | 07 July 2009 12:16

  • “Hayat bir düştür.”
Real Fiction
Real Fiction

2000 yapımı Real Fiction’da yönetmen Kim Ki Duk’un deneysellikte bir zirve yaptığını söylemek hiçte abartılı olmaz. Teolojinin ve felsefenin yüzyıllardır tartıştığı bir mesele olan gerçek ve düş, sahici olanla kurgu olan bu filmde kendini fazlasıyla hissettiriyor.
Genellikle olduğu üzere yine bir ressam var hikayede, (Jin-mo Ju) üstelik o da yönetmenimizin Fransa‘da yaptığı gibi sokak ressamlığı yapıyor. Ancak Wild Animals’teki ressam adayımız gibi resim yerine karanlık suç dünyasını tercih eden bir karakter değil genç adamımız. Bu kez toplumun tüm aşağılamalarını sineye çeken pasif bir adamımız var. Ta ki bu filmin metaforu olan kamerasıyla bir genç kız gelip (Jin-ah Kim)ressamımızdan hayatı boyunca onu üzenlerden intikam almasını teklif edip eline bir silah verene kadar. Tüm bu trajediyi kaydetmek koşuluyla elbette ki…

Real Fiction
Real Fiction

THE ISLE

sahaf1976 | 06 July 2009 16:01

The Isle
The Isle

İNSAN DÖRT TARAFI DENİZLERLE ÇEVRİLİ BİR ACI PARÇASIDIR
Kendi memleketinde gerek tarzı, gerekse ülkesinin tüm sinemacılarından daha farklı bir yerden gelişiyle pek anlaşılmaya yanaşılmayan yönetmen ilk defa bu filmiyle Venedik Film festivalinde gösterim şansı bularak, Kore dışına esaslı bir çıkış yaptı. Yine bu filmle ülkesindeki pek çok eleştirmen ve feministle aralarına kara kedi de girmiş oldu. Hatta Venedik’te filmin gösterimi sırasında bir İtalyan gazetecinin, filmdeki karakterlerden biri olta yutarak intihar etmeye çalışırken, perdede gördüğüne dayanamayarak bayılması da filmin daha çok ilgi çekmesine katkı sağlamış oldu.
Golf sopası ve toplarını, bir Yay’ı, geçip giden mevsimleri, sırtına taş bağlanan savunmasız canlıları bir metafor olarak son derece başarılı bir şekilde kullanan yönetmen için bu filmde de metafor oltaydı.

The Isle
The Isle

Birdcage inn

sahaf1976 | 06 July 2009 11:23

KUŞU KAFESE KAPATIRKEN KENDİMİZİ DE DIŞARI KİLİTLİYOR OLMAYALIM?

birdcage inn
birdcage inn

1998 yılı yapımı olan bu film Kim Ki Duk ve Jeong-min Seo tarafından yazılmış senaryosuyla dikkat çekiyor.
Evlilik ve ilişki kavramlarıyla ilgili tutucu ve romantik düşünceleri olan Hye-mi (Hae-eun Lee) üzerinden bu kez yönetmenimiz ahlak kurallarını, aşkı ve dostluğu masaya yatırıyor. Tabii ki yine hepsini kendine özgü karşıtlıklarıyla… Üniversite öğrencisi Hye-mi erkek arkadaşıyla sorunlu yürüyen beraberliğindeki tüm sorunlardan ailesinin kiraya verdiği iki odayı tutan fahişeleri sorumlu görür.
Hatta fahişeler evden taşındıktan ve odalardan biri genç, güzel, kibar bir ressam adayı olan Jin-a’ya (Ji-eun Lee) verildiğinde bile, Hye-mi takıntısında ısrar eder. Keşfedilmeyi bekleyen cinselliğinin baskısıyla daha da hırçınlaşmıştır. Ona göre Jin-a’ da aşağılık bir fahişedir..Bu iki karakterin ise birbirini tanıyıp anlaması için önlerinde oldukça dikenli bir yol vardır.
Bu kez müzikte Moon-hui Lee isimi bulunmakta.

WİLD ANİMALS / ÖLÜMÜ GÖZE ALMIŞ İNSAN GÜCÜNDEN DAHA BÜYÜĞÜ YOKTUR

sahaf1976 | 04 July 2009 10:11

WILD ANIMALS
WILD ANIMALS

İster adına evrim densin isterse yaradılış, pek çok araştırma, gözlem ve deney şu yaşlı evreni paylaştığımız diğer canlılardan ne kadar ileride olduğumuz konusunda zaman zaman acımasız sorularla karşı karşıya bırakır bizi. Sadece hayatta kalabilmek için bir başka canlıyı öldüren bir hayvanla, atom bombasını icat etmiş bir başka canlı arasında gerçekten sandığımız kadar fak var mıdır?
İşte belki de insan la hayvan arasındaki mesafe ancak zorlu koşullarda anlaşılabilir. İyi bir gelirimiz, yeterli güvenliğimiz, sosyal, cinsel, kültürel ihtiyaçlarımız karşılandığı sürece elbette ki bizden daha modern, entelektüel, insani bir canlı olmasına imkan yok. Peki ya bu nimetlerden yoksun bırakıldığımızda içimizdeki hayvanın kontrolü ele geçirmesi ne kadar sürer?

Kim Ki-Duk sinematografisindeki ikinci filmle bu soruya cevap arıyor işte. Wild Animals’ın başkişisi Cheong-hae (Jae-hyeon Jo) tıpkı yönetmenin kendisi gibi ressam olma isteğiyle yanıp tutuşan bu sebeple de Güney Kore’yi ardında bırakıp soluğu Fransa’da alan bir karakterdir. Ancak Fransa kahramanımızın özlemiyle yanıp tutuşmamaktadır. Dilini, kültürünü bilmediği bu yepyeni hayatta dertleri arasına parasızlık ta eklenen kahramanımız, yaşamak için Fransa’nın karanlık arka sokaklarına geçiş yapmaya başlar.

KIM KI –DUK / İKİYE AYRILMIŞ BİR ÜLKENİN TEK VE KOCAMAN KALBİ (2)

sahaf1976 | 03 July 2009 18:41

Coast Guard
Coast Guard

2002′ de ”The Coast Guard” ise akıllara J.J.Rousseau’nun, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı eserinde geçen ünlü sözünü getiriyor; “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “bu bana aittir” diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine “bu sahtekâra kulak vermekten sakınınız, meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise hiç kimseye ait olmadığını unutursanız mahvolursunuz” diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, nice cinayetlerden, nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu!”
Yönetmen bu filmde de kendi hayatının beş yılını verdiği Deniz Kuvvetlerinde biriktirdikleri üzerinden girişir sorgulamaya, kendi içinde çatışmalar yaşayan bir sahil koruma müfrezesi ikiye bölünmüş Kore’yi simgeler gibidir.

Spring, Summer, Fall, Winter and Spring
Spring, Summer, Fall, Winter and Spring

Militarizme ağır bir eleştiri yolladığı bu filmde, Kuzey Kore’ li casusların ülkesine girmemesi için gece devriyesine çıkan ve milliyetçi duyguları son derece ağır basan bir asker sahilde sevişen bir çifti malum düşman zannederek ateş eder ve çiftten erkek olanı öldürür. Cinayetle birlikte askerin ve sevgilisi öldürülen genç kadının hayatı birbirine ölümle, suçla, suçlulukla, korku ve paranoyayla, nefretle bağlanmış olur. Üniforma ve sınırlar, devletin resmi aygıtları bir tarafta dururken sınırların anlamsızlığı ve insan hayatının değeri de öbür tarafta durmaktadır.

2003 yılında çektiği “Spring, Summer, Fall, Winter and Spring” yönetmenin seçtiği resimlerin insan ruhunda bıraktığı o haz sebebiyle oldukça beğeni topladı.

CROCODİLE / Timsah İnsanı Yer, Derisinden Çanta yapmaz

sahaf1976 | 03 July 2009 14:19

Crocodile
Crocodile

1996 yapımı olan filmin senaryosu daha sonraları çekeceği tüm filmler gibi Crocodil‘de Kim Ki Duk’a ait ve yönetmen koltuğunda da kendisi oturuyor. Genç yönetmenin ilk filmine Gok- Ji Park yapımcı olma cesaretini gösterirken Görüntü yönetmeni olarak Dong-sam Leeher karenin bir tabloya dönüşebilmesi için bütün birikimini ortaya döküyor. Ülkemizde 1996 yılında sinemaseverlerle buluşmuş bu film de yönetmenin diğer filmleri gibi yeterli ilgiyi görememiş, ancak seyirci Boş Ev, Zaman, Yay gibi filmlerle tanıştıktan sonra hak ettiği ilgiye kavuştu denebilir.

Daha ilk filminde kamerasını sıra dışı ilişkilerin tam kalbine sokan yönetmen, toplumun sistem dışına kustuğu üç kişiyle tanıştırıyor bizi. Ag-o (Güney Kore’nin başkenti Seul’de Han nehrinin ayırıcılığına inat kurulmuş köprünün altında yaşlı bir adam ve bir çocukla beraber yaşamaktadır. Başrollerini Jae-hong Ahn ve Jae-hyeon Jo’nun paylaştığı filmde, yaşlı adam tüketim toplumunun çöplerinden bira ve kola kutularını vs leri toplayarak rızkını çıkartırken, çocuk orada burada sakız satmaya çalışır. Ag-o ise gündüzleri işportacılık yaparak geçimini sağlamaya çalışmaktadır.

KIM KI –DUK / İKİYE AYRILMIŞ BİR ÜLKENİN TEK VE KOCAMAN KALBİ (1)

sahaf1976 | 03 July 2009 09:58

KIM KI_DUK
KIM KI_DUK

Organize İşler filminde Üzeyir karakterini filmdeki tüm karakterlerden daha fazla sevmemin nedeni Süpermen Samet ile aralarında geçen konuşmadır. “Üzeyir abi sen dilsiz değilsin. Niye hiç konuşmuyorsun?” diye sorar Samet. Yıllar geçmesine rağmen unutamadığım şu cümleyi söyler Üzeyir, “Bir ara çok konuştum, hiç faydasını görmedim. Bıraktım.”
Ne büyük bilgeliktir insanın bunun ayrımına varması. Küserek, acıyarak, kaçarak bir savunma biçiminde değil anlayarak, sindirerek tercih edilmiş bir suskunluk. Konuşan Türkiye’nin kısacık bir zamanda, ağzı olan konuştuğu için, Labarba yapan Türkiye’ye dönüşmüş olmasının ilacı belki de suskunları anlayabilmek, susmayı öğrenebilmektir. Evde, okulda, vapurda, sokakta, tiyatroda, bağıra bağıra ve sanki dünyanın en müreffeh ülkesinin imtiyazlı vatandaşlarıymışız gibi kahkahalarla konuşmamızın altında yatan o toplumsal hastalığı teşhis ve tedavi etmek zorundayız. Akıl sağlığımız biz söz sıkarak zamanı öldürmekle meşgulken ellerimizin arasından kayıp gidiyor oysa. 3. sayfaların cinnet ve cinayet haberleriyle doğru orantılı bir gürültü toplumu oluyoruz. Susan Türkiye istediğimden değil elbet, boş konuşan Türkiye’den yorulduğumdan…

KIM KI_DUK
KIM KI_DUK

Suskunluğu tercih etmiş, hiçbir yere bağlı olmayan, gittiği her yerde hep misafir, hep sürgün olan birinin en kolay yaptığı şeydir resim çekmek. Fotoğraf makinesiyle değil zihniyle çeker resimlerini. Dilini, kültürünü bilmediği sokaklarda gezerken sesleri, sözleri değil resimleri toplar cebine. Konuşarak tüketmez içindekileri. Egolarını, hırslarını, korkularını da ehlileştirmiştir o, bu sayede mümkündür susabilmek.

20 Aralık 1960’ta Güney Kore’de bir taşra köyünde dünyaya gelen Kim Ki-Duk işte bu susan ama biriktiren insanlardan oldu. Çocukluğunun oldukça haşarı geçtiği biliniyor. Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte Seul’e taşınmış olmasıyla büyük şehir kavramıyla tanışmış oldu. Ailesinin ekonomik olarak güçsüz olması sebebiyle kısa sürede meslek sahibi olması gereken Kim Ki-Duk büyük şehirde tarım eğitimi verilen bir okula gönderildi fakat onu bu okula yönlendiren ekonomik sorunlar büyüyerek devam ettiği için okulu tamamlayamayarak ayrıldı.

Rüya (Dream / Bi-mong)

menese | 02 November 2008 09:58

Jin, yakışıklı, munis tabiatlı -film boyunca icra ettiği, fakat ne olduğuna dair kesin bir neticeye varamadığım mesleğini düşününce- sanatkar biri olduğuna karar verdiğim, genç bir adamdır..

Bir trafik kazası yaptığını gördüğü, kâbus gibi rüyasından uyanan Jin, kendisine gerçek gibi gelen bu rüyadan etkilenerek, gecenin bir yarısı evinden çıkıp, kazanın olduğu otoyola varır..

Jin’i orada, biraz önce gerçekleşmiş bir trafik kazasının delillerini toplamaya çalışan polisler karşılar..
Kazayı yapan kişi olay yerinden kaçmışsa da, güvenlik kameraları, onun, bir kadın olduğunu tespit etmiştir..

FilmEkimi başlıyor!

ggecim | 26 September 2008 12:00

Filmekimi 10 – 16 Ekim arasında 21 muhteşem filmle Beyoğlu Emek Sineması’nda ödüllü filmleri ağırlıyor. Biletleri 25 Ekim itibariyle satışa sunulan filmekiminde usta sinemacıların en yeni ve ödüllü filmleri en çok ikişer seans olarak gösterilecek.
1 haftalık festivalde, Miyazaki‘nin son filmi; KÜÇÜK DENİZKIZI PONYO (GAKE NO UE NO PONYO)‘dan,Kim Ki-duk’un son filmi RÜYA
(BIMONG)
‘ya,Wim Wenders’ın son filmi olan PALERMO’DA YÜZLEŞME
(PALERMO SHOOTING)
‘den, Michael Winterbottom’un son filmi olan CENOVA‘ya,Wong Kar-wai’nin filmografisinde yer alan tek dövüş sanatı filmi olan ZAMANIN KÜLLERİ (ASHES OF TIME REDUX)‘den, Fernando Meirelles’in merakla beklenen filmi Körlük (Blindless)filmine, 2008 Cannes Senaryo Ödülü alan LORNA’NIN SESSİZLİĞİ(LE SILENCE DE LORNA) filminden, 2008 Sundance Jüri Büyük Ödülü alan DONMUŞ IRMAK(FROZEN RIVER) filmine kadar pek çok yeni, usta işi ve ödüllü film mevcut.

Areumdabda (Beautiful / Güzel)

queennothing | 17 September 2008 09:59

2007 yılında “Mul-go-gi” adlı ilk kısa filmini çeken Juhn Jaihong, ilk uzun metrajlı filmini çekti; “Arumdabda”. Jaihong’un en büyük destekçisi olan Kim Ki-Duk da, İngilizceye “Beautiful” olarak çevrilen bu filmin senaryo yazımına yardım etti.

Güney Kore sinemasının usta isimlerinden biri, belki en ünlü isim Kim Ki-Duk ya da Ki-Duk Kim (Koreliler’in isimleri farklı şekillerde yazılabiliyor.). Onu “Paran daemun”, “Yasaeng dongmul bohoguyeog”, “Seom”, “Hae anseon”, “Shi gan”, “Soom”, “Bin-jip” gibi ses getiren yapımlardan tanıyoruz. Jaihong’un ilk uzun metrajlı filminde adının geçmesi, filmin dünya çapında izlenmesine katkı sağladı.