Kendimi bildim bileli yeni bir eve ya da yeni bir şehre taşınıyorum..
Babam bir bankada çalışıyordu ve biz sürekli bir yerlere tayin olmak ve toparlanıp gitmek zorunda kalıyorduk. Çocukluğumun hüzünlü anlarıydı onlar. Nefret ediyordum arkadaşlarımdan ayrılmaktan. Gittiğim yeni okulda ve mahallede ilk başlarda mutlaka sinir bir tip oluyordu, hatta bazen birkaç tane. Neyse ki erkek gibi kavga ederdim de bir süre sonra herşey yoluna girerdi. Ee, naparsın, çocukken işler böyle yürüyor. Kibar olmayı, empatiyi, sempatiyi vb işleri büyüyünce öğreniyorsun, mecburen.
Genç kızlığımın ilk yıllarında daha da zordu. Aşık oluyordum kendi çapımda ve sonra hooop başka bir yere taşınıyorduk. Anneciğimi hatırlıyorum…Her seferinde, “Neyse ki, koli biriktirmiştim” diye başlardı toparlanmaya:)
Bir süre sonra kendi özgür irademle dolaşmaya başladım şehir şehir. Zamanla anladım ki her şehrin bir ruhu var. Ankara’da, o gri şehirde hep bir hüzün vardır mesela. Ama çok da vakurdur. Kolay kolay yıkılmayacağını hissettirir sana.
İzmir apayrı bir olay…Capcanlı, kıpır kıpır, yaramaz bir çocuk ruhu vardır İzmir’in…Akşamları sarhoş olmak istersin körfezine dalıp şarkılar söyleyerek.
İstanbul…İstanbul için onca yazılan çizilen şeyden sonra benim haddim değil ama, bana “zor sevgili” İstanbul…Canıma okuyor, yoruyor, ağlatıyor, delirtiyor bazen, ama sonra bir gece bir bakıyorum tüm çıplaklığıyla önüme sermiş ışıl ışıl güzelliğini..affediyorum dayanamayıp…
Bu aşka daha ne kadar dayanacağım bilemesem de, şimdilik kavga dövüş sürdürüyoruz İstanbul’la ilişkimizi:)
Bilmem bu “Kalk gidelim” aklımla seneye nerelerde bulurum kendimi…Gitmeli mi kalmalı mı? Sevmeli mi İstanbul’u, yoksa,”yerim böyle aşkın ızdırabını!” deyip çekip gitmeli mi???