bildirgec.org

kendinde değil hakkında tüm yazılar

Seckin Atilgan görüyor

seckin atilgan | 07 March 2004 16:42

Sacma sapan bir Istanbul sabahi, herkes yeni kalkmis kimi kalkmamis ben ise heyecan icinde kosusturuyorum görevimi yapmak üzere, biri iki ifadesizlik ,bir iki ifade yola koyuluyorum kafamda bir sürü hikaye, “bir tip yaratılması lazımdır bu hastalikli ruh halim icine” cünkü konusurken ve yasarken kendim degilim ben, hikayelerle kendini bulan biriyim, fazla tercih edilmeyen ikinci sinif bir otobüste yalnız yyolculuktayim kimse farkında degil ben bir gizli sizofrenim.. kafa her zamankinden çok karisik , aynada kendimi gördügüm o kadar az ki o azlar birlesip bir gün tam olarak beni olusturucak veya soyle söyliyeyim oyle bir inancım var, nedense dalga gecilme konularında her zaman bir numaraydım ve sanırım her zaman bir numara olarak kalıcam ve bir gün bu deli sıfatımı bogaza fırlatıp bir sigara yakıcam, arasıra düsünmüsümdür acaba yanar mı bogaz ictigimiz tüm sigaraların izmaritleriyle?Bu sizofrenin sanırım ne is yaptıgını kimin bu ise bu zavallıyı aldıgını düsünüyorsunuz degil mi? evet bir gizli sizofren ne yapabilir de diyor olabilirsiniz, hiç birsey yapmıyorum bana kalırsa insanlar bana birseyler yapıyormusum gibi davranıyorlar o kadar iste beni tek sevindiren bu gerceklik oluyor “ben ilk once kendimi sonra insanları kandırıyorum”bu degil midir beni bu noktada yaratıcı kılan .Hayatımın insanı ile tanısmak üzere ortaköy yolunda yavas yavas elimde sigara yürüyorum, o kadar büyütmüsüm ki kafamda hickimse yok sanki o an cevrede sadece “O”, hayran olunan kisiyle bir soylesi var, cebimde bir ses kayıt cihazı, inanlımaz bir heyecanla geliyorum soylesiye: -Nasılsınız?ben Seckin, Seckin Atılgan Ihlamur Gazetesi muhabiriyim, bu soguk Istanbul günü sizinle bir soylesi ne büyük mutluluk -Memnun oldum Seckin Tesekkürler, hosgeldin, beni soylesi icin aradılar gecen gün bende bulusulacak yer olarak burayı gösterdim.Atmosferi daha rahat buluyorum sanki..neyse uzatmadan dilersen roportaja gecelimHic birsey konusmak istemiyorum hani birini cok büyütmek kafada aptalca bir gerceklik derler bence yalanmis iyiki onu büyütmüsüm cünkü yüzünü izlemek benim icin bir mutluluk o an iki saniyede olsa bunu farkediyorum konusmalar kafamda bir tür yanki gibi veya birer ugultu.Yüzünü uzun zamandır tek net görebildigim insan var karsımda ben bunun garip heyecanını yasiyorum, ilk defa bir gerceklik karsımda; beynim sadece onun görüntüsünü net alıyor sanki: -Ben hayatınızı merak ediyorum gercekten istediginiz isleri yapabildiginize inanıyor musunuz? -Ilk soru bu mu? -Evet -(Anlamsız bir sesizlik)Evet kesinlikle yapıyorum kendimi yaptıgım iste cok mutlu hissediyorum. -(Yalan, benim saglıklı görünümüm kadar yalan o kadar mutsuz ki biraz daha üzerine gitsem göz yaslarıyla beraber bogazın icinde kaybolacak. Hangisini yazmali evet cok mutluyumu mu? yoksa gözlerden gelen hayır ifadelerini mi?bilmiyorum)Anladım demek cok mutlusunuz ne güzel ,ne mutlu size.Peki son yaptiginiz is? -Ne yarattin sen kafanda? yoksa sen bana asik misin? -Ne? -Evet hep aynı ifade ,hep asik hayran suratlar ama icini bilmedigin bir ülke bu; senin o gördügün tanıdıgın yarattıgın kisi degilim ben seckin.(kelimeleri soylerken bir sigara yakıyor ve aglamaya baslıyor, inanamıyorum ya bu bana hasta kafamın yaptıgı bir saka yada yalan gibi bir gercek) -Ne soyluyorsunuz? -Hadi yapma allah askina niye geldin ki sanki buraya benim sacma sapan hayatımı merak ettigin icin mi? -Ben…. ben …söylesi,Seni mutlu ederdim.. -Beni mutlu ederdin? -Cok heyecanlıyım ,anladın iste saklayama calıstım ama, bak ben seni rüyamda goruyorum ve hep seni rüyamda kurtarıyorum -Nasıl? -Sen küçük bir cocuksun rüyada ve ben omuzuna dokundugumda büyüyorsun ve sen oluyor o kisi ” beni bırakma” diyorsun.Elindeki sigarayi söndürüp yüzüme bakıyor ve aglamaya baslıyor sanki bütün dünya basıma yıkılıyor gibi ses fırtınaları dalgalanıyor beynimde,masaya hesabı bırakıp hızla uzaklasıyor.Onu bir daha görmüyorum daha dogrusu bir daha ondan baska kimseyi göremiyorum.

Kayıp?

Breathtaskiss | 05 March 2004 01:44

Nerdeyim? Tam olarak bilmiyorum ama nedense içimde sürekli birşey bunu soruyor. İlerlemek, sürekli ilerlemek.. Ama ne için.. nereye doğru? Boyutsuz, zaman kavramının bile insan tarafından yaratıldığı bir evrende ne yöne ilerlemek.Bazen şu Fight Club ın meşhur lafı aklıma geliyor. “Self-İmprovement is masturbation,masturbation is self-destruction”.

Bakıyorum da küçüklüğümüzden beri kahraman olmak üzere yetiştirilmişiz.. Bütün o çizgi filmlerde bile hep tek başına(!) bir kahraman vardır. Hiç ortaklık, topluluk arasında eriyip gitmekten bahsedilmez.Bu yüzden belki insanlar üzerlerine dikkat çekici sözde kendilerini ifade eden şeyler giyiyorlar. Kendilerinin farklı olduklarını varsayılması için.. Tam bir mastürbasyon bu anlamıyla. Peki ya ben. Bunu yapmıyorum ama çok da mutlu değilim. Herkes özel olmaya çalışıyor ve bende.. Bu yüzden bütün bu ilerlemeler.. İnsanların kafasını dolduran bütün bu felsefeden bilime, giysiden içeceğe herşey insanlara yaşadıklarını hissettirmek için yapılmış sanki. İşe de yarıyorlar doğrusu ama nedense bütün bunların içinde kendimi pek yaşıyor hissetmiyordum. Taki şu kendini geliştirme kurslarına gidene kadar. Peki ya sonra?? Kapıdan çıkarsın.. İçinde bir mutluluk, yapacağını bilmenin mutluluğu neyi yapacağını ne istersen peki sen ne istiyorsun? İşte benim 100 puanlık sorum. İlerleme insanların boyutlandırdığı evrende yanlızca insanların istediği yöne gitmekle olur. Peki ya ben ne yapıyorum.Kendimi basit görüyorum. Aslında kendine uzaktan basit, çürüyen bir canlıymış gibi bakmak hoş oluyor. En azından sürekli övdüğün Sokratesi biraz anlayabiliyorsun ya da şu 6 defa izlediğin Fight Club ı.. Sonuç?.. Yok.. İlerleme yok sadece doldurulmuş reklamlarımız var. Size ihtiyacınız olmayan birşey varmış gibi gösteren reklamlar.İlerlediğinizi hissettiren reklamlar.. Nedenini bilmiyorum belki sağ beynim çok etkisinde kaldı ama 1984 kitabında daha kötü bir gelecek görüyorum önümde. En azından orada yaşıyan son bir insan ruhu vardı(İnsan ne demekse!)..

karakterler bozuk -antalyaya giderken icimde kalanlar+akdenizime

cafe del mar | 05 March 2004 01:14

insan en cok neyden kacmak ister? gidiyorum kendimden uzaklasiyorum icimdeki beni bulmak icin aslinda ben uzaklastikca sana dahada yaklasiyorum seni buluyorum kendimi buluyorum ve ikimizi yasatiyorum bilmedigimiz yerlerde sahillerde topraklarda … seni buluyorum bilmedigim yerlerde bazen karsimda deniz oluyosun gokyuzu oluyosun geceme karisip yildiz oluyosun ve sende bitiyorum yildizsa kayiyor… ve simdi gidiyorum kendimi bulucam onla konusucam derdini dinlicem icinde kalmislari konusucaz… sonrada dostum olcak ve gidicez. ben bildigim yerime,oda bilmedigim yerlere… ama ayrilmicaz.. sadece yer degistiricez…gidiyorum ve sana geliyorum….

?

cafe del mar | 04 March 2004 20:42

muziklerde ariyorum seni! bazen notalarin icinde bazen bir calginin melodisinde ariyorum seni iyicene siciyorum dimi seni aramak icin… kaybolmus yasanmisliklar evimde odalarimda eski rollerini oynuyorlar kimi zaman koltuk ta kimi zaman kapi larin acilisinda.bir tiyatro dusun icinde gecmisimizden kalan butun ruhani oyunlarimizin oynandigi,ben bu oyunu her gun seyrediyorum odamda salonumda kapimda ,hemde biletsiz bir oyun bu sadece bana ozel giris bedava sadece yapmam gereken teksey evimin kapisindan iceri girmek.oyuncularida hic deismiyor sen ve ben … koltuklar bos gozukuyor ama sadece bos gozukuyor perdesinide ben aciyorum sana doru cok kotu bir oyuncusun senden bir tiyatrocu cok iyi olur mukemmel oynuyorsun oyunumuzu gozumun onune getirirken aklima ilk bu geliyor. sen mukemmel bir oyuncusun..ustune asla tanimiyorum rol yapmakta benim gecmis hayatimdaki rol arkadasim.. ben senin eski rol arkadasin nemi yapiyor?? oyununa kaldigi yerden devam etmiyo.bir rol arkadasi asla aramiyo cunku bundan sonra oyun kurucu asla deil!

Pause

umg | 02 March 2004 17:27

Ne şekilde nereden nasıl başlayacağımı bilmiyorum ama uzun bir süreden sonra tekrar geçici olarak sivil olmam sebebi ile bir şeyler yazma ihtiyacımın olduğunu söyleyebilirim. İstanbul’da gayet güzel bir şekilde gençliğimi yaşar iken sadece bir anlık kızgınlık (?) sonucu yaşamımın belli bir süresini devletimize bağışlamam (vatani görev?) sonucu arada oluşan boşluktan yaklaşık 8 ay sonra tekrar aynı masada otursam da oturan adamın ben olup olmadığında şüphe duymam hakkında mı yazsam yoksa durduk yere halk arasında hafakanlar diye tabir edilen iç sıkıntısı plusheyecan duygusunun kesintisiz olarak devam etmesinden mi ve yahut ta konuşamayıpta nedense klavye üzerinde aradan uzun süre geçsede parmaklarımın hızlı bir dans şekilde etmesinden mi ?

Dünya alkolikler gününüz kutlu olsun

| 29 February 2004 12:53

İstiklal caddesi insan ve ışık dolu. Sıksık omuzlar çarpıyor pardonlaşıyoruz. Aşağıya Galataya doğru iniyorum amacım Yıldıza uğrayıp biraz laflamak. İşlettiği kafeye giriyorum doğru mutfağa geçiyorum. Yıldız deliler gibi yiyecek içecek bişeyler hazırlıyor bir yandan da konuşuyoruz. Hemen gevşiyorum bütün gerginlik kayboluyor. Gidip masalardan birine oturacam ama boş yer yok. Çaresiz geri dönüyorum. Birilerinin yanına otur diyor Yıldız. Burası gay cafemiydi diyorum. Anlamadın mı o kadar geldin lan diyor. Yuh diyorum kendi kendime. Bir boş masaya oturuyorum nihayet. Kesecek erkek olmamasının burukluğuyla kendimi kültürel faaliyetlere veriyorum. Kitaptan 10 sayfa kadar okuyor 3 bira içiyor kinleniyorum. Kitapda çantaya giriyor. Tam o sırada yan masadan bir çocuk kitaba bakabilirmiyim diyor. Uzatıyorum. ben de sizinkine bakabilirmiyim diyorum. Uzatıyor.
Tıkan
mayazıyor. Algılayamıyorum. Uzakdoğu felsefesiyle ilgili bişey sanıyorum. Boş bakışı yakalıyor uyanık, tıkanma diyor aykırı edebiyat. Hı diyorum. hı . hı hı
Otursana diyor. Ahmet diyor. Oturuyorum 2 bira daha gidiyor hemen. Oysa kendimi babylona saklamaktaydım bugün 1 aydır beklediğim Jimi var. Bir park problemi yaşıyor partner sürekli tel çalıyor bir saattir. Taksimde park yeri yok eve gidecem oluyor bir ara. Beşiktaşa park et gel diyorum. Ahmet ben aseksüelim diyor. Hı diyorum hı. 21 yaşındayım diyor. Çok bişey kaçırmış sayılmazsın diyorum. Kısa sürüyor terapi ne de olsa rahatsız cafe sandalyeleri insana gevşeme sağlamıyor. Ahmet bana sarılıyor. İşte beklenen güzellik geliyor beyne votkalı 2 bira sonra sana bi test yapayım diyor. Ev yılan ağaç kafes çiz diyor. Çiziyorum. Bişeyler söylüyor anlamıyorum. Ağacının kökü yoka takılıyor aklım. Yokmuş diyorum deli gibi gülüyorum. Karşı masadan 2 lezbiyen kız kesmeye başlıyorlar. Bir saattir süren öpüşmelerine kısa bir ara vermişler ilgilerini toplamaya çalışıyorlar. Boşver diyorum şimdi tercihleri sorgulama zamanı değil. Nihayet tel geliyor. Ahmetle sarılıp sarılıp birbirimizi öpüyoruz. Telefon alıp veriyoruz birbirimize. Testin devamı var diyor kız arkadaşımın bana yeni soktuğu lafı pas ediyorum hemen kendini didikleme diyorum. Bir daha sarılıyoruz. Zıplayarak çıkıyorum cafeden. Galata oda kule arası ağacımın kökü yokmuş diyorum zıplayarak. Babylona girildiğinde Jimi çoktan başlamış oluyor. Partnere sinir katsayısı artıyor. Arada bi de yemek yiyecekti utanmasa. Ağacın kökünü sikeyim diyorum içimden. Jimi kırmızı tüllerle süslü bi taç takmış. Total devastation la keyfimde biraz yerine geliyor. Ne varsa nefeslilerde var diyorum. 2 birada nefesli çalgılara tapınırken gidiyor(Ruhun ağızdan girip çıktığına dair kızılderili inanışlarının doğruluğuna birayla daha kolay inanılıyor). Babylon tayfası bitkin düşmeden jimi sahneyi terk ediyor.

BURAYAMI YAZACAM !

bigmimar | 27 February 2004 10:11

SEVGİLİMDEN AYRILDIM. BUNALIMA GİRDİM. EN BÜYÜK DESTEĞİ KARIMDAN GÖRDÜM. NE VARSA ONDA VARMIŞ.

hala anlamış değilim.

bigmimar | 24 February 2004 18:47

yahu ben burayı forum gibi bişi zannetmiştim önce. bugün üyede oldum. ama hala anlamadım.nereye geldik ağbi biz…kim bunlar…

buyuksehirin c plani ne ki? annan plani gibi bi si mi?

Jazziza | 14 February 2004 18:26

kar sevmiyorum…hic sevmedim, sevmiycem! uludag’a tatile gidenleri anlamiyorum…anlamiycam! hele istanbul’a mumkunse bir daha kar yagmasin, sinirleniyorum…eve tikilip kalmaktan daraliyorum..mahallenin cocuklari migros posetlerinin ustunde kayarken onlara gicik oluyorum..niye doga olayini oyununuza alet ediyosunuz kardesim? kardan top yapmalar, kardan adam filan? gokgurultusunde dans ediyo muyuz? yagmur yagdiginda birbirimizi islatip egleniyo muyuz? (ulan yapiyoruz da benim mi haberim yok?) rahat birakin efendim dogal bir doga olayini! kara gicik olmamin bir nedeni de sinsiligi. evet sinsidir kar. yagmurun sesi var, ruzgarin da keza, gokgurultusunun, dolunun! ama kar oyle mi, hayir! bi bakmisin sessiz sessiz yagip birikiyo! yollar kapaniyo, ses seda yok! sizofren bi si kar. karli gunlerden tiksinmemin bir nedeni de taksi soforleri..iki damla yagmur yagsin, firtina ciksin, kar yagsin bi taraflari kalkiyo abilerin…kisa mesafe almiyolar..bi bindin mi adapazarina kadar gidilsin istiyolar! yuruyeyim desen, bizim sokak deli gibi yokus..e yedi tepeli bi sehir sonucta adam basina nerden baksan 3 yokus dusuyo! her kar yagdiginda bizim sokagin dis dunyayla iliskisi kesiliyo…buzlarin cozulmesi 2 hafta suruyo, durum boyle olunca bizim mahellenin artistik puanlari bi hayli yuksek oluyo… buyuksehir calisiyomus ama, c plani mi ne onu uyguluyolarmis, annan planindan sonra bi bu eksikti! ne ki “c”? A plani “Abi calisiyoz iste” olsa, B plani “Baba durumlar bildigin gibi diil” olsa C’de heralde “Can havliyle calisiyoz allah inandirsin”dir heralde! neydi bi sarki vardi, kardan adam yapalim burnuna havuc takalim?? hatirlamiyorum. bilen var mi? aman neyse ya, balkanlardan soguk disinda hayirli bi si gelmez zaten bu ulkeye, hagi vardi bi, bak o iyiydi..

ben, sen, o..

Lyssa-hafif | 12 February 2004 17:18

Beni ne şehrin anladı.. Ne de sen…

Çocuktum desem değildim. 24 yaşının olgunluğunda olduğuma inanırdım, peki ya neden çocuklaşmıştım. Neydi benim adrenalimin bu denli tavana vurmasına sebep.. özüme dönmeye çabaladıkça yok oluyordum.. insanın önce kendisini sevmesi gerekir, sevilmesi için derler. Ben kendimi sevmiyordum ki artık. Sen nasıl sevecektin.. kendimden nefret etmeme sebep öyle çok şey yaşamıştım ki belki kendimi seninle sevebileceğimi düşünmüştüm yine ve yeniden.. Sebebimsin.. tüm olumsuz ilerleyen yaşantımın, tüm mutluluk anlarımın.. tüm benliğimin belki de.. allahım ne abartı cümleler. Tüm benliğinin sebebini bi kişiye yüklemek kolay mıdır bu kadar. Ne acizlik.. Aciz miyim ? hayır hiç bir zaman aciz olmayı kabullenemedim, ben güçlüydüm.. taa ki 20 yaşıma kadar, ta ki 5 yıl öncesine kadar. Şimdi ise birkaç ay öncesinin acizliğine bile razı olurdum. Hayatıma iyi anlamlar katmak yerine neden her geçen gün daha büyük bi anlamsızlık daha büyük bi karmaşa katılıyordu. Bunu katan kimdi ? kimdir hayatıma seni sokan, soktuğu gibi alıp çıkaran, ve beni eski mutsuzluğuma geri yollayan.. Bir bataklık. Öyle bir bataklık ki alabildiğine içine çeken, her çırpınışımda bedenimin yeni bir yerlerini kaptırdığım.. ve beni çaresizlik içinde bir bekleyiş sürecine iten bi bataklık… var mı kurtulmanın bir çaresi, var mı elimden çekip tek bir hamleyle kurtarabilecek herhangi bir olay, bir şahıs.. belki demiştim ya.. belki tek bir kişi.. Ama….. kocaman bir ama ve kocaman bir nokta. Ömrümün son 5 yılı.. ömrümden ne çok şeyi alıp götüren, beni benlikten çıkaran mı demeli; bana beni katan, beni ben yapan, bana anlam veren mi demeli.. bilemiyorum.. delice bir sevda, bir tutku.. ve ardından gelen kaybediş, yokediş.. yokoluş.. bir insanın delice acı çekmesine neden olmak nası bir acı verir insana, ne büyük zarar verir, ne kapanmaz yaralar açar bilir misin ? nasıl bir çıkmaza sokar, nasıl tiksinir insan kendinden..? işte burada bir Ahmet Altan denemesi girmeli yazıma; “bizim isteklerimiz başkalarına zarar verecekse, isteklerimizden vazmıgeçmeliyiz, vazgeçmenin bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği acıdan daha mı az yaralar bizi?” , “bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının mutsuzluğundan geçiyorsa, değiştirmeli miyiz yolumuzu ? insan en büyük savaşı belki de kendi içinde veriyor..” ve son bir alıntı yapmak istiyorum aynı deneme içerisinden ki bu cümleler tamamlıyor sanki içimdekileri; “geleceği başkalarının hayatlarına dokunmadan, onlarda açılacak yaralarla yaralanmadan yaratamaz mıyız..?” her kelime her yazı her duygu onu hatırlatırken bana; o, onu hatırlamaya mecbur olduğumu bilmiyor… hadi ben onu hatırlamaya öyle yada böyle bi şekilde mecburum.. mecburiyet onu bana hatırlatıyor gibi bir zırvalama içindeyim.. ya sen ? sen biliyor musun; unuttuğum duyguları yeniden yaşamama sebep olan sen, heyecanlandıran, etkileyen, kalbimin yine ve yeniden çırpınışına neden olan sen.. sen biliyor musun her duyguda her kelimede her cümlede kendimi aradığım kadar sana dair bir şeylerin arayışında kaybolduğumu… tamamen kendi isteğimle, hiçbir mecburiyet hissetmeden.. aşk mı bu ? açıkla bana bunu.. Neden? Ne çok sorduğumuz bir soru değil mi. 25 yıllık hayatımda en çok kullandığım kelimenin, hiçbir zaman yanıtını bulamadığım bu sıradan soru kelimesi olması ne kadar acı. Yıllardır neden ben sorusuna yanıt bulmaya uğraşırken yeni yeni sorular aklımı kurcalamaya başladı.. en başta “neden sen ??”.. soruların ardı arkası yok… “kızım; nedir seni ona tutkun yapan.. nedir onda bu kadar çeken.” bir Cezmi Ersöz satırı aklıma geliyor.. Yaralı insanlar çekerdi birbirlerini.. sebep bu olabilir mi ki diyorum kendi kendime.. “Kolay teslim olmazdın sen. Ne bu teslimiyet.. Neden bu adam… Neden ve ardından gelen kocaman bir soru işareti..?? Bunları neden yazdığımı düşündüm ara vererek. Ben yazmayı beceremem ki. Her zaman bir okuyucu olmayı tercih ettim iyi de bir okuyucuyumdur, severim okumayı, insanların duygularını yazılarıyla paylaşmalarını.. o yazılar içerisinde kendimi arayış çabalarımı.. severim bu garip arayışı.. ben yazar değilim ki.. peki ya şimdi neden döküyorum ki içimi bu satırlara…… Kimsesizliğimin, karmaşamın, teslimiyetimin esareti içinde kıvranırken ben.. Ne Ankara anladı beni.. Ne sen.. ne de o.. Hiç kimse..