bildirgec.org

karmaşa hakkında tüm yazılar

Çekirge

Chat Noir 1 | 17 February 2011 12:10

Hayat o kadar karmaşık ki,
Arzular ve kurallar birbirine küsmüş.
Gözyaşlarım dinmiyor ki,
Sevdiklerimle ben bölünmüş.
Yıldızlar parlamıyor ki,
Ay bizi terk etmiş.
Güneş hiç doğmuyor ki,
Umutlar suya düşmüş.
Sevgi yok olup gitmiş ki,
Sevgisizlik üstümüze çökmüş.
Yakınlar öyle uzak ki,
Ulaşmak imkansızmış.
Her başlangıcın bir sonu varmış ki,
Anılar uçup gitmiş.

Güliz Ardilli / İstanbul / 10 Mayıs 1998 Pazar

kör olasıca günlük

nazokiraze | 22 June 2010 16:24

Yazın gelmesi ile birlikte arka arkaya gelecek olan sınav, mevlit, karne, diploma o, şu,bu gibi telaşelerden bir taraflarımı kaşımaya bile vakit bulamayacağımı varsayarak yazdığım fakat , yeni çıkaracağım kitaptan alıntı zannedilerek edebi eleştirilere maruz kalan yazımda yer alan maceralarımdan devam sevgili okuyucu.

Yukarda yer alan kurduktan sonra benim bile pek anlayamadığım acayip cümlede belirtmiş olduğum gibi bu yaz oldukça hareketli başlamıştı ve ben bunu daha önce anlatmıştım. Sınavımız fena geçmedi önce onu belirteyim. Sonrasında kayınvalidemle birlikte organize ederken evdekilerin burnundan getirdiğimiz mevlit ise gerçekten oldukça sıradışıydı. Bir kere etli pilavdan isteyen eşim ve eniştesine bir çimdik bile koklatmamamızın sebebi onlara olan kastımız değildi, hele aynı sitede yer alan ablamızın evine yollamaya üşenmek hiç değildi (erkekleri hapis ettiğimiz yer orası) sadece misafirlere yetmez korkusuyla eşimin sevgili annesinin aldığı bir önlemdi ama yirmi kişiye sekiz kilo pirinçten yapılan pilavın mevlit sonrası hala eşe dosta dağıtıldığı halde bitmeyecek kadar çok olacağını bilse göndermez miydi sevgili oğlu ve damadına. Neyse pilav muhabbeti ile olayı yemeğe bağlamayayım mevlitte başımıza gelen hadiseler bunlar değil çünkü, bir gece evvel hastalanan oğlum kendi sünneti için yapılan etkinlikten haz alamadı, her mevlit, nişan, gün gibi ortamlarda birleşip azan veletler grubuna ev sahibi ve hatta sünnet çocuğu olarak bile iştirak edemedi, koca gün 39 derece ateşle baygın gibi yattı durdu ne pilavını yedi ne oyun oynadı zavallı.

artık sıcaklamaya başlıyorsun

nazokiraze | 16 June 2010 13:06

Yaz yaklaşırken, Haziran gelirken, Mayıs giderken bıdı bıdı bıdı şeklinde yaza-okuya bir baktım yazın ortasındayım, sıcakların dibini bulmuşum, henüz Haziran ayında bu kadar bunalırken Temmuz ve Ağustos ayı ne getirir ne götürür bilmez halde yatıp yuvarlanıyorum.

Ben kış seven biriyim, isterim kar yağsın ,her yerim donsun yaz hiç gelmesin gelse de hep bahar havası gibi olsun. Aşırı sıcakların nefes darlığımı iki katına çıkardığını, susamayan bünyeyi zora soktuğunu söyleyerek başlıyayım yahu insan hiç mi susamaz öyleki mecburi bir bardak su içsem midem ağrıyor, alışmamış tabi. Soda, limonata ,kahve falan içmesem heralde yaprak gibi kuruyacağım.

Dünya Rüzgar Enerjisi Konferansı ve Sergisi 15-17 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştiriliyor.

yazım geldi

nazokiraze | 04 June 2010 09:24

Yaz geldi herkeste bir telaş , sanki birileri kovalıyormuş gibi herkes kımıl kımıl dolanıp duruyorlar, herkesin derdi başka tabi, mesela ben bu Cumartesi son kez SBS sınavına girecek kızım yüzünden topuklarım ensemde bir garip hallerdeyim, ben böyleysem yavru kuşum ne halde kimbilir, iyi bir liseye girmesi gereken o , sınav üstü feleğin çemberinden geçen biziz.

Geçen haftam çok yakın arkadaşımızın düğün telaşıyla geçti, alışverişti, şuydu buydu tam bitti geride bir düğün kaldı dedik, sevgili dostum Gulsey’in iki gün üstüste sınavının nedeniyle kollarıma getirilen minik yaramaz ortaya çıktı, bebek gitti, düğün geldi nasıl hoş bir hafta sonuydu o.

İKİ BOYUTLU HAYAT

admin | 02 December 2009 09:50

Göz doktorum tüm analizleri yaptıktan sonra gözlerimdeki sorunu açıkladı;
-“Sana saçma gelecek ama tek gözlüsün.”
-“Ne,tek gözlü mü?Ama ben iki gözümle de görebiliyorum!”
-“Evet iki gözünle de görebiliyorsun ama aynı zamanda ikisiyle değil.Sağ gözün miyop,sol gözün de hipermetrop.Yani gözlerin birbirlerinin yerini alıyor ve bu yüzden de sana bir sorun yokmuş gibi geliyor.Yüzünün yirmi santimetre uzağına konulmuş bir nesne düşün, (masadan üzerinde harfler olan bir çerçeve aldı) bunu kusursuz bir şekilde görüyorsun ama sağ gözünle.Harfler sol gözün için fazla yakın,o,bu sırada dinleniyor.Nesneyi uzaklaştırıyorum.Elli santimetre de,şimdi de sol gözünle kusursuz görüyorsun,sağ gözün yoruluyor,çünkü sağ gözün için bulanık bir nesne,biraz daha uzaklaşıyorum ve sağ gözün nesneyi görmekten vaz geçti,artık sadece sol gözünle görüyorsun.”
-“İyiyde bunun anlamı ne?Çok mu gelişmiş bir adamım ben,çok saçma bir durum değil mi!Benim gözlerim yoruluyor ve bu yüzden de dinlendirici almak için buraya geldim.Fakat karşılaştığım duruma bakar mısın!Bu güzel bir durum mu yani?”
-“Çok da iyi bir durum değil.Örneğin engebeleri algılayamıyorsun.Engebeleri algılamak için iki gözünle de aynı anda görebilmen gerekir.İki görüntünün hafif farklılığı verir engebe izlenimini.”
-“Demek sadece iki boyutlu bir dünya görüyorum.”
-“Evet,dünyayı düz görüyorsun.Senin için sağ ve sol var,yukarı ve aşağı var,ama derinlik yok.Tek gözlünün görüşüdür bu.”
-“Çok şaşırtıcı!Peki ne yapmalıyım?”
-“Senin için bir gözlük siparişi vereceğim.İki gözünle de görmeni,derinliği algılamanı sağlayacak bir gözlük.”
Üç gün sonra gözlüğümü alıp doktorun yanında çıktım.Gözümde gözlüğümle yürüyüp bunun tadını çıkarmaya başlayacaktım ki yandan gelen bir kadına yol vermek zorunda kaldım.Pardon kadın dedim,bir buruna.Arkasında bir kadın olan buruna.Çünkü böyle bir burunu daha önce görmemiştim.
Sonra sokağa çıktım.Sokağa mı? Kargaşa desem daha doğru olur,cehenneme.Bir kanca tarlası,bir çekilmiş kılıçbalığı,bir mızrak gösterisi,azgın boğaların saldırısı.Arabalar kudurmuş bir köpek sürüsü gibi üzerime fırlıyorlar,insanlar bana doğru atılıyorlar,son anda kurtulabiliyordum onlardan.Nesneler kablolar gibi yüzüme sıçrıyorlardı.Her yanda,apaçık,yaygınlaşmış,evrensel bir kinin hedefi olmuştum.
En sonunda kendimi bu iç sıkıcı durumdan kurtardım.Gözlüklerimi çıkardım.İşte yine herşey eskisi gibi,durağan,sakin ve yavaştı.Herşey dümdüz,istediğim gibi.Karmaşıklıktan uzak,olması gerektiği gibi.Gözlüksüzlüğümün tadını çıkarmadığım için kendime kızdım.On dakikalık gözlük maceramı iki boyutlu,engebesiz hayata tercih ettim.

Peki Ya Bu Kablo Hangisinindi?

zabun | 26 May 2009 23:16

Evde veya işyerinde kablolama yaparken dötz kablo kimlikleme ürünlerinden kullanıldığında, hangi kablonun hangi cihaza ait olduğunu bulmak için bulmaca çözmeye gerek kalmıyor. Birçok elektronik aletin bağlandığı ev ve ofis prizleri, bu ürünlerle kolaylıkla ayırdedilebilir hale getirilebilir. Kimlikleme; 6 farklı renkte üretilmiş kablo üzerine takılıp-çıkarılabilen şeffaf plastik kutu içine, ilgili cihazı tasvir eden resimcikler yerleştirilerek yapılıyor. Hazır şekilde satılan resimcikler yeterli olmuyorsa, kullanıcının kendi çizdikleri de kutucuklara yerleştirilebiliyor. 1’den 12’ye kadar hazırlanmış numaralar ve A1, A2’den F1, F2’ye kadar hazırlanmış harfler, yine aynı şekilde 6 farklı renkli kutucukla birlikte kullanıldığında, ortaya çıkan kombinasyonlarla istenilen sayıdaki kablo kimliklenebilm kte. Kutucukların tekrar tekrar kullanılabilir, bağlama şeritli olanları da bulunuyor. Bu şeritler sayesinde birden çok kabloyu gruplamak mümkün olabilmekte. Diğer bir dötz ürünü ise, kabloları gövdesi içerisine sarıp kablo karmaşasına son veriyor.

[noquedanblogs]

Ana fikir

| 24 December 2008 11:36

...

fırtına kuşu
saldırırken deniz örümceğine,
sarılır mı deniz yılanına, örümcek?

deniz tutar mı
deniz kızını?
ya da
basmış mıdır denizin kızı,
hiç deniz kestanesine?

deniz yıldızı, memnun mudur denizden?
uzatmak ister mi bir kolunu ay dedeye?

deniz mavi midir mesela?
yosuna, kırlangıca, ısırgana?

deniz kulağı, duyar mı bizi?
biz, tutabilir miyiz denizi?

Ah Keşke…

adoxxoda | 17 October 2008 09:55

Uçsuz bucaksız keşkelerle başlayan geçmişi anımsatan kelime kuyruğunda milyonlarca insan var.Zamanında yapmadığımız ya da yapamadığımız ya da söyleyemediğimiz bir sürü şey vardır elbet. Ah be keşke şu kızla konuşsaydım. Aaa bak valla böyle yapacaktım. Tuttuğum attı yazamadım. Kuponu oynadım ama yatırmadım tuttu. Şöyle oldu böyle ldu yan yattı çamura battı. Daha niceleri anlatmakla bitmez.Peki ama neden böyle. Bu olayda ki sır nedir.Vallahi bilmiyorum.

Belki o an öyle olsaydı yinede ilerde keşke söylemesydim gibi kelimeler kullanabilirdik. Belki bilinmez. Ama benim demek istediğim asıl olay o değil nedir yani mevzu? Acaba diyorum bunu biz isteyerek mi yapıyoruz yoksa olumlu olan bir şeyin sonucunda ortaya çıkan sebepten ötürümü dövünüyoruz. Ahh o kuponu yatırsaydım milyoner olacaktım. Belkide yatırdığımız zaman yine tutmayacaktı. Bilmiyorum ama bütün olumsuzlukların yada olumlu olayların başında ki tepki neyden kaynaklanıyor.Yani ok yaydan çıktıktan sonra yada hiç çıkmadan yerinden. Bu dövünmemiz neden.Daha bir sürü soru geliyor aklıma.Ok yerinde kalmaz hiç bir şey olmaz hiç bir şey denememişizdir. Oku yaya yerleştiririz ama kullanmayız. O zaman keşke fırlatsaydım vururdum. Oku yaydan fırlatırız burdada iki seçenek var ya ıska geçmek ya da 12 den vurmak. Iska geçtiği zaman başka bir olay. Vurduğumuz zaman başka bir olay. Zincirleme bir kısır döngü. Neyini bizim için kesin bir şekilde iyi veya kötü olduğunu ne zman kestireceğiz acaba. Tamam okey hayat süprizlerle dolu ama. Bazı olaylar karşısında eli kolu bağlı kalmayı hiç birimiz istemeyiz. Acaba böyle bir fırsatımız olsaydı nasıl olurdu. Bunuda bilmiyorum açıkçası.

ben – yaşam!

morfik | 28 June 2008 14:10

Güneş bıkmadı yeryüzünü ısıtmaya..ay bıkmadı özüne rağmen aydınlatmaya..yıldızlar bıkmadı parlamaya..ben yaşamaktan!

Zaman yorulmadı akıp gitmekten..deniz yorulmadı dalgalarını bir ileri bir geri sürmekten..
Rüzgar yorulmadı aynı yerlerde yeniden yeniden esmekten..ben yaşamaktan!

Gece gündüz,sessiz yada gürültülü,şaşaa içinde sade,arı ve kirli…her şey hiçbir şey ikilem..çözülemeyen; ben yaşam!

Duygular..tiyatro eserlerine benzetildi,ezgisi hiç yazılamamış şarkılara,uçsuz bucaksız ummanlara,gökyüzüne,çiçeğe,el değmemiş ormanlara,güle…o kadar çok ki…benzemedi beceriksiz figüranlara,alalade şarkılara,sınırlı çitlere,ezip geçilen çimene,böceğe,ellenerek büyüyen bir yosmaya,dikene…o kadar yok ki…sanki herkes yüce,onların hissettikleri de!
Benzemedi ben;benzemedi yaşam!

evlilik macera ötesi birşeymiş!

STRAWBERRY07 | 11 May 2008 10:30

Kadın ve erkeğin taban tabana zıt ama bir o kadar birbrini tamamlama özelliği mükemmel varlıklar oldukları kesin. Birlikte yapmak zorunda kaldıkları birşeyler olduğunda ciddi krizler yaşanması da doğal bu bağlamda.
efendim, malumunuz evlenmeye çalışıyoruz şu aralar. evet “çalışıyoruz” diyorum çünkü cidden zorlu ve insanı çileden çıkartabilecek bir süreçmiş, yeni anlıyorum. Her neyse…Dediğim gibi debelenmekteyken biz, zaman zaman içimden “puff olmanın” da ötesinde, kafama kırmızı bir huni takıp, tabak çevirmeye başlamak ve soluğu “bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde” almak geliyor! hem de nasıl geliyor anlatamam!
Olay aslında çok basit. iki insan beraber yaşamaya ve yaşlanmaya kalkışıyor ve usulen yapmaları gereken bir imza atıp devletten sevişmek için izin ve onay almak. Kişiler aslında çok net: “biz beraber yaşamak istiyoruz. seviyoruz birbirimizi, beraber iyi vakit geçiriyoruz. hayat zor falan eyvallah ama beraber daha kolay kalkarız sıkıntıların altından dedik, karar verdik. e bize müsaade lütfen…”
talep bu…ancaaaak! O kadar yalın olamazsın arkadaşım, diyor herkes bir anda. Ne o öyle, atalım imzayı, bitti gitti işte, hadi geçmiş olsun ayakları? yemezler! Daha bunun gelenek görenekleri var, otu boku püsürü var, “aaa olmaz çok ayıp, bunu yapmak gerek”leri var, prosedürü var, edebi adabı var!
İlk şoku nişan dönemi yaşıyorsun. Çiçekle bile fotoğraf çektirmek zorunda kalınca mesela! O nedir bana biri açıklasın lütfen ya!
Sonra başlıyor ev kurma fırtınası…El Nino yemin ederim! Her kafadan bir ses çıkıyor. “Koltuğu bu tarafa koyarsanız daha iyi çünkü yemek takımı şurada olmalı.” – “Aaaa, buraya bardaklar konmaz. Tabakları getir bakayım.” – “Şu ara çok boş kızım. Br halı lazım buraya.” – “büfesiz ev olur mu canım? nereye koyacaksın yemek takımını?”…vb
Sevdiğin insanlar bunlar. Anneler babalar…Kalplerini kırmaya değer mi? “tamam” diyorsun hepsine…
Asıl bomba kadın-erkek farklılığından patlıyor. Kadın can hıraş debelenirken – nikah şekeri, davetiye, eksiklerin alınması, davetli listesinin oluşturulup haber verilmesi, taleplerin dinlenilmesi, gerekenin yapılması- konularında, erkek gayet rahat, “Aşkım halledilir sıkma canını” diyerek otururken kızılca kıyametin kopması işten bile değil!
Salona koltuk takımı alınacak…Kadın gergin çünkü arızalı olduğu bir konu gündemde: fazla maliyeti olmasın ama iyi de birşey olsun…Adam mantıklı: biraz maliyetli olabilir ama sonuçta bu yıllarca kullanılacak, değmez mi?
tam 7 saat gezilir mobilyacılar. kadın ağlamak üzeredir, adam ise kadının paniğine gülmekte…
Zaman daralmaktadır. Faturalar birikir, gelir giderin yanında “mini boy” kalmakta ve ezilmektedir…Kadın gerildikçe gerilir çünkü bir yandan da işe gitmek zorundadır. Nereye ait olduğunu bilemez, daralır. Bir evi vardır bir uzak şehirde ve o evde yaşayamamaktadır. Birkaç evi vardır bulunduğu şehirde ve o evlerde misafirdir. İçi sıkıldıkça arar adamı, onu daraltır….
An gelir kendinden nefret eder bu arızaları yüzünden ama engelleyemez çünkü o sakinleşmeye çalıştıkça telefonu sürekli çalmakta ve bilumum aile bireyi bir soru sormakta ya da birşeyler hatırlatmaktadır: