bildirgec.org

istanbul hakkında tüm yazılar

Eylüle az kala etkinlikler

nazokiraze | 15 August 2010 19:32

1. Çanakkale Troia Film Festivali 15 – 19 Eylül tarihlerinde yapılacak.

DİONYSOS Kısa Film Festivali tarihi ise 1 – 7 EYLÜL 2010

Uluslararası Datça Sinema ve Kültür Festivali 3-9 Eylül’de yapılacak, festivalde bu yıl Yılmaz Güney anılacak.Ayrıca Ömer Lütfi Akad’ın 94. doğumgünü de festivalde kutlanacak.

67. Venedik Film Festivali 01-11 Eylül 2010 tarihleri arasında. Quentin Tarantino bu yıl festivaldeAltın Aslan ödülü jürisinde başkan.

Metin Gönen’in eğitmenlik yaptığı Paradoks film yapım ve yönetim atölyesi eylülde yeni döneme başlıyor

hayırlı ramazanlar olsun

taha3045 | 27 July 2010 20:51

Bir Ramazana daha kavuşmak üzereyiz, yazın ortasına denk geldiği için belki biraz daha zorlanıp,gerilebileceğimiz bir Ramazan.

Tutmak isteyenler oruç tutacak, tutmayanlar tutanlara saygı duyarak geçirecek Ramazanlarını, daha bir maneviyat kokacak caddeler, televizyon reklamları bile Ramazana bürünecek. Sırf Ramazanda değil de bir ömür yapsak iyi olur denilen şeyleri yapsak ne güzel, mesela kalp kırmamak, gerilmemek,paylaşmak,hoşgörü,anlayış,saygı ama olsun en azından bir ay bunları yaşamak ta güzel, ona bile razıyım yani.

ufak istanbul gezisi

nazokiraze | 25 July 2010 13:07

Başlığa bakarak İstanbul’un her bir yerini arşınladığımı zannetmeyin, kızımın beni bu yaz tatile götürmedin o halde İstanbul’u gezeceğiz bıdı bıdı … şeklindeki yoğun isteklerine bakaraktan geçen Taksim bugün Sirkeci, Sultanahmet dolaylarında Allah’ın sıcağında psikopatça bir gezi yaptık. Aklı olan otursun oturduğu yerde, sıcağa,trafiğe,kalabalığa bulaşmasın.

Sirkeci’ye gelir gelmez anladım ki bunlar durmayacak çaresiz büktüm boynumu ve dondurmacıya besmele çekerek yaklaştım.(Dondurma siftahmış sonrası sırasıyla haşlanmış mısır,közlenmiş mısır, su, tost,portakal suyu,soda,su,simit,su, şu,bu,o,su…su şeklinde uzadı gitti)

Aşka Ait…(1)

witamin | 25 July 2010 11:07

Yıl 2010 .Saat23:17.”Çalışmak…Çalışmak…65 yaşına gelince ve bir fabrikam olunca daha az çalışırım sanıyordum,öyle değilmiş meğer...” dedi ve hayallere daldı deri koltukta…
Nasıl gelmişti buralara?Başından, taa başından başladı hayat hikayesini okumaya :
Çok da mahrumiyet bölgesi sayılamayacak bir köyde doğmuştu.En azından okulu vardı birleştirilmiş sınıflı.O okulda okumuş , büyümüş ve o köyde bir sevdaya baş koymuştu.Tıpkı filmlerdeki gibi bir senaryo işte burada başlamıştı.

Kast sisteminin en basit örneğiyle karşı karşıyaydı belkide.Kızın ailesi çok zengindi kendi ailesiyse alabildiğine fakir…Ama ne kız önemsemişti bunu ne de kendisi.Fakat önemseyen birileri olmuştu:Aileleri . İstemişti fakat vermemişti kızı işte ailesi.Yakın zamanda askerlik vardı işin cilvesi.O yokken verirlerdi başkasına sevdalısını.Tek çare “kaçırmak”tı.Kız razı.Razı olmayansa kendi babası.Baba yetimdi zaten evvelden.7 çocuğa,bir kadına zar zor bakıyordu.”Oğlum,yapma.Sen askere gidince dar ederler bize köyü,kurbanın olayım yapma,onlar zengin.Zengine kafa tutamayız oğlum yapma.Vazgeç bu kızdan ,yapma….Askerden gelince bir daha isteriz olmaz mı?”.

Efsane İstanbul

MerakliKedi | 17 June 2010 14:49

Bir tam günü Emirgan’a ayırıp içine kültür, tarih, müzik dahil etmeden olmazdı. Ben de, Sakıp Sabancı Müzesi’nde yeni açılan “Efsane İstanbul” sergisine gitmek için o günü uygun buldum. Hatta serginin açılışına da katıldığım halde, özellikle içime sindirerek gezebilmek amacıyla, o akşam sergiyi gezmemiş daha dingin, daha kendi başıma gezmek istemiştim.
Sergi hakkındaki ilk duyumlarım çok olumluydu. Herkes çok beğenmişti. Ama okul hayatımız boyunca aldığımız eğitimde İstanbul tarihi Geç Bizans ve Osmanlı dönemini içerdiğinden bunlardan oluşan bir sergi benim ihtiyaçlarımı karşılamayacak ve çok büyük ihtimalle ben diğerleri kadar mutlu ayrılmayacaktım sergiden. Ciddi bir önyargıyla sergiyi gezmeye başladım.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamındaki sergiden İstanbul’un 8000 yıllık tarihinden örnekler sergileniyor. Serginin girişindeki açıklamaları okuyunca İstanbul’a bakışım değişti. Neanderthal adamın göçünden başlayıp, ilk çağlarda İstanbul’daki yerleşmeyi görünce inanamadım. Marmaray kazıları sırasında ortaya çıkan bu eserlerden sergilenenleri görünce nasıl bir tarihin üzerinde yaşadığımız anlıyor insan. İstanbul’da Neolitik dönemdeki yerleşimin Dudullu, İçerenköy, Fikirtepe, Pendik ve Tuzla’da olması, buralarda yeterli incelemelerin yapılması durumunda daha ne eserlerin ortaya çıkacağı konusunda fikir veriyor. Yalnızca değerini bilemediğimizden yakın dönemde yurt dışına kaçırılan eserler değil de Haçlı Savaşları sırasında yağmalanarak götürülen eserleri de görünce ne büyük bir kaybımız olduğunu, en azından kalan ve hiç farkında olmadan üzerinde oturduğumuz eserlerin hakkını verebilmeyi umarak gezdim sergiyi.

Var mı daha güzel bir şehir….

MerakliKedi | 13 June 2010 17:32

Üniversite bitip de maddi bağımsızlığımı elime aldığımdan beri, yıllık izinler dışında boşluğum olmadı. Yıllık izinler de biz kurumsal yapılar içinde boğulmuş insanlar için bir bilemedin iki haftalık molalardan ibaret oluyor. Tabii on dört yılda bir kere aldığım 3 haftalık tatil için ve b ütün bunların yanında Türkiye’de ondört senedir işim olduğu için çoğu üniversite mezununa göre şanslı olduğumun farkındayım. Ama insan işte, hep elindekinden fazlasını istiyor.
Günah çıkartmayı, ya da kendine acımayı bırakıp bana bu yazıyı yazdırtan olayı anlatayım. Şimdi doğum iznindeyim. Onaltı haftalık bir doğum izni ardından da gelecek olan birikmiş yıllık izinlerim nedeniyle oldukça uzun bir zaman işten uzak kalacağım. Sağlıklı bir hamilelik de geçirdiğim için bu dönemi biraz İstanbul’un keyfini sürerek değerlendirmeyi seçtim. Cuma sabah evden çıktım, kahvaltıya Emirgan’a gittim. Uzuuun bir kahvaltıdan sonra, uzun uzun gazete okudum. Sonra kalkıp boğazda yürüyüş yaptım. Boğaz’ı oldum olası çok sevdim. Senede bir defa kullandığım İstanbul izinlerimde de boğaz odaklı bir günüm mutlaka olurdu. Ama çok farklı bir duyguymuş. Yarın biteceğini bilerek Boğaz’da dolaşmakla, ayları kapsayan bir zaman diliminde özgür olduğunu bilerek Boğaz’da dolaşmak, deniz kokusunu içine çekmek, yetişecek hiçbir yerin olmadan sahilde banka oturup uzaklara, hayallere dalmak, kısacası İstanbul’u yaşamak öyle farklıymış ki…. Yürüdüm, yavaş yavaş boğazı içime doldurarak yürüm. Banklarda oturdum, kalkıp şuraya gitmeliyim demeden sakin sakin huzur içinde oturdum. Hemen arkamdan geçen caddenin gürültüsünü arkama alıp sanki şehir keşmekeşinden çoook uzaklardaymışım gibi hissedip önümde dingin akan Boğaz’a daldım gittim.