bildirgec.org

kendinde değil hakkında tüm yazılar

yastıkaltı altınları

salom salomanje | 23 April 2004 18:38

bütün suçu istanbul’a atıyorum ama sanırım nişantaşı’nın, emirgan’ın, beyoğlu’nun, hatta kadıköy’ün hiç mi hiç suçu yok. Parkorman’ı bile masum buluyorum. Kirpi logolu afişler falan. Ucuzundan bir elbise giyip Firuzağa’ya gidemiyorsam, suç ne Tophane’nin, ne de Üsküdar’ındır değil mi? Tek başıma sokağa çıkamaz olduysam, e etrafımda da bir tane insan bırakmadıysam AFM Fitaş ne yapsın canım? Bakırköy-Taksim dolmuşlarının ne suçu var hem? Gidip bir kitapçı bile dolaşamıyorsam, koskoca Literatür ayağıma mı gelsin canım? Hem Tünel niye yerin dibine batıyomuş? Yok annem yok, ben suçun kimde olduğunu biliyorum…

oysa

necinni | 22 April 2004 17:03

oysa almalıydın beni de yanına böyle çekip giderken,yada geriye yalnızca sensizliği bırakmamalıydın, ben bu bahar akşamında hangi yanlarımı yeşertebilirim sensiz yada hangi akşam -şöyle çakırkeyf- kumsallarda adını haykırabilirim,seher vakti güneşle uyanabilir miydim bir daha,dalga dalga saçlarına kumsal olup uzanabilir miydim,sigara dumanı gibi hafifleyip boşlukta kaybolabilir miydim, oysa almalıydın beni de yanına böyle çekip giderken,yada geriye yalnızca sensizliği bırakmamalıydın

biri beni durdursun!

sersemtavuk | 22 April 2004 16:38

gayet güzel giden bir ilişkisi-kendince-bitmiş ve akabinde başlamak üzere olan bir ilişkinin içine eden bir insan evladı olarak, diyorum ki; eyyy özgürlüüüük!

öyle günlerce eve kapanıp içki şişesi koleksiyonu yapma dönemini geçtim ben. yalnız olduğum dönemlerde hayata karışmak istiyorum. her gece o bar senin, bu sinema benim gezmek, zıplamak, dağıtmak, hönkürmek, içmek, eğlenmek, dansetmek istiyorum.

yalnızken de mutluyum. bunu kanıtlamak istiyorum belki de-kendime-evet..

bu arada, özlemişim lan seni hafif!

feci hikaye-yada-fecaat-yada-benim bi hayatım yok

sadistköpek | 18 April 2004 16:36

Bu hikaye çok acıklı. Kendine ve aklına, mantığına güveni tam olan bir gencin (bendeniz) güveninin nasıl sıfıra indiğini gördüğü, pişmanlık duygusunun ne kadar ağır olabileceğini keşfettiği, hayatta en berbat şeyin pişmanlık ve zamanı geri döndürememek olduğunu idrak ettiği komik ve utanç verici bir hikaye. Günlükçülerle paylaşmak istedim.

Hikayemiz üyesi olduğum meslek odasının düzenlediği bi kursta başlıyor. O sırada üniversitede öğrenciyim, yaz tatili… İlk ders günü gittim sınıfa, ders çoktan başlamış, girdim içeri, en arka bilgisayarda bir kişilik yer var, iki kişiye bir bilgisayar. Gittim oturdum, aa ne şans, sınıfın en güzel kızının yanına denk geldim. Derken tanıştık. Ben bir şeyler yaparken öyle aptal aptal bakıyordu ekrana, çok şirindi. Hoşlanmama rağmen neredeyse bir ay boyunca bir şey söylemedim. Başka bir şehirde üniversitede okuyordu, arkadaşı vardır diye düşünmüştüm. E düşündün, ama emin olabilir misin? Hadi arkadaşı var, açık konuşarak kaybedeceğin bir şey var mı? Neden pasif kaldığımı şu anda anlayamıyorum. Kurs süresince resim çizme yeteneğim olduğunu fark etti. Ondan bir fotoğraf istedim, isterse portresini çizebileceğimi söyledim. Bunu aslında ondan çok ben istiyordum tabi. Fotoğraf getirdi, ben de çizdim, bir kopyasını verdim. Son ders gününden önceki akşam aradım telefonla. O gün neden gelmediğini sordum. Yarın gelmesini söyledim. “Son kez görüşsek iyi olmaz mı” gibisinden saçmaladım. Kim bilir, ertesi gün gelse, belki patlatacağım müjdeyi. Şimdi düşünüyorum, o anda arkadaşı da yokmuş, yaz bitene kadar orada, ailesinin yanında kalacak, ben de oradayım yaz bitene kadar, daha görüşürdük her halde… Yanımdaki sandalye boşken dersi hiç dinlemedim, kimseyle konuşmadım. Ciddi ciddi beni heyecanlandırmıştı çünkü, nefret ettiğim halde her kurs günü sinekkaydı tıraş oluyor, en iyi giysilerimi giyiyordum. Hatta okuduğum şehirde beni bekleyen kız arkadaşımı bir çırpıda gözden çıkarmıştım. Bu onunla kıyaslanmazdı, daha olgun, daha uzun boylu, daha akıllıydı.

eski kız arkadaşım beni uyutmuyor.

linux | 13 April 2004 02:40

Bu gün (salı) itibariyle eski kız arkadaşım artık… Kocaman kahverengi gözleri,Jennifer Lopez edası ile salınan kalçası,mühteşem hafızası ile tam dört gün ortadan kayboldu.Sonunda telefon edip kafasını dinlemek için bir arkadaşında kaldığından bahsedip özür diledi(!)Beni seviyormuş ve devam etmek istiyormuş,dört gün aramaması benimle ilgili değilmiş.(!) İlk gün önemsememiştim ikinci günün gecesin de annesine ulaşıp ‘iyi ama kafası karışık,dengesiz bu günlerde. Ben, gelince seni aratırım Linux’diyaloğu ile biraz rahatlamıştım. geçen üçüncü ve dördüncü günler kocaman soru işaretleri ile dolaştım hepsi neden? neden? diye bitiyordu.Ayrılmak istiyorsa bir iki kelimeyle bile yapabilirdi(?) beni tanırdı sorun yapmazdım… Ben bulunmaz hint kumaşıyım ya! o’da kanatları olmayan şirin bir melek! aslında eski kız arkadaşım bir motormuş sanırım,ben de bir salağım..( bu ucuz tanım bile beni rahatlatmıyor) Nasıl bir deneyim bu? Kimseye güvenme yıllanmış aşkına bile mesajı, bilinç altımın derinliklerine kazınmışken,tekrar bilincimi kandırıp nasıl ona yada başka bir hemcinsine güvenebilirim… An ve an ortadan kaybolma ihtimali,riski ile yaşanmaz ki!!!

follow me

eyluleser | 11 April 2004 07:23

Ölüm kimseyi dinlemiyor!Kadın,erkek,yaşlı,genç,çocuk,bebek…Ölüm hiç beklenmedik anda geliyor.yada bekleniyor.Beklemek kadar zor birşey varmıdır hayatta?Hele bide beklenen ölüm ise!…”Kaybettik, aramızdan ayrıldı, dağ gibi adamdı” bu sözleri sarfetmekte zor, duymakta. O an çaresiz,saf,negatif beyin…Hastalıkta sağlıkta,iyi günde kötü günde hep bir arada ola cağınıza söz verir misiniz?Bu beraberlik ölüm olsa bile!Karar vermek zor.Şu dünyada kısacık zaman diliminde birşey yaptınız mı diye sorsalar ne diyeceksiniz?Hiç ölümü bekledim.Ve o bugün geldi…Nasıl birşeydir ölümü yaşamak?nasıldır bir anda hayatla tüm bağlarını koparmak?Kaderine gülümsemelimidir insan acıları dindi diye yoksa üzülmelimidir?Kararsızlık… beklemekten sonra en sıkıcı şey…Hayat insana her acıyı tattırıyo.Acılarla büyüyor insan.ama napıcaksın hayat devam ediyor herşeye rağmen.Ölümü bekleyerek…

geceler

ezilmis_leylaklar_kitabi | 09 April 2004 17:42

Oturduğumuz apartmanın alt katındaki düğün salonundan “Vur kazmayı kazmayı, vur çapayı çapayı” diye inildiyen kötü bir arabesk mahalleye yayılırken, udun içindeki o adam ki adı her rüyada Kevork olurdu, udun içinden çıkar Ada Sahillerinde Bekliyorum’u çalardı. Küf kokusuna incecik bir sümbül kokusu karışır zar zor uyumuş olan beni uyandırırdı. O zaman karanlık koridorda,odamdaki saatin tıkırtılarını dinleyerek, mutfağa yürürdüm.

Her kapı aralığından biri çıkacak gibi olurdu. Korkardım. Bir el dokunacaktı sanki bana. Dokunup yitecekti. Rüzgârı özlerdim. Basık, havasız, sıkış tıkış bir yerdi Kurtuluş’ta oturduğumuz mahalle. Geceleri boğucu yapış yapış bir sıcak sarılırdı bodur apartmanların boynuna. Pencereler, duvarlar terlerdi. Bazen kalorifer dairesinden katlara yayılan o acayip böceklerden biri geçecek gibi olurdu ayağımın altından. Üzerindeki karelerini sayarak uyumaya çalıştığım halılar yazları sandık odasında dururdu. Çıplak ayağım yerin üzerinde soğur; yatağa ilk yattığımda pikenin, yastığımın yatılmamış, dokunulmamış soğukluğunun tüm içime yayıldığını hissederdim. Mutfağa geçerken apartman aralığının penceresinden bir kaç kuşun çatıdaki gurultusu duyulurdu. Babaannemin horlamasını, uyku kokan odaları, babamın yorgun yüzüne annemin korktuğu için hep açık bıraktığı tuvaletin ışığının vuruşunu unutmadım. Ülserli babam az önce kalkıp yemek yemiştir; mutfaktaki masanın üzerindeki karpuz çekirdeklerinden, masa örtüsünün çiçeklerine damlamış karpuzun kan kırmızı suyundan anlardım. Buzdolabının şiir defterime benzeyen sarı solgun ışığında, buz gibi soğumuş cam şişeden suyumu kana kana içerken, bu şişeyi sıkı tutamayıp çıplak ayağıma düşüreceğimi, gece vakti çıkacak gürültüyü, sonra canımın acısını duyardım birden. Nedense canımın acısından önce gecevakti çıkacak gürültü hep…

Mutsuzsun dahasi var mi?

Jazziza | 06 April 2004 10:20

her sabah calan saate sanki onu dun aksam sen kurmamissin gibi kufrediyorsun. ne bedenin yataktan kalkmak istiyor ne de beynin. “uyusam” diyorsun sadece uyusam. ise gec kalmak uzere oldugunu farkettiginde yatagindan bir seferde kalkip, aynada kendinle goz goze gelmeden yuzunu yikiyorsun.ictigin sert kahve bile uyandiramiyor seni. allahtan arabayi sen kullanmiyorsun, ön koltukta zorla okula gonderilen cocuk misali etrafa bakiyorsun. inmen gereken yerde duruluyor ama kapiyi acmiyorsun, niye her sabah ayni seyi yapiyorsun? ayaklarin hep geri geri gidiyor, engel olamiyorsun. is yerine girerken derin bir nefes aliyorsun, kosar adim bilgisayarini acip “astrocenter”dan gunluk falin geldi mi diye bakiyorsun, gelmediyse sinirleniyorsun, falini okumadan ise baslamayi reddediyorsun. halbuki sen isine nasil da taparsin, bu aralar isini baskalari yapsa diye dua ediyorsun, yaptiklarin da bi boka benzemiyor zaten, bunu herkesten daha iyi biliyorsun. kulaginda kulakligin butun gun huzunlu sarkilar dinliyorsun, buyukada’da olma hayalleri kuruyorsun, degilsin iste, essek gibi biliyorsun. hic tanimadigin birine asiksin ve surekli onu bekliyorsun. gelmemesi seni ilgilendirmiyor, sen beklemeyi seviyorsun. zaten sen bir onu bir de aksami beklemeyi seviyorsun. eskisi kadar gulmuyor, konusmuyorsun, halbuki ne dusuktur senin cenen ve ne kadar cabuk gulersin her seye. elini omzuna koyup “neyin var canim?” diye soranlarin sinirdisi edilmesini istiyorsun, verecek bir cevap bulamiyorsun çünkü. sözde neyin oldugunu sen de bilmiyorsun… ulan mutsuzsun iste dahasi var mi?

vat is dı matriks ulan!!!

denver | 05 April 2004 05:58

saat sabah 05:19, gün pazartesi.. ama rialto‘nun söylediği şekilde değil pek.. yaklaşık bir haftadır günışığı görmeden yatağa girmedim.. bir rahatsızlık olsa gerek günışığında çalışamamak.. geceyarısından itibaren matrix ve determinant oldu içim dışım.. kofaktör görüyorum heryerde.. üstüne üstlük outline yetiştirmem gerekiyor ingilizce hocama fakat daha altbaşlıklar bile belli değil.. konu:seri katiller.. bazen herşeyi bırakıp canımı sıkan insanları birer birer yok etmek istiyorum.. ne güzel bir örnek olurdu bu yazacağım essay’de.. “can sıkıntısından seri katil oldu!”.. kimden başlardım acaba ilk.. galiba en çok canımı sıkandan yani kendimden başlardım.. ama dur bir dakika, o zaman nasıl öldürcem başkalarını.. canımı sıkan herkesi bir yerde toplasam yapabilirim böyle birşey heralde.. ama o zamandan toplu katliam olur di mi.. dur bakalım biraz daha düşünelim elbet buluruz bir çaresini..