bildirgec.org

kavga hakkında tüm yazılar

Anılarım-1(Yırtmaçlı Turuncu Pantolonum)

| 08 April 2007 01:12

Kendimi boşukta hissettiğim zamanlarda çok düşünürüm eskileri.Anılarım canlanır,yüzümde isteksiz bi gülücük meydana gelir.Karar verdim başımdan geçen güzel anılarımı yazacağım artık.Belki bana da iyi gelir…

10 yaşında ya var,ya yoktum.Taa o zamanlarda süslü bir kız çocuğuydum.Süslü,mini mini,bıcırık bir kız olmak çok hoşuma giderdi,ayrıcalıkmış gibi hissederdim hep.Arkadaşlarımla parkta bisiklet sürdüğüm güzel zamanlardı.İki kız arkadaşım vardı.Kız kardeştiler.Birbirlerinin tıpatıpı,boyları ağaç misali uzayıp gitmiş,iki kız çocuğuydu.Anneleri ikiz gibi göründüklerinden hep aynı giysileri giydirirdi.Birine aldığını diğerine de alırdı.Takım olarak dolaşırlardı hep.Ben de tek kız çocuğu olmam sebebiyle her istediğimi giyerdim.Giysilerimi annem gidip,beğenip,bana sormadan almazdı.Beraber gider,beraber beğenirdik.Turuncu renkte,kareli bir pantolon almıştık annemle.Yanlarında yırtmaçlar mevcuttu.Aldığımızın ertesi günü dışarı oynamaya çıkarken büyük bir hevesle giymiştim yeni cicimi.Annemin bana aldığı bebek kolonyaları vardı o zaman.Çocukluk aklı,onu sürmeyi de ihmal etmezdim yüzüme gözüme.Yine üstümün başımın batacağını bile bile,minik bir kız çocuğu ne kadar cilveli,süslü olursa o kadar süslenmiştim.Arkadaşlarımda dışarıdalardı.Büyüğünün adı Sevde idi.Büyüğü derken,benimle aynı yaşıttı.Ama ben küçük kız kardeş Banu ile daha iyi anlaşırdım.”Bakın bu da yeni pantolonum.Ne cici değil mi?”diye tanıtırken yeni giysimi,iki kızda da bir tuhaflık sevdim birden.Yüz ifadeleri değişikti.Umursamadım pek…Çocuk kıskançlığı işte.Beni sinirlendirebilmenin tek yolunun boyumla dalga geçmek olduğunu düşünürlerdi.Kıskançlıklarını,kaprislerini hep boyumla dalga geçerek çıkarırlardı.Ama ben hiç bir zaman umursamazdım.Cevabını verirdim.Onlara göre oldukça ufak boyluydum.Şimdi 1.80-1.85 civarındalar galiba,ben de 1.60 civarındayım.Hesap edin işte.Ben tınmaz bir şekilde eğlenirken,birden iki kız kardeşin bir araya gelip fısırdaştıklarını gördüm.Hoplaya zıplaya yanlarına gittim.”Ne var ne fısır fısır konuşuyorsunuz??” Büyük kız kardeş cevap veriyor “Hmm,şey,aslında bu pantolon kapri ama sen kısa olduğun için sana uzun gelmiş.Kapri olduğu anlaşılmıyor ki.”
Ben bu lafın üzerine, “Hahaytt boyu uzun aklı kısa kız,hiç mi yırtmaçlı pantolon görmedin.Cahilsin işte cahilsin.Kardeşinle aynı giysileri giymekten yırtmaçlı pantolon görmeye ve giymeye zamanın olmamış.Boyun uzamış ama aklın kısa kalmış.hehehehehe” diye cevap veriyorum.Bu sözü abimden öğrenmiştim.Boyu uzun aklı kısa…Belki anlamını da bilmiyorumdur o zamanlar.Sinirlenince yanaklarımın al al yanması o zamanlarda vardı.Ateş gibi yanan yanaklarımın hırsını çıkarmak ister gibi saç saça,başbaşa girdik Sevde’yle.Aman Allahım,ne kavgaydı.Annelerimiz çıkmıştı dışarı ayırmak için bizi.Çocukluk işte.Bir pantolondan nerelere geliyor konu.
Geçen yaz evlendi.Boyu benim bildiğim en son 1.85’ti.Küçük yaşta evlendi.Belki bir kaç cm daha uzar.Ama küçükken doğru söylemişim.Hakikaten aklını boya vermiş o.Hala da öyle.Evlenirken bile boyunun uzunluğundan,ve zafiyet geçirmiş gibi görünen zayıflığından meydana gelmiş olan sırtındaki kamburu görmemezlikten gelerek konuyu benim boyuma getirmeyi başarmıştı.Zavallı Sevde…Bir kompleksi vardı da biz mi farkedememiştik acaba??Şimdi evlendi,uzaklara taşındı,farketsem ne değişir ki:)

Önemsiz bir kavganın anatomisi

darjeeling | 21 March 2007 15:27

Her kavganın sebebi farklıdır elbet. Önemli de olabilir önemsiz de.Bugün önemsiz bir kavga nasıl olur, bu kavgayla nerelere varır ve aslında bir kavganın altında yatan gerçek sebepler nelerdir’i öğreneceğiz.
Televizyondaki açıköğretim dersine başlar gibi oldu ama idare ediverin.
Şimdi size komik gelecek ama kavganın sebebi şu: Çocuk kızı telefondan çaldırır. Çocuğun kontörü yoktur. Ama kız çocuğu araması gerektiğini o an anlayamaz ve o da çaldırır.Çocuk ta telefon açıp kıza ağzına geleni söyler ve SIRF BU YÜZDEN kavga ederler. Kızın kalbi kırlır.
İşte önemsiz bir sebepten başlayan kavgalar böyledir. Dünya üzerinde insanların kafalarına taktıkları binlerce sorun varken bazı insanlar bazı insanların kalbini böyle sudan sebeplerle kırarlar. Aslında kırmakla da kalmazlar. Mesela kız tarafı şu lafı pekala yiyebilir. ‘Bunu akıl edemeyeceksen……Ya akıllı ol, ya da çek git….Benim aptal insanla işim olmaz……’
Ertesi gün kız çocuğu arar, halini hatrını sormak,dünün üstünü örtmek ve arayı ısıtmak için..
Çocuk ters ve soğuk konuşur. Bu kadar da değil. Mesele nerelerden nerelere gelir. Bir bakalım:
‘Beni neden bu kadar sık arıyorsun? Neden hergün görüşmek istiyorsun? Ben sana hesap vermek zorunda değilim.Arkadaşlarım senin hakkında şöyle şöyle konuşuyorlar. Sen neden böyle bir insansın’ vs vs
Evet, buradaki örnek cümlelerin yukardaki asıl kavga konusuyla hiçbir alakası yok değilmi? çünkü bunlar işte o kavganın altında yatan gerçek sebeplerdir. Çocuk boğulmuş ve aylık bunalım dönemine girmiştir ve saçma bir şeyle ortaya çıkar ama en fazla 1 gün sonra asıl gerçekler ortaya dökülür.
Bu tarz çok insan var mı bilmiyorum ama ben tanıdım.
Gereksiz ve üzücü bu kavgalar.. İnsanların çok daha önemli sorunları olmalı bu hayatta. Tabi insanoğlu o kadar bencil ve doyumsuz ki çok çok önemli bir derdi olmadıkça nereye saldıracağını şaşırıyor. ufak şeylerle büyük fırtınalar yaratıyor.
Değişmek gerek. Bu hareketleri değiştirmek gerek. Hayat bu kadar ucuz değil.

Dayak Yemek Sağlığa Yararlıdır

| 20 March 2007 22:15

İki şaplak. Tamam rahatladınız.
İki şaplak. Tamam rahatladınız.

“Dayak cennetten çıkma” derler. Bu ne kadar doğru bilemeyiz tabii. Yalnız “Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” diye de bir laf var. Tabii insanlar buna da ne kadar katılırlar bilemeyiz.
Şimdi Rus bilimadamları usanmamışlar sıkılmamışlar bir araştırma yapmışlar. Araştırmaya göre çıplak kalçaya sopayla vurmak sağlığa yararlıymış. Nasıl mı oluyormuş? Şöyle ki dayak yediğinizde mutluluk kimyasalı olan endorfin hormonu salgılanıyormuş ve böylelikle seks hormonu salgılanması da artıyormuş. Dr. Sergei Speranski, “Ben sadist değilim, ancak sopayla dövmeyi savunuyorum” diyerek olayı daha başka bir boyuta da taşımayı başarmış. Ama işin en ilginç tarafı dayak seansları için para vermek. Yani hem dayak yiyeceksiniz hem para vereceksiniz. Haberi okuduğumda meşhur Kirli Harry filmi aklıma geldi. Hatırlarsınız Müfettiş Harry Callahan, Akrep Katil diye bir adamı enselemek isterdi. Adam da Harry’den kurtulmak için parayla adam tutar ve kendini dövdürürdü. Böylelikle de suçu Harry’e atardı. Düşünsenize paranızı verdiniz. Dayağınızı yediniz. Şirket çalışanı en son “Bu da şirketten!” deyip bir tane daha patlattı. Siz de mutlu mutlu dışarı çıktınız. Adamlar da arkanızdan dalgasını geçtiler. Tabii bu kadar para vermek istemiyorsanız sokakta birine gidip sataşın. O da size sağlı sollu girişsin, böylelikle hem deşarj olun hem mutlu olun. Hadi kolay gelsin.

Bana ıslak bir sopa verin

Wrzl | 18 March 2007 22:02

Yaşam esnasında, ara ara ruhumuzdaki ilkellik ortaya çıkar, asla akıllanmayacak olanın hakkı kötektir diye düşünürüz. Hayata geçirmesekte kafamızda hasmımızın suratının ortasına bir tane geçirmişliğimiz vardır. (Buradan itibaren kafanızla onayladığınızı ve elimi sıkarak odadan ayrılmadığınızı varsayıyorum.) Kavga, dövüş kelimeleri bile duyana sıkıntı verse de büyük bir kitle için anlaşılması imkansız bir zevk olmakta. Öyle ki bunun videolarını toplayan var. Evet sevmeyiz böyle vahşet ama Dövüş Kulübü gibi bir filmi ilk 3’ümüze koyuyoruz ve asla ondan bahsetmememiz gerek. İçimizde illa bir saldırma içgüdüsü var ise, bir kaç ay önce çıkan Malt grubunun albümlerindeki Gol isimli şarkı, aslında hepimizin istediği “topuğu ağzına gömme” olayı için güzel bir hedef belirtmekte. Çok uzatmadan size dünyanın en kötü dövüş sahnesini izlettiriyim, bir de eskilerden bitmeyen çöp adam dövüşlerini yâdediyim ve burdan bildirgeç’e girişip dayak yiyim.

GÜMÜŞ YILINI BURADA KUTLAYACAĞIM.

guddicini | 10 March 2007 13:56

Tüm eleştirilerinize rağmen,araştırıyorum,öğreniyorum gereken neyse yapmaya çalışıyorum.Bekli kafalarında soru işareti olanlara, yararı olur .Birlikte öğrenip,birlikte büyüyelim istiyorum.25 yıl sonra gümüş yılımızı burda kutlamayı düşlüyorum.Çünkü altın yılını kutlayanları örnek alacağım. Düşünsenize zaman içinde her türlü oyun ortadan kalkıyor ve sadece sen ve o kalıyorsunuz. Ve bu sizi mutlu edebiliyor ve o sonsuz sevgi ile birbirinize bakıyorsunuz. Çünkü zaman içinde O Sen’leşiyor, Sen de O’nlaşıyorsun.İnadım inat Sevgi iki yarım insanı bir bütün yapmaz. Sevgi iki bütün insan arasında gerçekleşir. Bütün insan olmak ne demek? Partnerinden sana sunmasını beklediğin özelliklere kendinin sahip olmasıdır. Hiçbir insan bu dünyaya bir başkasını mutlu etmek göreviyle gelmiyor. Her insan bir ilişkiye o kişiyle mutlu olacağına inandığı için girer. Başka insanı mutlu etmenin en etkin yolu kişinin kendisinin mutlu olmasıdır. Mutlu insanın yanında olmaktan kim mutlu olmaz ki.
Her sabah uyandığımızda birbirimizi öpüyor ve birbirimize güzel şeyler söyleyerek sarılıyoruz. Güne enerjiyle başlıyoruz.
Birlikte çok gülüyoruz. İki çocuk gibi eğleniyoruz ve espriler patlatıyoruz. Bu hayatımızı eğlenceli kılıyor.
Birbirimizi hayatımızın en öncelikli olanı yapıyoruz ve ilişkimize özen gösteriyoruz.
Birbirimize bağlıyız, bağımlı değiliz. İkimiz de kendimizi ilişki içinde özgür hissediyoruz. Sevginin ancak özgürlük içinde geliştiğini biliyoruz.
Birbirimize ihtiyaç duymuyoruz, ama birlikte olmaktan müthiş keyif alıyoruz.
Birbirimiz için bazen anne/baba, bazen iki yetişkin, bazen iki çocuk oluyoruz. O an hangi iç benliğimizin arzuları ve talepleri ön plandaysa.
Evde ikimizin de belli görevleri yok. Çamaşır, bulaşık vs gibi işleri kimin eli değerse o yapıyor. Evimizde kadın işi- erkek işi ayrımı yok.
Hayatın her boyutunu eşitlik içinde paylaşıyoruz.
Her gün yeni şeyler öğreniyor ve birbirimize öğretiyoruz.
Birbirimizin başarılarından kendi başarımız gibi mutlu oluyoruz.
Arada bir kavga ediyoruz, sonra da çok uzatmadan barışmanın keyfini çıkarıyoruz.
Birbirimizin farklılıklarına saygı gösteriyoruz. Tıpatıp aynı olsak çok sıkıcı olurdu.
Birbirimize sıkça sürprizler hazırlıyoruz. Sürprizlerin yaratıcı olmasına özen gösteriyoruz. Hayatımıza heyecan kattığı için ilişkimizin monotonlaşması mümkün olmuyor.
Olayları birbirimizin gözünden görmeye çalışıyoruz. Birbirimizin en iyi dostuyuz.
Sevdiğimiz işi yapıyoruz. Verdiğimiz eğitimler bizi de sürekli geliştiriyor. Yaşamı ve kendimizi sürekli keşfetmek için yaşam boyu öğrenen olmaya kararlıyız.

Daha Güzel Bir Dünya İçin

aRRoGaNTe HoMbRe | 09 March 2007 14:44

Doğru yönü seçmek bu kadar zor mu?
Doğru yönü seçmek
bu kadar zor mu?

Bu hayatta insanların daha mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlamak için yerine getirilmesi ya da dikkat edilmesi gereken çok da fazla kriter yok aslında. Hem sayı olarak hem de zorluk derecesi olarak..

Peki ne bunlar? Adalet, mantık, saygı, hoşgörü, dürüstlük. Bu kadar ya! Neden yok peki bu kavramlar hayatımızda ya da neden azlar? Ve bunları düşünüp düşünüp deli olan, kafayı yiyen tek ben miyim diye soruyorum kendime.

Polemik varsa, hayat da var..

dralivolkan | 09 March 2007 11:15

Neden polemikler ve kavgalar en çok ilgi çeken insan etkileşimleridir.Üst kattaki karı- koca kavgasını duyduğumuz an susarız, daha iyi duymaya, kavganın sebebini anlamaya çalışırız. En magazin sevmez insan bile iki şarkıcı bozuntusunun birbirine “bennen polimiğine girme” deyişlerini izlerken keyif alır.
Meclis TV nin en çok izlenen oturumları, küfürlü kavgalı olanlarıdır. İş ortamında, iki kişi mutlaka başka bir çalışan hakkında konuşur. Müdürün bir memurunu herkesin önünde azarlaması hoş bir durum değildir. Ama diğer memurlar izlerken mutlaka hoşlanırlar gördüklerinden. Pornografik bir durumdur aslında. İzleken onları rahatsız eden tek şey bunun kendi başlarına da gelebileceğini düşünmektir.
Örneğin bu sitedeki yazılardan biri bol yorum almış, konu bir insanın evliliğe bakış açısı. Sadece bir olumsuz yorum konuya dahil olmuş ve de ipler kopmuş resmen.
Sizce de biz polemikleri, kavgaları seviyor muyuz?